Selamunaleyküm muhterem efendim, nasılsınız, iyi misiniz? Sıhhat ve afiyetler dilerim.

Günah fiilini işlerken ölmenin hükmü nedir? Diyelim ki bir kimse hırsızlık yada zina ederken o anda ecel onu yakalarsa ve o anda da ölse hükmü ne olur?

Bu minvalde kişi Ramazan-ı Şerif ayında olduğu halde mazeretsiz oruç tutmasa ve o hal üzere vefat etse o kişi içinde hüküm aynı olur mu?

Allah cc ebeden razı olduğu kullarının zümresine ilhak eylesin hocam hayırlı Ramazanlar...

Soru: Davut Toklu tarafından yazıldı. Kategori: Soru – Cevap

*******

Ve aleyküm selam kardeşim;

el-Hamdülillahi alâ külli hâl… Teşekkür ederim, sağlığınıza duacıyım.

Sorularınıza gelince…

1. İman ve amel, bir bütünü oluşturan parçalar değil, ayrı ayrı şeylerdir. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de, "İman edip sâlih ameller / iyi işler yapan, namaz kılan ve zekât verenler var ya, onların mükafatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzüntü de çekmezler." [Bakara suresi,277] buyurulmuştur.

Görüldüğü üzere burada salih amel, iman üzerine atfedilmiştir. Arapça gramer (dil bilgisi) kaidelerine göre, ancak ayrı-ayrı manada olan şeyler birbirine atfedilebilirler. Daha açık bir ifade ile; eğer amel imanın bir parçası olsaydı, "iman edenler" ifadesinden sonra "sâlih amel / iyi iş yapanlar" denmesine gerek kalmazdı.

İman ile amel, ayrı-ayrı şeyler olmakla beraber aralarında çok sıkı bir râbıta (ilişki-alaka) vardır. Allahu Teâla ancak kâmil mü’minlerden râzı olur. Kâmil mü’min olmak için de yalnız inanmak kâfi değildir. İman ile birlikte ibadet etmek ve güzel ahlâka sahip olmak gerekir. Hiç şüphe yok ki ibadet, imanın bir nişânesidir / göstergesidir. Sadece ‘inandım’ demek yeterli değildir. Kalpdeki iman nûrunun sönmemesi için ibadet de lâzımdır. İbadet yapmayan kimsenin kalbindeki iman yavaş-yavaş zayıflar ve Allah korusun günün birinde sönebilir. Bu ise insan için en büyük kayıptır. İman nûrunun söndüğü bir kalp, insan için bir yük olmanın ötesinde bir mânâ taşımaz.

İman ile amel ayrı-ayrı şeyler olunca, akla şöyle bir soru gelebilir:

- Farz olan ibadetleri yapmamak, Allahu Teâla'nın yasakladığı büyük günahları işlemek imana nasıl tesir eder? Başka bir ifade ile farz olan ibadetleri yapmayan ve büyük günah işleyen kimse imandan çıkar mı?

Bu mevzuda farklı görüşler olmakla beraber Ehl-i Sünnet’in görüşü, farz olan ibadetleri yapmamak ve büyük günah işlemek insanı dinden çıkarmaz, günahkâr yapar. Dinden çıkmak başka, günahkâr olmak başkadır. Nitekim Ashab-ı Kiram'dan Ebû Zerr (r.a.) şöyle demiştir:

"Nebîmize (s.a.v.) geldim. Üzerinde beyaz bir elbise olduğu halde uyuyordu. Döndüm, sonra yine geldim, uyanmıştı şöyle buyurdu:

"– Lâilâhe illallah diyen ve bu ikrar üzere ölen hiç bir kul yoktur ki, Cennet’e girmesin. Ben:

– Zina etse de, hırsızlık etsede mi, dedim. Peygamberimiz:

– Evet, zina etse de hırsızlık etse de girer, buyurdu. Ben:

– Zina etse de hırsızlık etse de mi, dedim. Peygamberimiz:

– Evet, hırsızlık etsede zina etsede girer, buyurdu. Ben takrar:

– Yâ Rasûlallah, zina etse de hırsızlık etse de mi, dedim. Peygamberimiz:

– Evet, Ebû Zerr'in burnu toprağa sürülse ve böylece zelil ve hakir olsa da muhakkak Cennet’e girer, buyurdu.

Ebû Zerr (r.a.) bu hadis-i şerifi rivâyet ederken, ‘Ebû Zerr'in burnu kırılsa da,’ yani Ebu Zerr (bu durumu hoş görmeyip) istemese de Peygamberimiz (s.a.v.) böyle buyurdu." demiştir. [Buhari, Sahih, Tevhid, 33, Rikak, 16; Müslim, Sahih, İman, 40] Yani mesele, kulların aklının-mantığının yatıp yatmaması değil, Mevlâ’nın hükmüdür.

Şu hadis-i şerif de, büyük günah ile imanın bir arada bulunabileceğini ifade etmektedir:

Ubâde b. es-Samit (r.a.) şöyle demiştir:

Rasûlullah (s.a.v.) etrafında bir topluluk olduğu hâlde şöyle demiştir:

''Allah'a ibadette O'na hiç bir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarınızı öldürmemek, kendiliğinizden uyduracağınız bir yalanla kimseye bühtan (iftira) etmemek, hiç bir ma'rûfta (münker olmayan, güzelliği akıl ve nakille bilinen her hususta, fiilde) isyan etmemek üzere bana bîat ediniz. İçinizde sözünde duran olursa onun ecri Allah'a aittir. Bu dediklerimden birini yapıp da ondan dolayı dünyada azaba uğrarsa, bu ona keffaret olur. Bunlardan birini yapıp da yaptığı işi Allahu Teâlâ örterse, işi Allah'a kalır; isterse onu afeder, isterse ona azap eder." buyurdu, biz de bu şart üzerine kendisine bîat ettik". [Buhari, Sahih, İman, 11; Müslim, Sahih, Hudut, 10]

Kezâ Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) buyuruyorlar ki:

"Zâni bir kimse, zina yaptığı sırada mü'min olarak zina yapmaz, hırsız da çaldığı sırada mü'min olarak hırsızlık yapmaz, içkici, içki içtiği sırada mü'min olduğu hâlde içki içmez; insanların, onun yüzünden gözlerini kendine kaldıracakları kadar nazarlarında kıymetli olan bir şeyi mü'min olarak yağmalamaz." [Buhari, Sahih, Mezalim, 30, Eşribe, 1, Hudud, 1, 20; Müslim, Sahih, İman 100; Ebu Davud, Sünen, Sünnet, 16; Tirmizi, Sünen, İman, 11; Nesai, Sünen, Sarık, 1]

Ve yine Efendimiz (s.a.v.), "Kişi zina edince iman ondan çıkar ve başının üstünde bir bulut gibi muallak durur. Zinadan çıkınca iman adama geri döner" buyurmuşlardır. Tirmizî bu hadis-i şerife, şu ziyadede bulunmuştur: "Ebu Cafer el-Bakır Muhammed İbn Ali'nin: "Bunda imandan çıkıp İslâm'a geçiş vardır" dediği rivayet edilmiştir.") [Ebu Davud, Sünen, Sünnet, 16; Tirmizi, Sünen, İman, 11]

Bu ve buna benzer hadis-i şerifler büyük günah işleyenin kâfir olacağını değil, kâmil / mükemmel imana sahip olmayacağını bildirmek içindir. Çünkü günahlar imanın aslını olumsuz şekilde etkilemese de, imanın kemâline menfî yönde tesir eder. Nitekim yukarıda zikri geçen geçen hadis-i şerifler bunu bildirmektedir.

Fahr-i Kâinat Efendimizden (s.a.v.) itibaren hemen her devir İslâm âlimleri, imanı bulunduğu halde farz olan ibadetleri yapmayan veya haram ve büyük günahları işleyen kimseleri, yaptıklarını helâl görmedikleri sürece, mü'min kabul etmişler, ancak bunların günahkâr olduklarını söylemişlerdir. Ehl-i Sünnet’in görüşü de budur.

Büyük günah işleyen kâfir olmaz. Ama kişinin âkıbetinin nasıl olacağını ancak Allah bilir. Ölümle beraber zina işleme, yani günah da bittiğinden, bu kişinin kesin bir şekilde imansız gittiği söylenemez. Allahu Teâla, tevbe etme fırsatı bulamayan kullarını da bağışlayabilr veya işlediği günahtan dolayı azab eder.

Bu soruyu cevaplarken, işlediği günahlarla övünen ve bunlardan pişmanlık duymayanların meselemiz dışında olduğunu hemen belirtelim. Asıl mevzumuz, inandığı halde bu nevi günahlara düşen ve onlardan pişmanlık duyanlardır.

Ehl-i Sünnet’in dışında kalan Mu’tezile mezhebi ve Hâricîler’in bir kısmı, “büyük günah işleyenlerin kâfir olacağını veya imanla küfür ortasında kalacağını” söyler ve bunu şöyle izah etmeye çalışırlar: “Büyük günahlardan birini işleyen bir mü'minin imanı gider. Çünkü Cenab-ı Hakk'a inanan ve Cehennem’i tasdik eden birinin büyük günah işlemesi mümkün değildir. Dünyada hapse düşme korkusuyla kendini kanun dışı yollardan koruyan birinin, ebedî bir Cehennem azabını ve Cenab-ı Hakk'ın gadabını düşünmeyerek büyük günahları işlemesi, elbette onun imansızlığına delalet eder.”

İlk bakışta doğru gibi görünen bu hüküm, insanın yaradılış gayesini bilmeyen ya da düşünmeyen / akledemeyen sakat bir düşüncenin mahsulüdür.

Evet büyük günahları işlemek, imansızlıktan gelmez. Fakat o günahlar, tevbe ile hemen imha edilmezse, insanı imansızlığa götürebilir. Bunu da hiç hatırdan çıkartmayalım.^

***

2. "Bu minvalde kişi Ramazan-ı Şerif ayında olduğu halde mazeretsiz oruç tutmasa ve o hal üzere vefat etse o kişi için de hüküm aynı olur mu?"

Bu soru da aslında yukardakinden bağımsız değil. Ehl-i Sünnet inancına göre farziyetini inkâr etmediği halde tenbelliğinden dolayı tutmuyoırsa büyük günah sahibidir, ama kâfir olmaz. Fakat orucun dinimizdeki yeri-konumu apayrıdır. Farz olan oruç senede sadece bir aydır, bu hususta hassas davranmak gerekir. 

Go to top