S.A. Hocam vefat eden yakınlarımıza ve diğerlerine hediyede adaba uygun olan nedir, doğrudan o kişiye mi yoksa başkalarını da ona dahil ederek mi? A. Adem Yalnızgül - Facebook

*******

Ve aleyküm selam…

Değerli kardeşim;

Sorduğun hususla alakalı olarak ikinci bin yılın müceddidi ve Silsile-i aliyyenin 23’üncü halkası İmâm-ı Rabbâni (k.s.) hazretleri Mektûbat’ında şu beyanlarda bulunurlar:

“Bir gün aklıma vefat etmiş olan bazı yakınlarımın ruhu için sadaka vermek geldi. O esnada anlaşıldı ki, sadece böyle bir niyetle bile, vefat etmiş olan o merhuma bir ferahlık ve sevinç geldi. Bu ferahlık ve surûr hâli müşahede de olundu. Sadakayı verme vakti gelince âdetim olduğu üzere, öncelikle Hâtemü’r-rusül aleyhi ve alâ âlihi’s-salâtü ve’s-selâm’ın ruhaniyetine arz ettim,daha sonra da o merhumun ruhuna gönderdim.

O anda merhumun gam ve keder içinde olduğunu hissettim… Kendisinde korku ve sıkıntı zahir oldu. Bu hâli müşahede edince çok şaşırmıştım. Çünkü korku ve sıkıntı içine girmesini gerektirecek bir sebep görünmüyordu. Halbuki bu sadakadan ölüye büyük bereketlerin geldiği bilinmekteydi. Kendisinde ferahlık ve sevinç eseri belirmemişti.

Yine bir gün Efendimiz’in (s.a.v.) ruhaniyeti için bir meblağ adamış ve bu adağa diğer peygamberleri de katmıştım. Efendimiz’in (s.a.v.) bu işten memnun olup olmadığı bilinmedi. Aynı şekilde bazen salât ve selâmlara diğer peygamberleri de kattığımda Efendimiz’in rızası zâhir olmamaktadır.

Oysa bilinir ki, birinin ruhu için bir bağış yapıldığında, bütün mü’minleri katsan da sevabı herkese ulaşır… Esas niyet edilen şahsın sevabından da hiçbir şey eksilmez. ‘Muhakkak ki Allah Teala’nın rahmeti çok geniştir.’ [Necm suresi, 32] Öyleyse bu durumdaki hoşnutsuzluk ve kederin sebebi neydi?

Bu mesele bir süre zihnimi meşgul etti; ancak daha sonra Allah Teala’nın inayetiyle açığa kavuştu. Buradaki hüzün ve kederin sebebi şöyle açıklanır: Eğer ölü için yapılan bağışa başkası ortak edilmezse, ölü o sadakayı kendi tarafından bir hediye olarak Nebî sallallâhu aleyhi vesellem’in hizmetine takdim eder. Bu hediye sebebiyle de Efendimiz’den (s.a.v.)  birçok feyizler/bereketler alır. Bağışı yapan kişinin bunu yaparken Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’e de niyet etmesi durumu ise böyle değildir. Çünkü bu durumda ölü, yalnıca sevabından faydalanır.

Ölü için yapılan hayra başkaları da ortak edildiğinde kabul olunursa, ölü o hayrın sevabından istifade ederken başkasının ortak edilmemesi durumunda hem sevabından hem de o hayrı Efendimiz’e (s.a.v.) hediye etmesi sebebiyle gelecek olan feyizlerden/bereketlerden de faydalanır. Bu mânâ ölünün başkasıyla ortak kılındığı bütün sadakalarda vardır. Sadakaya başkalarının ortak yapılması durumunda bir sevap derecesine ulaşılırken, başkalarının ortak yapılmaması durumunda iki derece vardır:

1. Sadaka derecesi,

2. Sadakayı kendinden başkasına taşıma derecesi.

Aynı şekilde bilinir ki; bir garip, büyüklerden birine bir hediye götürecek olsa tabii ki en güzel olan, o hediyeyi yalnızca ona götürmesi, tâbilerinden bile olsa başkasını ortak etmemesidir. Kendisine hediye verilen bu kişi kardeşlerinden ve başkalarından dilediğine o hediyeyi verebilir. Efendimiz’in (s.a.v.) ailesi mesabesinde olan ashâb, onun hediyesine ortak edilirse, bu kabul edilir ve hoş görülür. Evet… Bir kimse büyüklerden birine bir hediye takdim ederken, o zatın yakınlarını da o hediyeye katarsa, bunun edepsizlik ve görgüsüzlük olduğu malumdur… Bu davranışın, hediye verilen zatın rızasını gözürdı etmek anlamına geldiği de bilinmektedir. Ancak o zata bağlılıkları sebebiyle hizmetçilerine takdim edilen hediye böyle değildir. Bu hoş bir davranıştır. Çünkü bir kişinin hizmetçilerine değer vermek, o kişiye değer vermektir.

Böylece anlaşılıyor ki; kendileri adına yapılan bağışta ölülerin rızası, sadakaya başkalarını ortak etmekte değil, sadakanın yalnızca kendilerine hâs kılınmasındadır. Bununla beraber ölü adına bağış için niyet edildiğinde öncelikle, yalnıca Rasûlullah’ın (s.a.v.) ruhaniyeti için bir şey hediye etmekten başlamalı, daha sonra ölü adına tasaddukta bulunmalıdır. Çünkü Efendimiz’in (s.a.v.) hakkı bütün halkın hakkının üstündedir. Ayrıca böyle yapılması durumunda, o sadakanın, Nebî sallallâhu aleyhi vesellem’in bereketiyle kabul olunma ihtimali vardır.

Bu Fakîr bazen ölüler adına bağışta bulunurken niyetini düzeltemediğinde, o bağışı Efendimiz (s.a.v.) adına yapıp, o ölüyü de ona tâbi kılmaktan daha güzel bir çare bulamazdı. Çünkü bu durumda Efendimiz’in (s.a.v.) bereketiyle o sadakanın kabul olması umulur. Nitekim âlimler demişlerdir ki; ‘riyâ ve süm’a (gösteriş ve duyurmak) için olsa bile, Rasûlullah’a (s.a.v.) salavât getirmek makbuldür’. Salavât getirene bir sevap gelmese bile o,  her hâlükârda Efendimiz’e (s.a.v.) ulaşır. Zira amellerden sevap almak niyetin sahihliğine / doğruluğuna bağlıdır. O salavâtın, Rabbu’l-âlemîn’in sevgilisi olan Nebî sallallâhu aleyhi vesellem’e ulaşması ve Efendimiz adına o salavâtın makbul olması için en ufak bir bahane bile yeterlidir. ‘Allah’ın senin üzerinde bulunan lûtfu çok büyüktür” [Nisa suresi, 113] ayet-i celilesi onun hakkında inmiştir.” [el-Mektubat, Fazilet Neşriyat, İstanbul, yyy., 3, 28]

Bu mektubu şöyle özetleyebiliriz:

Ölen mü’min için yapılan hayra, başkası da ortak edildiğinde, şayet o hayır-sadaka kabul olursa, ölü o hayrın sevabından istifade eder...

Ama başkasının ortak edilmemesi yani sadakanın sadece kendisine tahsis edilmesi halinde ise, hem sevabından hem de o hayrı Rasûlüllah Efendimiz’e (s.a.v.) bizzat kendisinin götürüp sunması/arz etmesi sebebiyle, O’ndan (iki cihan güneşinden) gelecek olan feyizlerden-bereketlerden de faydalanır

Bu mana (yapılan hayrın sevabından istifade etme durumu), ölünün başkasıyla ortak kılındığı bütün sadakalarda vardır... Yani sadakaya başkalarının da ortak edilmesi durumunda ölü, bir sevap derecesine ulaşır… Ancak başkalarının ortak kılınmaması durumunda ise, ölü için bir değil iki derece vardır:

1. Sadakanın derecesi…

2. Kendisine verilen bu sadakayı başkasına/başkalarına da taşıma/götürme (hamallık) derecesi…

Bu anlatılanlara en basit ve en bariz örnek olarak günlük vazifelerimize, hatimlere ve saireye başlayacağımız zaman okuduğumuz 1 Fatiha 3 İhlâs-ı şerifeyi hediye ederken, "Silsile-i Sâdâtımızın ve Hâssaten Hz. Üstazımızın mübarek ruhlarının makamına" diyerek, orada Rasûlullah Efendimiz’i (s.a.v.) zikretmememiz gösterilebilir. Çünkü onlar o hediyeyi aldıklarında zaten Efendimize (s.a.v.) götürüp arz ediyorlar…

Çıplak aklla düşündüğümüzde, öbür türlüsünün, yani Efendimiz’in (s.a.v.) başta zikredilmesinin doğru olacağı kanaatini taşıyabiliriz. Halbuki gördüğümüz-bildiğimiz üzere büyüklerimizin usûlü farklı; bu düzen ve tertibi yukarıda zikrettik, sebebi de izah olunduğu gibi… Dolayısiyle öbür türlüsü de olmakla/yapılabilmekle birlikte, denilene denildiği şekil ve muhteviyatıyla uymak, tatbikatı o yönde yapmak her zaman işin en doğru, en isabetli ve de en kârlı olanıdır bu yolda...

Go to top