Selamün aleyküm hocam. Önümüzdeki mevsimde vekaleten hacca gidiyorum. Bana vekaletini veren Faslı kendsisi Maliki kanser hastası. Tabi ben daha önce hacca gittiğimden vekaleten hacca gidenleri gördüğümden bir sorun yok, tamam dedim ve parayı verdi, pasaportu parayı yatırdım. Bu arada bir Faslı öyle bişey yok, Kur’an’a bak, öyle bir dedili yok; anana-babana gidersin, ama bir başkasının adına gidemessin, dedi bana. Deili varsa veya yoksa bilgi verir misiniz? Teşekkür ederim, Fransa’dan selamlarımla.. Hasan Yıldırım

 

*******

Ve aleyküm selâm değerli kardeşim;

Şimdiden haccınız makbûl-mergûb ve mebrûr olsun, diyelim. Rabbim rızasına muvafık şekilde menâsik-i haccı eda ve ifa nasip eylesin.

Peki Hasan bey, sözünü ettiğiniz iddiayı ortaya atan Faslı’ya sormadınız mı:

- “Edille-i şer’iyye Kur’an’dan/Kitap’tan mı ibarettir?

- Sünnet’in, İcma’ın, Kıyas’ın fonksiyonu nedir?

- Bunları görmezden mi geleceğiz?

- Kaldı ki esas itibariyle hepsinin ana kaynağı Kur’an değil midir?

- Ayrıca, “edille-i şer’iyye-i fer’iyyeler” neden var, onların vazifesi/işlevi usûl-i fıkıh raflarında süs eşyası olarak mı bulunmaktır?

- Bütün bunlar olmasa bizler Kur’an-ı Kerim'i nasıl anlayacaktık?

Hasılı o söz, tam da “Kur’an Müslümanlığı” çığırtkanlarının edebileceği türden bir laf. Şuurlu ve idrak sahibi Ehl-i Sünnet bir Müslümanın fırak-ı dâllenin böylesine basit mantık oyunlarına-tuzaklarına düşmemesi lazım. Öyle değil mi?

***

Mesela Hacda vekâletin Sünnet’te delili şu hadistir:

“Veda haccı” esnasında Has'am kabilesinden genç bir kadın Rasûlullah Efendimize (s.a.v.) gelerek:

- "Yâ Rasûlallah! Allah'ın hac hususundaki farz emri babama çok yaşlı iken erişti. Deve üzerinde bile duracak halde değildir. Onun yerine vekâleten hac edebilir miyim?" diye sordu.

Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.):

- "Evet! Vekâleten hac edebilirsin!" buyurdu. [Buhârî, Sahih, Hac, 1; Müslim, Sahih, Hac, 407; Nesâî, Sünen, c. 5, s. 147]

Keza İbn Abbas (r.anhuma) anlatıyor: Bir kadın hacca gitmeyi adamıştı, ama ömrü vefa etmedi, haccını edâ edemeden öldü. Kadının kardeşi Rasûlullah'a (s.a.v.) gelerek ne yapması gerektiğini sordu. Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.):

- "Ölen kardeşinin borcu olsaydı öder miydin?" diye sordu. Adam:

- "Evet yâ Rasûlallah!" deyince, Allah’ın Rasûlü (s.a.v.):

- "O halde Allah'a karşı olan borcunu da öde! Çünkü o ödenmeye daha çok lâyıktır." buyurdu. [Nesâî, Sünen, Menâsikü’l-Hacc, c. 5, s. 146]

***

Bu hadisler, Ehl-i Sünnet mezheplerini mensup müçtehit âlimlerin hacda vekaletin cevazına dair içtihatlarında istinat ettikleri delillerdir. Hiçbiri de bu hükmü akraba ile sınırlandırmamışlardır. Buradaki izni umumi manada anlamış ve almışlardır. Ayrıca bu hususta günümüze gelinceye kadar olan tatbikatlar da ortadadır. Kısacası ‘mürekkep icma’ oluşmuştur. Bunun üzerinde değil bir Faslı mukallit Müslümanın, hiçbir kimsenin bir şey söylemeye, laf etmeye haddi de hakkı yoktur. “Eski köye yeni âdet” cinsinden ucûbelere de ihtiyacı yok bu ekmel dinin…

O bakımdan haccı ihmal etmemek lâzımdır. Üzerine hac farz olan Müslüman, eğer bu ibâdeti yapmaya güç yetiremiyorsa, kendi yerine güvendiği bir yakınını veya herhangi bir Müslümanı vekil olarak hacca göndermelidir. Zira haccı ihmal etmek ilâhî musîbeti, ilâhî gadap ve kahrı muciptir.

***

Meseleyi biraz daha açacak olursak şunları söyleyebiliriz:

Edâ edilen bir ibâdetin-tâatın sevabı, okunan bir Kur'ân'ın veya evrâd u ezkârın feyzi, yapılan bir hayır ve hasenatın hayrı başkasına bağışlanabilir… Bağışlanan kimse de bundan mânevî olarak eksiksiz istifâde ve istifaza eder.

Zekât, kurban, sadaka gibi doğrudan sırf mal ile yapılan ibâdetlerde "vekâlet" câiz olduğu gibi; hem beden hem mal ile yapılan hac ibâdetinde de "vekâlet" câizdir. Ancak hacda vekâletin câiz olması için, aşağıda zikredeceğimiz meşru mazeretlerin olması gerekir. Aksi takdirde, kendisi yerine başkasını hacca göndermesi câiz değildir.

Biraz önce zikrettiğimiz gibi ibadetler yalnız bedenle, yalnız mal ile veya hem beden hem de mal ile yapılanlar olmak üzere üçe ayrılır. Hangi şekilde yapılırsa yapılsın, yapılan bir malî-bedenî ibadetin sevabı başkasına hediye edilebilir. Kendisine sevabı bağışlanan kişi de bundan faydalanır.

Başkası adına, onun yerine ibadet yapılıp yapılamayacağı, şayet yapılabilirse, bununla o kişinin yükümlü olduğu farz ve vâcip ibadetlerin sorumluluğunun düşüp düşmeyeceği hususuna gelince…

(a) Namaz, oruç, itikâf gibi sadece bedenle yapılan ibadetlerde vekâlet mutlak olarak câiz değildir. Hiç kimse başkası adına, onun yerine oruç tutamaz, namaz kılamaz. Bu tür ibadetlerin vekâleten yapılması ile yükümlünün sorumluluğu kalkmaz.

(b) Zekât, kurban, sadaka gibi yalnız mal ile yapılan ibadetlerde vekâlet, mutlak olarak câizdir. Bir kimse zekâtını bizzat verebileceği gibi, kendi adına vermek üzere başkasını vekil de edebilir.

(c) Hac gibi hem bedenî hem de malî ibadetlerde ise, yükümlünün bizzat edadan aczi halinde vekâlet câizdir; aksi halde câiz olmaz. Ölüm, yaşlılık, devamlı hastalık, kadınların birlikte yolculuk yapacak mahremlerinin bulunmayışı,,zamanımızdaki olağanüstü izdihamdan dolayı yine hanımların mahzursuz/haram işlemeden tavaf yapmaları ve tehlikesiz şeytan taşlama işini yerine getirmeleri imkânsız denecek kadar zordur. Bu sebeplerle bizzat haccedemeyecek kimselere/kadınlara vekâleten yapılan hac, onlar adına yapılmış olur. Bu durumdaki kimselerden, üzerlerine hac farz olmuş olanların, bedel göndererek vekâleten hac yaptırmaları gerekir. Vekâleten yapılan hac ile bunların hac ibadetleri ifa edilmiş, borçtan kurtulmuş sayılırlar.

Hanefilere göre üzerlerine hac farz olduğu halde, kendileri haccetmedikleri gibi, bedel de göndermeden vefat eden kimselerin ise, kendi yerlerine haccetmek üzere bedel gönderilmesini vasiyet etmeleri gerekir. Bıraktıkları mirasın üçte biri, bedel gönderilecek kişinin masrafını karşıladığı halde, mirasçılar bedel göndermezlerse, Allah katında sorumlu olurlar. Mirasın üçte biri bedelin masrafını karşılamazsa veya ölenin bu hususta vasiyeti yoksa, mirasçılar bedel göndermekle sorumlu olmazlar. Ancak, vasiyet olmasa veya mirasın üçte biri bedel göndermeye yetmese bile, mirasçılar masrafını kendileri karşılayarak onun adına hacceder veya ettirirlerse, yükümlünün hac borcu ödenmiş olur.

Şâfiîler'e göre ise, üzerine hac farz olduğu halde, haccetmeden vefat eden kişinin, bu hususta vasiyeti olmasa ve mirasının üçte biri hac masrafını karşılamasa bile, mirasçılar mirasın tamamı ile, onun adına haccetmek veya ettirmekle yükümlüdür. Çünkü Rasûlullah (s.a.v) haccı diğer kul borçlarına benzetmiş ve Allah hakkının ödenmeye daha lâyık olduğunu ifade etmiştir. [Buhârî, Sahih, Cezâü's-sayd, 22] Kendisine hac farz olduğu yıl, hac için yola çıkan fakat haccedemeden vefat eden kişinin bedel gönderilmesini vasiyet etmesi gerekmez ise de üzerine hac farz olduğu yıl haccetmeyip, daha sonra hac yolculuğuna çıkan kişi haccetmeden vefat ederse, yerine bedel gönderilmesini vasiyet etmesi gerekir. Bu durumda bedel, İmam Ebû Hanîfe'ye (rh.) göre bu kişinin memleketinden, İmam Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed'e (rahımehumallah) göre ise, vefat ettiği yerden gönderilir.

***

Son olarak Hulâsatü’l-Ecvibe’den (1/25) bir fetva ile sözlerimizi noktalayabiliriz. Fetva şöyle:

"Bedenî gücünü tamamen kaybetmiş bulunan bir ihtiyar, (kendi adına) başkasını hacca gönderse ve (ihtiyarlık sebebiyle olan) aczi de ölümüne kadar devam edecek olsa, hac farizası üzerinden sakıt olur."

Go to top