Selümün aleyküm Hocam, merhabalar.. Bir sorum olacak sizlere. Fetvası nedir öğrenmek isterim.

Benim bir arkadaşım var. Hukuk işleri ile uğraşıyor. Yaptığı iş belediyeye karşı, vatandaşın hakkını savunmaktır. Savunduğu hak da, zamanında belediyeler vatandaşın arsasından veya evinin bulunduğu bölgeden, vatandaşın rızasını almadan haber vermeden , kaldırım yol vb. gibi raiç bedelleri ödendiği halde istismar etmiştir.

Arkadaş bu bölgeleri harita üzerinden tespit ederek, vatandaşı bilgilendiriyor ve belediye ye karşı dava açıyor.

Sonuçta, vatandaş o metrekare toprağın bedelini ödeyerep tapusunu almış. Ama 150metrekare alanın 120 metrekaresini kullanıyor, geriye kalan 30 metrekareye belediye kaldırım yapmış. Ama bunu vatandaşa bildirmemiş.

Arkadaşın bu yerleri harita üzerinden tespit edebilmesi içinde, çeşitli belediyelerde çalışan memurlara belli bir meblağ karşılığında ücret ödeyerek bu haritaları almıştır. Ama belediye bu haritaları vatandaştan saklıyor ve bilgi vermiyor.

Şimdi arkadaşın bu yol ile para kazanmasında dinen bir sakınca var mıdır?

Burada vatandaşın gasp edilen hakkı savunuluyor ama belediye harita bilgilerini vermediğinden dolayı, illegal yollara teşvik edilerek rüşvet diye tabir ettiğimiz yola başvurarak belediye çalışanlarından vatandaşın hakkını savunmak için harita bilgilerini alınıyor.

Cevabı verebilirseniz çok memnun kalırım hocam. Ben kıyas-ı fukaha ilminden istifade etmek istedim ama ilmim ancak bana yetiyor :)

*******

Ve aleyküm selam.

Merhabalar kardeşim;

Öncelikle belirtmekte yarar görüyorum; biz müfti filan değiliz, o apayrı bir merci, dolayısiyle fetva verme ehliyetimiz de selahiyetimiz de yok. Sıradan bir insan ve âciz bir mü’miniz, Müslüman olarak teslim-i ruh edebilme gayretiyle çırpınan bir ahiret yolcusuyuz. Yapmaya çalıştığımız da, bizi okuyup dinleyenleri Allah yolunda hizmete, Rasûlünün yolunda yürümeğe davet, sâlih amel işlemeye, ihlâsa teşvik, âcil-elzem ve ehem olduğunu düşündüğümüz meselelerine imkân ve vüs’atimiz nisbetinde yardımcı olmaya çalışmaktır. Bunda da usûlümüz, Ehl-i Sünnet âlimlerinin şer’î delillerden istinbat edip söylediklerini / yazdıklarını nakilden ibarettir. Fazlalık olarak tek yaptığımız / yapmaya çalıştığımız şey de, müphem olan kısımları anladığımız kadarıyla açma / açıklama gayretidir. 

***

Meselenize gelince…

Tabii ki her alanda hakkımızı arama, isteme ve almahakkımız” var. Ama bu hakkımızı alırken de meşru yolların dışına çıkmama / sapmama gibi bir sorumluluğumuz da var elbette… Yani sadece yaptığımız işin meşru olması yetmez, onu yaparken takip ettiğimiz yolun da meşru olması gerekir. O bakımdan hakkımızı tahsil ve talep ederken de -mümkün mertebe- bu tür gayrimeşru yollara tevessül etmememiz icap eder.

Binaenaleyh rüşvetin ne olduğu, dinimizdeki hükmü hemen hepimizin malumu.

Ancak dilerseniz şöyle kısaca bir hatırlayalım…

Rüşvet, tek kelime ile dinimizde haramdır. Allah Teala rüşvet verene de alana da lânet etmiştir. Rüşvetçilikle işini yoluna koymayı âdet edinen kimse, Allah indinde de Rasûlullah nezdinde de cemiyet nazarında da makbul bir insan değildir. Nitekim bir hadîs-i şeriflerinde Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.):

Rüşveti alan da veren de Cehennem’dedir[Süyûtî, el-Câmiu's-Sağîr, Hadis no: 4490] buyurmuşlardır.

O bakımdan rüşvete hiçbir zaman meşrû denemez, alan da veren de mâzur sayılmaz.

Ancak ulemânın beyanına göre, şu iki hususta rüşveti vermek zorunda kalan kimse -inşâallah- mes’ûl olmaz:

1) Haksız yere hapse girme durumu söz konusu olunca vereceği rüşvetle, mâruz kalacağı haksızlıktan kurtulmayı niyet eden kimse…

2) Başkasının hakkını kendine çevirmek için değil de, kendisinin verilmeyen hakkını almak için rüşvet vermek zorunda kalan kimse…

Bu iki durumda da kişinin, kendi öz hakkını alması bahis mevzuudur. Başkasının hakkını kendine çevirmek gibi bir haksızlık söz konusu değildir.

Anlattığnız türdeki bir rüşvet de, âcizane kanaatimce, veren için haram olmayan rüşvet kısmına girmektedir. Meseleyi biraz daha açacak olursak, şunları söyleyebiliriz:

Bir kimsenin, şahsını-ailesini, ırzını-namusunu ya da malını koruma (kurtarma) gayesiyle, kendisinden çekindiği kimseye verdiği mal, verene değil, alan kimseye haramdır. Çünkü İslâm hukukunda esas olarak, Müslüman bir kişiye yönelik zararın giderilmesi vâciptir. Vâcibin yerine getirilmesi için ise, mal (bir bedel) alınması caiz değildir.

Bir başka ifadeyle meseleyi “hediye” kavramı ile değerlendirecek olursak; hediye veren açısından helâl, alan tarafından haram olan hediyeleşmedir bu bir nevi... Bu durumda bir haksızlığı gidermek maksadıyla birilerine hediye veren kimsenin bu fiili helâl iken, alan kimse haram işlemiştir.

Bu işin hukuki prosedürünü takip eden kişinin alacağı ücret de, tabii ki hakkıdır; karşılıklı konuşup anlaştıkları meblağı almasında bir mahzur / haramlık söz konusu olmaz. Aldığı, yaptığı işin ücretidir ve helâldir.

Go to top