S.Aleyküm muhterem Halis bey,

 Müfti’s-Sekaleyn (insanların ve cinlerin müftüsü) Şeyhülislâm İbn-i Kemâl Paşa, 40 Hadis adlı eserde geçen; “(Dünya) işlerinde sıkıntıya düştüğünüz zaman, kabir ehlinden (salih zatlardan, onları vasıta ederek Allah’tan) yardım isteyiniz” hadisi şerifini  bahsettiğimiz vakit şöyle bir itiraz alıyoruz:"Bu hadisi İbi kemal uydurmuştur" Bu sebeble bahsi geçen bu hadisi şerifi  kütübü sitte de aramama rağmen bulamadım.Yardımcı olabilirmisiniz? Hürmetler. 

*******

Ve aleyküm selam.

Her hadisin illa da kütüb-i sittede mevcut olması gerekir diye bir kaide mi vardır ki, orada olmaması o hadis için bir nakisa olsun!

Ayrıca “müfti’s-Sekaleyn”e itiraz eden bir muterize biz ne yapabiliriz ki, o zafiyetine merhem olabilelim... Bırakınız “40 hadis”leri, hiçbir yerde kaydına rastlanmayan ve sadece “keşfen” sabit olan hadisler yok mu? Onlara ne diyecek o “zevat-ı kiram”?! Boş verin o malum ve muannit zihniyeti, onlara harcayacak vaktimiz yok. Maamafih Aclûnî'nin (rh. Hicrî, 1087-Miladî, 1676 / H. 1141-M.1730) bu hadis-i şerifi, meşhur eseri Keşfü'l-Hafâ'da [Bkz. 1, 85, Hadis no: 213] zikrettiğini de hatırlatalım. Sadedinde olduğumuz mesele ve bu hadis için ayrıca Kâtip Çelebi'nin (rh.) Mîzânü'l-Hakk fi İhtiyâri'l-Ehakk isimli eserlerinin On Üçüncü Bahis Kabir Ziyareti kısmına da bakılabilir. 

Kaldı ki bizler birer mukallit olarak bu hadisin mefhumu ile amel ediyoruz, mütevatır veya meşhur tarikle gelme durumunu ondan hüküm istinbat edecek müçtehitler(!) düşünsün! Benim ulaşabildiğim kaynak bu. Ve bizim için de fazlasıyla yeterli. Kimseyi kabule icbar gibi vazifemiz de mecburiyetimiz de yok.

Hadisler, ne kütüb-i sitte ile ne de kütüb-i tis’a ile sınırlıdır malumunuz. Hadis ilmiyle meşgul olanlar bunu ve bu meselenin detaylarını bilir.

Ehl-i Sünnet âlimleri, bu hadis-i şerife uyarak enbiyanın-evliyanın-sulehanın hatta bütün mü’minlerin kabirlerini ziyaret etmişler… Onlardan feyz aldıklarını-verdiklerini bildirmişlerdir. Bu babta İmam-ı Rabbani müceddid-i elf-i sâni (k.s.) hazretleri buyururlar ki:

“Mürşidimizin vefatından sonra mübarek kabirlerini ziyaret etmek gayesiyle, Dehli’l-mahrûseye (korunmuş şehir Dehli) uğramıştım. Mübarek kabirlerini bayram günü ziyaret ettiğimde, feyizli-bereketli mezarlarına teveccühüm sırasında, mukaddes ruhaniyetlerinden tam bir iltifat zuhur etti. Gurabaya gösterdikleri lütuf ve şefkatleriyle, beni Hâce Ahrâr (k.s.) hazretlerine  ait olan hususi nisbetle taltif ettiler. Bu nisbeti kendimde bulduğumda bizzarûre (kaçınılmaz olarak) o marifetlerin ve ilimlerin hakitatini zevk yoluyla kavradım, zevken idrâk ettim…” [el-Mektubat, 1, 291]

Bu hususta daha pek çok misâllar/örnekler serdedilebilir. Merak edenler “Şevâhidü’l-Hakk”a ya da onun özeti durumunda olan “Vehhabilere Cevaplar”a bakabilirler.

Bizler tasavvuf erbabı olarak bunu biliyor, buna inanıyor ve bu manevi hazları-zevkleri yaşamaya gayret ediyoruz. İnanmayana, hele hele Vehhabiler gibi bu zevki hayatlarında hiç tatmamış olanlara da ne yazık ki bir diyeceğimiz yok, olamaz da…

Duamız; Rabbimiz (c.c.), kabiliyeti olan herkese hidayet etsin. Amin…

Go to top