Cuma suresinin son ayetinde anlatılan olayda efendimiz(sav)ayakta hutbe okurken caminin yanına bir ticaret kervanı geliyor ve camideki sahabeler kaliteli mallar biter korkusuyla hutbeyi yarıda bırakıp gidiyor sahabe nasıl böyle birşey yapabilir?Gökteki yıldız gibi değilmiydi ?bu olayı anlatabilirmisiniz?
Soru: turan tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
Selamün aleyküm.
Bir defa unutmayalım, onlar da bizim-sizin gibi insandı, melek değillerdi. İslâm’ın ve Müslümanların ilkleriydiler. Her şeyin ilki zor ve meşakkatlidir. Tabiri caizse, onlar da analarının karnından “gökteki yıldız gibi” doğmadılar. Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) mübarek ve müessir tebliğleri-telkinleri, tâlim-terbiye ve irşadlarıyla tedrîcen kemâle erdiler. Zamanla tekâmül ve terakkî eylediler. Meseleye bu nazarla bakar, zikri geçen vak’ayı bu perspektiften değerlendirirsek eğer, bu hadisenin hiç de anlaşılmayacak denli bir muaamma olmadığı kendiliğinden ortaya çıkar. Sorunuzun kısa cevabı budur.
***
Maamafih mevzû-i bahs olan hâdiseyi ehemmiyetine binaen bir nebze ele alıp değerlendirmeye çalışabiliriz. Şöyle ki:
İbn Cerîr, İbn Ebî Hatim ve Darekutni'nin (rahımehumullah) rivayetine göre o gün Mescid’de 40 kişi, Abd bin Humeyd'e (rh.) göre 7 kişi, Ferrâ'ya (rh.) göre 8 kişi kalmıştı. Bu hususta güvenilir rivayet, Câbir bin Abdullah'a (r.a.) ait olandır. O'nun verdiği sayı ise 12'dir. Her neyse… Meselemiz rakamlar değil.
Bütün sahâbe ve tâbiûn'un (r.anhum) rivayetine göre -siyerlerde 2 veya üç defa vâki olduğuna dair kaviller olsa da- bu hâdise bir kez vuku bulmuştur.
Bu mevzudaki rivayetlerin tamamı bir arada ele alındığında, geride kalanlardan isimleri bilinen sahâbe şu zevattır:
Hz. Ebu Bekir, Hz.Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, İbn Mes'ud, Ammar bin Yasir, Huzeyfe'nin kölesi Salim ve Câbir bin Abdullah. (radıyallahu anhum ecmaîn)
Hafız Ebu Yâlâ'nın, Cabir bin Abdullah'tan (rahımehumallah) naklettiği bir hadis-i şerife göre, diğerleri mescidi terk ettikten sonra, Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) geride kalanlara şöyle hitap etmişlerdir:
“Nefsim kudret elinde olan (Allah)a yemin ederim ki, eğer hep birlikte çıkmış olsalardı, Allah bütün bu vâdiyi onların üzerinde ateşle doldururdu." Diğer bir rivayette: “Şu mescidde kalanlar olmamış olsaydı; gidenlerin üzerine taş yağıdırılacaktı.” buyurmuşlardır. [Bkz. İbn Hibbân’ın Sahîh’i (Zevâid), 15, 299; Taberî, Câmiu'l-Beyân, 28, 104; İbn Kesîr, Tefsir, 4, 363; ayrıca bk. İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, 2, 424]
Bunun benzeri bir ifadeyi İbn Merduye, İbn Abbas'tan, İbn Cerîr ise, Katade'den (r.anhum) nakletmiştir.
Özellikle Şîîler bu hadiseyi ashâb-ı kirama (r.anhum) ta'n etmek / kötülemek / onlara dil uzatmak maksadiyle kullanmışlardır. Şîa'ya göre, bu kadar sahâbenin namaz ve hutbeyi bırakıp, ticaret ve eğlenceye koşması, onların dünyayı ahirete tercih etmiş olduklarına -güyü- açık bir delildir! Ancak bu, çok yersiz ve yakışıksız bir itirazdır ve istismardır, böyle bir itiraz ve istismarı ise sadece gerçeğe gözlerini yummuş, hakikate gönüllerini kapatmış olan nasipsiz kimseler ileri sürebilirler.
Bu hâdise hicretten kısa bir zaman sonra vuku bulmuştur... Ve bu dönem sahâbenin idarî-içtimaî tâlim ve terbiyelerinin (sosyal eğitim ve öğrenimlerinin) henüz yeni başladığı bir safhaydı. Diğer yandan Mekke müşriklerinin iktisadî ambargoları sebebiyle, Medine-i Münevvere halkı, özellikle Müslümanlar günlük ihtiyaçlarını karşılamada dahi zorluk çekiyordu. Tâbiîn’in büyüklerinden Hasan-ı Basrî (rh.), Medine'de o günlerde insanların neredeyse açlıktan ölecek hâle geldiğini ve fiyatların çok yüksek olduğunu nakleder.
Hâl böyleyken ticarî bir kafile gelir ve herkesi, ‘Namaz bitene kadar belki de her şey satılmış olur’ şeklinde bir endişe ve telaş kaplar. Bu endişe ve telaş sebebiyle cemaat kafileye doğru koşarak gider. Gayet net olarak anlaşılacağı üzere bu durum, tabiri caizse eğitimin eksik, irşâdın yeri, şartların güç olduğu bir zamanda ortaya çıkmış bir zaaf ve hata idi.
Lakin bu güzide ve mümtaz insanların İslâm için yaptıkları fedakârlıkları, ibadât u tâat, muamelât ve Allah yolunda cihaddaki cefakârlıkları ile hayatlarının nasıl değiştiğini ve zühd ü verâ ve takvânın timsâli olduklarını gözönüne alan herhangi bir kimse; onları, dünyayı ahirete tercih etmekle suçlamaya asla ve kat’â cesaret edemez, aklından dahi geçiremez. Bilakis bundan hayâ eder. Bu itham sahipleri, esasında sahâbeye buğzetmek hastalığına yakalanmışlardır. Söz konusu hastalık mü’min için cidden büyük tehlikedir! Bu tehlikeye işaret eden hadis-i şeriflerden bazıları şöyledir:
Rasûl-i Zûşân (s.a.v.) Efendimiz buyurmuşlardır ki:
“Ashâbıma dil uzatmayın. Sizden biriniz Uhud dağı kadar altın tasadduk etseniz yine de sevap bakımından onlardan birinin bir müd harcamasına (onun dengine) ulaşamazsınız.” [Buhârî, Sahih, Fedâilu’s-Sahâbe, 4] Bu hadis-i şerifle ilgili olarak Müslim’deki bâbın ismi: “Sahabelere Sövmenin Haram Kılınması” diye olup, bunun en büyük günahlardan biri olduğuna işaret edilmiştir.
“Ashâbıma dil uzatmayın (onlar hakkında kötü söz söylemeyin, sövmeyin). Ashâbıma dil uzatana Allah lânet etsin.” [Taberânî, Evsat, 5, 94, Hadis no: 4771]
“Kim Ashâbıma dil uzatırsa (söverse, çirkin sözlerle hakaret edip saygısızlıkta bulunursa), Allah’ın ve meleklerin ve bütün insanların lâneti onun üzerine olsun.” [Taberânî, Kebîr, 12, 142, Hadis no:12709]
“Ebu Bekir’i (r.a.) ve Ömer’i (r.a.) sevmek imandandır. O ikisine buğz etmek ise küfürdür. Ensârı sevmek imandandır, onlara buğz etmek küfürdür. (Müslüman olan) Arabı sevmek imandandır onlara buğz etmek küfürdür. Kim ashâbıma dil uzatırsa (söverse) Allah’ın lâneti onun (dil uzatanın) üzerine olsun. Kim beni onlarda muhafaza ederse, ben de onu kıyamet gününde muhafaza ederim.” [Süyûtî, Cem‘u’l-Cevâmî‘,4, 571, Hadis no: 13390]
“Ashâbıma dil uzatmayın. Çünkü ahir zamanda öyle kavimler gelir ki, onlar, ashabıma söverler. Onlar hastalanırlarsa ziyaret etmeyin, onların cenazeleri olursa namazlarını kılmayın, onlarla evlilik yapmayın, onları kendinize mirasçı kılmayın, Onlara selâm vermeyin, onların (arkasında) namaz kılmayın.” [Cem‘u’l-Cevâmî‘,11, 160, Hadis no: 24871]
“Ashâbıma dil uzatanları gördüğünüz vakit; ‘Allah’ın lâneti siz şerliler üzerine olsun’ deyiniz.” [Tirmizî, Sünen, Menâkıb, 60]
***
Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat âlimlerinin görüşleri
İmam Mâlik (rh.) şöyle buyurur: “Nebî sallallahu aleyhi vesellemin sahabelerinden birine, (meselâ) Hz. Ebu Bekir’e; Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Muaviye, Hz. Amr b. Âs'a (r.anhüm) söverse, eğer ‘onlar sapıklık ve küfür içinde idiler’ derse, öldürülür.”
İbn Habîb (rh.) diyor ki: “Şîa'dan kim, aşırı derecede Hz Osman'a buğzeder, ondan berî / uzak olduğunu söylerse, şiddetli şekilde cezalandırılıp terbiye edilir. Kim buna, Hz. Ebu Bekr ve Hz. Ömer'e olan buğzunu ilâve ederse, cezası daha şiddetli olur, tekrar tekrar kendisine sopa atılır. Ölünceye kadar zindanda bırakılır.” [Bkz. eş-Şifâ bi Târîfi Huqûqı’l-Mustafa, Kaadı İyaz, s. 378]
Ebu Zür’atu’r-Râzî (rh.) dedi ki: “Rasûlullah’ın (s.a.v.) ashâbından birine noksanlık izafe ederek dil uzatan bir kimse görürsen, bil ki o zındıktır. Bize göre Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) haktır. Kur’an haktır. Biz bu Kur’an’ı ancak Rasûlullah’ın (s.a.v.) ashabının sünnetleri ile eda ederiz. Onlar ise ancak (bizim bu) şâhitlerimizi cerh etmek istiyorlar ki, Kitap ve Sünnet’i boşa çıkarsınlar... Oysa onları cerh etmek zındıklıktır.” [Hatîb el-Bağdadî el-Kifâye fi İlmi’r-Rivâye, 2, 188]
Ahmed bin Câfer bin Yâkub el-Istaharî’nin rivayet ettiği risalesinde İmam Ahmed (rahımehumullah) der ki: “Onların kötülüklerinden (hatalarından) bir şey zikredilmesi (dile getirilmesi), onlardan birine hakaret etmek ve kusur bulmak caiz değildir. Kim böyle yaparsa sultanın onu takip ederek cezalandırması gerekir. O affedilemez. Bilakis mutlaka cezalandırılmalı ve tevbe etmesi istenmelidir. Tevbe ederse kabul edilir, etmezse ölünceye yahut (bu sapkınlığından) dönünceye kadar hapsedilir.” [Bkz. Tabakâtü’l-Hanâbile, Kâdi Ebî Ya’lâ, 1, 15]
***
N e t i c e
Ashâb-ı Kiram (r.anhum), maddeten ve mânen cihadla, zâhiren ve bâtınan İman ve Kur’an ilimleri ile, Rasûlullah’a ve Sünnete bağlılıkları ile bu kudsî vazifeyi her cihetle ve büyük fedakârlıklarla yerine getirmişler… Hayatları boyunca, tereddütsüz ve İslâm’ın mânen ve maddeten hudutlarını muhafaza etmişlerdir. İman ve İslam için yurdundan, yuvasından, çoluk çocuğundan, canından, malından, makamından-mevkiinden nefsinden vazgeçemeyen Müslümanların, onlara dil uzatmaları, onlarda insan bizde insanız diyerek fazilette onları geçme iddiaları mesnetsizdir. Ciddiyetten uzak, hayretle, hatta dehşetle karşılanacak vahamette bir durumdur! Çoook çok dikkat etmek gerekir. Zira bu sahabîler Kitap ve Sünnet’le / ayet ve hadislerde Allah'tan mağfiret kazanmış, rızâsına ermiş ve ind-i Bârî’de makbul kimseler olarak zikredilmişlerdir.
Ayrıca başlangıçta da belirttiğimiz gibi, sahâbenin de insan olduğu, melek olmadığı unutulmamalıdır. Keza onların, İslâm yolunun ilkleri bulunduğu; hatalarıyla-savaplarıyla hâsılı her tür hâl ve hareketleriyle bizlere örnek olduğu, yaptıkları her şeyde bizlere önderlik ettikleri de hatırdan çıkartılmamalıdır.
Elbette onlar da, bu dünyada doğmuş, yaşamış, çeşitli imtihanlara tâbi tutulmuşlardır. Onlara, sahip oldukları bu seçkin özellikleri, Rasûl-i Zîşân (s.a.v.) Efendimizin tâlim ve terbiyesi, nasihat ve irşadları, tezkiyeleri vermiştir. Bu eğitim süreci yıllarca ve tedrîcen (aşama-aşama) devam etmiştir. Bu eğitimin usûl ve üslûbunun, Kur'an-ı Kerim ve Sünnet-i Nebeviye’de şöyle olduğunu görmekteyiz:
Cemiyette / toplumda ne zaman bir zaaf ortaya çıkmışsa, hemen Allah ve Rasûlü o zaafa insanların dikkatini çekmiş ve tedrîcî bir eğitim programıyla sözkonusu zaaf ortadan kaldırılmıştır.
Aynı usûlü / metodu işte bu Cuma namazı esnasında meydana gelen hadisede de görüyoruz. Öyle ki, bir ticaret kafilesinin gelmesi üzerine bu hâdise vuku bulur ve Allahu Teâlâ Cuma suresinin 9-10 ve 11’inc ayetlerini inzal buyurarak, sahabeyi ikaz eder.
Bu ayetler vasıtasıyla, onlara Cuma namazının şartları / esasları öğretilir. Bunun yanısıra, Fahr-i Kâinat (s.a.v.) Efendimiz de hutbelerinde hemen Cuma namazının farziyetini ve ehemmiyetini Müslümanların zihinlerine ve gönüllerine yerleştirir. Bu şekilde öğretilen Cuma namazının rükünleri ile ilgili ayrıntılar da, hadis-i şerifler vasıtasıyla bize kadar ulaşmıştır. Bunlardan birini teberrüken zikredebiliriz:
Ebu Saîd el-Hudrî'nin (r.a.) rivayet ettiğine göre, Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Her Müslüman Cuma günü boy abdesti almalı, dişlerini temizlemeli, en güzel elbiselerini giyinmeli ve varsa güzel koku sürünmelidir.” [Bu ve mevzu hakkında diğer hadisler için bkz. İmam Ahmed, Müsned; Buharî ve Müslim’in Sahihleri; Ebu Davud ve Neseî’nin Süneni, ilgili bahisler]