Hocam selâmün aleyküm. Diploma töreni ve benzeri durumlarda KEP takmanin hükmü nedir. Hayırlı günler. Bekir Üngör – Messenger

*******

Ve aleyküm selam kardeşim;

Bilindiği üzere iman ve küfür, aslen kalbe / bâtına ait sıfatlardır. Ancak İslâm dini zahire göre hükmeder. Yani bir kişinin inanç kimliği ifade (ikrar) ve tavırlarından (amellerinden) tesbit edilebilir.

İşte kafaya takılan kâfirlere mahsus şapka-kep, bele takılan zünnar da bunlardandır. Mâlum olduğu gibi, bunun uğruna bu ülkede ne canlar feda olmuştur!

Binaenaleyh, mümkün olduğu kadar zaruret harici şapkanın / kepin takılmaması, bunlardan uzak durulması gerekir.

Bu arada şunu da hatırlatmış olalım. Enteresandır, günümüzde bunun mahzuru olmadığını söyleyenler de vardır... Nitekim bir akademisyenimiz bu hususta kendisine sorulan bir soruyu şöyle cevaplamış:

“Mezuniyet merasimlerinde giyilen kep ve cüppenin Hıristiyanlıkla bir alâkası yoktur. Bilakis orijini Mağrib (Kuzey Afrika) ve Endülüs Müslümanları’nın giydiği taylasan adlı kıyafettir. Taylasan kukuletalı cüppe şeklinde ve bugün keşişlerin giydiğine benzeyen bir giysidir. Hazreti Peygamber ve sahabiler de giymiştir. Avrupalı ilim talipleri Endülüs’teki Kurtuba, Gırnata gibi üniversitelerde tahsil görürdü. Burada müderrisler taylasan giyerdi. Mezun olup icazet alanlara da taylasan giydirmek adetti. Bu usul Avrupa’ya geçmiştir. Taylasan, kep ve cüppeye dönüşmüştür. Papazlar da imamlar gibi sakal bırakır. Siyah cüppe giyer. Beyaz entari giyer. Her benzemek kötülenen benzemek değildir. Avrupa kolejlerindeki talebe ve hocaların kıyafeti İslam medreselerindeki kıyafetlere benziyor. Binaenaleyh kep giymek mahzurlu değildir.” 

Evet, böyle değerlendirmiş akademisyenimiz mezuniyet merasimlerinde giyilen kepi... Görüldüğü gibi bu cevabın öyle pek de ciddiye alınıp üzerinde konuşmayı gerektirecek bir kıymet-i harbiyesinin olmadığı ortada. Her şey gayet net zira bizim açımızdan… Ne kep taylesandır, ne de hâşâ Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.), ashabı ve sair Müslümanlar böyle kep giymişlerdir… Taylesan da, bilindiği gibi sarığın bir ucunun iki kürek asından arkaya sarkıtılmasıdır. Cübbe ise tabii ki bizim değerimizdir, bize aittir, Rasûl-i Ekrem Efendimizin (s.a.v.) sünnetidir. O ayrı…

Her neyse…

Aşağıda meseleyi aşağıda genişçe ele almaya çalışacağız. Lütfen dikkatlice okuyup, ona göre davranmaya çalışınız.

***

Şapka meselesi

Sıcak veya soğuktan korunmak gayesiyle şapka takmanın sakıncası yoktur. Kişinin bunu ne maksatla taktığı önemlidir.

Yani şahsın niyeti güneşten, kardan-kıştan korunmak gibi sağlığa yönelik olursa caizdir. Ayrıca bu maksatla çocuklara takmak da günah olmaz. Ama bir mecburiyet yoksa, mevcut ihtiyaç başka bir şeyle giderilebilecekse elbetteki şapkanın takılmaması tavsiye edilir, takvaya-ihtiyata uygun olan budur.

Şapka bizatihi haram değildir. Zaten hiç bir İslâm âlimi, onun bizatihi haram olduğunu söylememiştir. Ancak küfür alameti olarak kabul edildiği ve hakikaten gayrimüslimlerin dînî kıyafeti olduğu dönemlerde, hemen-hemen bütün İslâm âlimleri tarafından giyilmesine karşı çıkılmış, onu giyenler, niyetlerine göre kâfir ya da günahkâr kabul edilmişlerdir.

Biliyoruz ki, İslâm dininde bir şeyin kesin olarak ve mutlak manada haram sayılabilmesi, dolayısıyla onu işlemenin günah ya da küfür kabul edilebilmesi için hakkında açık bir nass olması gerekir. Aksi halde hiç kimse keyfî olarak, Allah'ın helâl kıldığını haram, haram kıldığını da helâl sayamaz. Ancak, hakkında kesin ve açık bir nass olmayan hususlarda İslâm âlimlerinin ictihad yoluyla bir kanaate / hükme varmaları mümkündür. Yani edille-i şer’iyyenin diğerlerini de unutmamak lazım.

Bu noktadan hareketle nassları incelediğimizde, ne şapka ne de başka bir kıyafetle ilgili herhangi bir hüküm göremeyiz. Lâkin Cenab-ı Hakk'ın, mü'minleri sürekli olarak inanç ve davranış bakımından kâfirlere benzemekten sakındırdığına çokça şahit olabiliriz.  

O halde İslâm âlimlerinin şapka hakkındaki olumsuz kanaatlerinin dayanağı nedir? 

Din âlimlerini bu kanaata sevk eden sebep, Peygamber Efendimizin (s.a.v.), sürekli olarak Müslümanları gayrimüslimlere benzemekten sakındırması ve bu hususta büyük hassasiyet göstermesidir. 

Nitekim Rasûlüllah (s.a.v.), “Bir kavme benzemeye çalışan, o kavimdendir[Ahmed b. Hanbel Müsned, 11, 50; Ebu Davud, Sünen, Libas, 4] ve "Bizden başkasına benzemeye özenen bizden değildir[Tirmizî, Sünen, İsti'zân, 7] buyurmakla, şeklen dahi olsa, bir Müslümanın kâfirlere benzemesine karşı olduğunu göstermiştir. 

Rasûl-i Ekrem’in (s.a.v.), şeklen dahi olsa, Müslümanların gayrimüslimlere benzemeye özenmelerine karşı oluşu elbette ki bir sebebe dayanıyordu. O da, gayrimüslimlere benzemeye özenen Müslümanların, zamanla dejenere olarak İslâm'dan uzaklaşmaları ya da ondan tamamen kopmaları endişesiydi. Zira Allah Rasûlü (s.a.v.); "Kişi inandığı gibi yaşamazsa yaşadığı gibi inanmaya başlar" hakikatini en iyi bilendi.

Şunu hemen belirtelim ki; hadisin metninde geçen "teşebbüh" kelimesi, yukarda görüldüğü üzere, tesâdüfi bir benzemeyi değil, benzemeye çalışmayı yani bir kimsenin benzemek istediği kişileri bilerek ve isteyerek taklid etmeye çalışmasını ifade etmektedir. Yoksa bir gayrimüslim, İslâma girmek gibi bir niyeti olmaksızın, Müslümanlara mahsus bir alâmeti taşımakla, Müslüman sayılamayacağı gibi; "gayrimüslimlere benzeme kasdı olmaksızın, soğuk-sıcak vb. sebeplerle onlara mahsus alâmetleri giyen bir Müslüman da kâfir sayılmaz." [Fetâvâ-yı Hindiye, II, 276, Bulak 1310 h. Bkz. Fetâva-yı Alî Efendi] Hele hele kâfirlerin şiârı olmayan bir takım kıyafet ve davranışlarda gayrimüslimlere benzeyen kimse asla tekfir edilemez. [Ali el-Kârî, Şerhu'ş-Şifâ, İstanbul, 1309 h., II, 522,]

Ancak "Mecûsilerin mümeyyiz vasfı olan şapkalarını ve zimmîlerin küfrün şiârından olan kalensövelerini, onlara benzemek kasdıyla giymek ya da hristiyan ve Mecûsilere ait olan zünnarı kuşanmak küfür sayılmıştır." [Şeyhzâde, Hâşiyetü Şeyhzâde alâ Tefsîr el-Kâdî el-Beydâvî, I, 108, Matbaatü's-Sultâniyye, Dâru’l-Hilâfe, 1282 h.; Ali el-Kârî, Şerhu'l-Fıkhi'l-Ekber, 167, Mısır, 1323 h.; M. Ertuğrul Düzdağ, Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi Fetvaları Işığında XVI. Asır Türk Hayatı, İstanbul 1983, 118]

İslâm dininde niyetler çok önemlidir. Hattâ amellerden de önce gelir ve ameller onlara göre değer kazanır. 

Bunun içindir ki âlimler; "Küfre niyet eden kimse o andan itibaren kâfirdir" demişlerdir. Böyle bir kimse, dış görünüşü itibariyle Müslümanlara benzese de kâfirdir. Kaldı ki Allah'a, O'nun Rasûlüne ve sair dinî zaruretlere iman ve itikadı olmadığı için, seve-seve kâfirlerin kendilerine mahsus alâmet ve şiârlarını giyinmiş ve kabul etmiş olursa, artık bu kimsenin küfründe şüphe etmek bile caiz değildir.

Büyük fakihlerin ekserisi "Kâfirlere mahsus ve onların kıyafet alâmeti olan kalensüve yani şapkayı bir zaruret olmadan kendi arzusu ile giymek küfürdür. Zira bu küfür alâmetidir. Onun için bunu, ancak Mecûsilik, Hıristiyanlık, Yahudilik gibi küfrün çeşitlerinden birini seçenler ve kalpleri küfür rengi ile boyanmış olanlar giyebilirler. Esasen zâhir alâmetlerle bâtınî işlere istidlâl ve onun üzerine hükmetmek aklen ve şer'an makbul ve mu'teber bir yoldur" demişler...

Fukahâdan bazıları ise; "Mecûsi, Hıristiyan ve sair kâfir milletlere mahsus ve onların kıyafet âdeti olan kalensüve yani şapkayı kendi arzusu ile giyen bir Müslüman, onlara benzemiş ve onları taklid etmiş olduğu için günahkâr olursa da kâfir olmaz" demişlerdir. [İskilipli Atıf Hoca, Frenk Mukallitliği ve İslâm, İstanbul 1975, 21]

Son olarak hoş bir F ı k r a

Ülkemizde şapka devrimi ile ilgili olarak Mustafa Kemal Trabzon’a geliyor. Burada bölgenin âlimlerini topluyor. Görüşlerini alıyor. Ulemâdan Ferşad Efendi’nin (asıl adı İbrahim Hakkı), şapkanın dine göre caiz olmadığını söylemesi üzerine başına şapka koyup O’na: 

- “Hoca Efendi, sen şimdi gâvura mı benzedin?” der. Hoca Efendi bir yutkunur, sonra; 

- “Hayır” diye cevap verir. 

Hocanın başından aldığı şapkayı bu kez kendi başına koyan M. Kemal: 

- “Ya ben” der, “gâvura benzedim mi?” Hoca Efendi, 

- “Evet” anlamında başını sallayarak mukabelede bulunur. 

Hiç beklemediği bu cevap karşısında hayrete düşen M. Kemal: 

- “Nasıl olur? Bir serpuşun şer’î hükmü bir baştan diğerine değişir mi?”

Hoca Efendi, durumu şöyle izah eder: 

- “Ben şapka giymeye zorlanıyor ve kerhen giyiyorum. Size gelince; devletin başısınız ve hiçbir mecburiyetiniz yokken giyiyorsunuz. Serpuş aynı olsa da durum farklı ve dolayısıyla hüküm de farklıdır.” 

Bu cevap M. Kemal’in çok hoşuna gitmiş. Cevap verme ihtiyacı duyarak, oradaki âlimleri ikna etmek gerektiği için Ferşad Efendi’ye; 

- “Ben de bunu isteyerek değil, medeniyeti çağımıza uydurmak için yapıyorum” demiş. 

M. Kemal bu diyalogların üzerine Ferşad Efendi’yi Trabzon müftüsü yapmak istediyse de o kabul etmemiştir.

Go to top