Hocam selamun aleykum.
Yakın bir tanıdığımızın çok aşırı borcu var.
Bana bu borcu ödemek için neler okuması gerektiğini sordu.
Ben de size sormayı uygun buldum. Bu kardeşimize ve bu kardeşimizin durumunda olanlara neler okuması ve neler yapması gerektiğini tavsiye edersiniz?
Allah'a emanet olun.
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Anlattığınız gibi hemen hepimizin / her insanın zaman zaman sıkışık ve sıkıntılı vaziyetleri, borçluluk durumları olur, olabilir. Onun için bu hususta elimizden geldiğince / dilimizin döndüğünce / vüs’atimiz yettiğince manevî bakımdan birkaç maddelik çareler reçetesi sunmaya çalışalım. Bunlardan kolayınıza geleni sabah-akşam asgari üçer ya da yedişer kere okumaya gayret edersiniz. Maddî açıdan yapılması gerekenleri de yaparak, yani çalışıp ödemeye gayret göstermeyi de ihmâl etmeyerek tabii... Böylece bi-iznillâh tesirini görür, sıkıntıdan kurtulursunuz. Rabbim (c.c.) cümlemizin yâr ve yardımcımız olsun.
***
(1) Ebû Said el-Hudrî (r.a.) anlatıyor:
Rasûlullah (s.a.v.) bir gün mescide girdi. Orada ashabtan Ebu Ümâme’yi (r.a.) gördü. Ona,
“- Ey Ebu Ümâme! Namaz vakti olmadığı halde neden burada oturuyorsun? diye sordu.
- Sıkıntı ve borç içerisindeyim yâ Rasûlullah! dedi.
Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) ona, aşağıdaki duayı sabah-akşam tekrarlamasını (okumasını) tavsiye buyurdular:
“Allâhümme innî eûzü bike mine’l-hemmi ve’l-huzni ve eûzü bike mine’l-aczi ve’l-keseli ve eûzü bike mine’l-cübni ve’l-buhli ve eûzü bike min galebeti’d-deyni ve kahri’r-ricâli.”
Manası: “Allah’ım! Dünya ve ahirette gam ve kederden sana sığınırım. Âcizlikten ve tembellikten sana sığınırım. Korkaklıktan ve cimrilikten sana sığınırım. Borç altında ezilmekten ve insanların beni aşağılamasından sana sığınırım”.
Ebû Ümâme (r.a.) kısa bir süre sonra borçlarından kurtulmuştur.
Dikkat edersek Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) 'borç’tan önce beş hasletten Allah’a sığınmayı tavsiye etmiştir. Bu beş haslet; borçlanmanın ve fakirliğin sebepleridir:
- Üzüntü,
- Âcizlik,
- Tembellik,
- Korkaklık ve,
- Cimrilik...
Bütün bunlardan Allah’a sığınmayı tavsiye etmiştir.
“Sığınmak”, borçlanmaya yol açan bu sebepleri / huyları terk etmek, bunlardan kurtulmak demektir. Bir insan onları terk ederse, neticede borçtan kurtulmak çok daha kolay hale gelir. Yani Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.) çalışmadan, oturduğu yerde borçtan kurtuluş olmayı beklemeyi değil, öncelikle borçluluğun sebeplerini ortadan kaldırmayı tenbih ve nasihat etmiştir biz ümmetine...
(2) Borçlunun okuyabileceği bir başka dua
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) ashab-ı kiramdan Muaz b. Cebel’i (r.a.) bir cuma günü göremez ve cuma namazından sonra yanına teşrif eder ve nerede olduğunu sorar.
Hz. Muaz:
"Yâ Rasûlallah! Üzerimde bir Yahudinin kırk dirhem gümüş alacağı olduğundan, taraf-ı saadetinize teveccüh etmişken, (bu borç) huzurunuza varabilmekten beni men etmiştir." cevabında bulunur.
Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.):
"Yâ Muaz, sana bir dua öğreteyim ki ona devam edersen, Sabır dağı kadar borcun olmuş olsa Cenab-ı Hak onu ödetir" buyururlar ve bu duayı öğretirler. Diğer bir rivayette bu duanın esrarına dair Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:
"Yâ Muaz! Kulak ver, iyi dinle. Sana öyle bir dua öğreteceğim ki, üzerinde Uhud dağı kadar borcun olsa Cenab-ı Ecell-i A'lâ sana borcunu ödettirir."
Dua şudur:
“Allâhümme mâlike’l-mülki tu’ti’l-mülke men teşâü ve tenziu’l-mülke mimmen teşâü ve tüızzü men teşâü ve tüzillü men teşâü bi-yedike’l-hayr, inneke alâ külli şey’in kadîr. Rahmâne’d-dünya ve’l-ahireti, tu’tıyhimâ men teşâü ve temneu minhümâ men teşâü, irhamnî rahmeten tuğnînî bihâ an rahmetin min sivâk.”
Manası: ”Ey mülkün mâliki / sahibi Allah’ım! Mülkü istediğine verirsin, mülkü istediğinden çeker alırsın. İstediğini azîz eder (kıymetli-değerli-muhterem-üstün kılar), istediğini zelil edersin (hor-hakir-değersiz-düşkün kılarsın). Hayır senin elinde (yed-i kudretinde)dir. Senin her şeye gücün yeter. Ey dünyanın ve ahiretin rahmânı (rahmet-merhamet edeni), bu ikisini dilediğine verir, bu ikisini dilediğine vermezsin. Bana öyle bir rahmet et ki, başkasının merhametine ihtiyaç kalmasın.” [Taberânî, Mu'cemü's-Sağîr, 1, 202]
3) Borçtan kurtulmak için başka bir reçete…
Şöyle ki:
Borç yükünden beli bükülmüş birisi, bir gün Hz Ali’ye (r.a.) gelerek kendisine yardımcı olmasını istemişti. Hz Ali (r.a.) ona;
“Rasûlullah’ın (s.a.v.) bana öğrettiği bir duayı sana öğreteyim de, onu okursan, üzerinde sebir dağı kadar borç olsa Allah Teala o borcu ödemen için yardım eder,” demiş ve aşağıdaki dua’ya devam etmesini tavsiye etmiştir:
“Allahümme’kfinî bi-halâlike an harâmike ve ağninî bi-fadlike ammen sivâk.” [Tirmizi, Sünen, Deavât, 121]
Manası: “Allah’ım! Helâlinden bana yetecek kadar vererek beni haramından koru. Lûtfunla beni Senden başkasına muhtaç etme.”
(4 )Ebu'd-Derdâ'dan (r.a.) rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Kim sabah ve akşam yedi kez şu sözleri söylerse, dünya ve ahiret işlerinden kendisine üzüntü veren şeyleri Allah Teala giderir:
"Hasbiyellâhu lâ ilâhe illâ hüve aleyhi tevekkeltü ve hüve Rabbü’l-Arşi'l-azîm".
Manası: "Allah bana kâfidir; O'ndan başka ilâh yoktur. O'na tevekkül ettim; O, Arş-ı azîmin (çoook büyük olan Arş'ın) Rabbi’dir."
(5) Salât-ı Tefriciye (Nâriye)
İmam Kurtubî (rh.) şöyle buyurmuştur:
“Bir kimse, çok mühim bir işinin veya önemli bir dileğinin gerçekleşmesini ya da üzerinde devam edip duran büyük bir belânın-musibetin üstünden çekilip gitmesi (kalkması) için 'Salât-ı Tefriciye'yi 4444 defa okuyup, bu mübarek salât ü selâm ile Rasûlullah Efendimizi (s.a.v.) vesile edinse, (Onun yüzü suyu hürmetine ihtiyaçlarını istese), hiç şüphe ve tereddüt yoktur ki, Allah Teala, o kulunun istek ve muradının olması için hayırlı bir sebep yaratır ve ona muradını verir.”
Salât-ı Nâriye:
“Allâhümme salli salâten kâmileten ve sellim selâmen tâmmen alâ Seyyidinâ Muhammedinillezî tenhallü bihi’l-ukadü ve tenfericu bihi’l-kürebü ve tukdâ bihi’l-havâicu ve tünâlü bihi’r-reğâibü ve hüsnü’l-havâtimi ve hüsnü’l-havâtimi ve yüsteska’l-ğamâmu bi-vechihi’l kerîmi ve alâ âlihî ve sahbihî fî külli lemhatin ve nefesin bi-adedi külli mâ’lûmin lek.”
Manası: “Allah’ım! Seyyidimiz / efendimiz Muhammed’e (s.a.v.) kusursuz bir salât ve rahmet, mükemmel bir selâm ve selâmet vermeni diliyoruz. O Nebî ki, onun hürmetine düğümler çözülür, sıkıntılar ve belalar onun hâtırına açılıp dağılır, her türlü hâcet ve ihtiyaçlar onun yüzü suyu hürmetine yerine getirilir. Maksatlara O’nun hürmetine ulaşılır, güzel sonuçlar O’nun hürmetine elde edilir. O’nun şerefli yüzü hürmetine bulutlardaki yağmur istenilir. Allah’ım, O’nun ehl-i beytine, ashabına da her göz kırpacak kadar zamanda (her an, her saniye, sâlise) her nefes alacak zamanda sana mâlum olan varlıklar sayısınca salât eyle.”
Selamun aleykum hocam. Araba alma niyetine girdim ama evvliligimin bir yılı doldurmuş olması sebebiyle altinlarimin zekat vakti gelmiş oldu.
Bu niyete girmiş olmam ve bir ay içinde araba alacak olmam zekatı düşürür mu?
Eğer vermem gerekiyorsa bunu onumuzdeki bir yıl içinde aylık taksitler halinde vermem caiz midir?
Birkaç yildir aylık belli meblağ hayır kurumuna düzenli ödeme yapıyorum. Gecen senelerden beri verdiğim bu meblagi zekatima sayabilir miyim?
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
1- Araba almaya niyet etmeniz, üzerinizdeki altının / paranın / varlığın zekât borcunu düşürmez. Onu ödemeniz gerekir. Fakat arabayı almaya niyet değil de, zekât borcunuz henüz tahakkuk etmeden önce arabayı alıp borçlanmış olsa idiniz, elinizdeki paranın / altının ederinden / değerinden o borç yekününü düşer, şayet geriye kalan miktar zekâta baliğ oluyorsa, yalnızca onun zekâtını vermeniz lazım gelirdi. Tabii bu arada zekâta tâbi olacak başka varlıklarınız bulunuyorsa, onları da unutmamak, buna ilave etmek icap eder.
2- Zekâtı vemenin en güzel yolu, ramazan ayı içerisinde ve peşin olarak ödemektir. Ancak buna imkânınız yoksa, tabii ki taksitlere bölebelirsiniz, caizdir.
3- Zekâtta temlik şarttır. O bakımdan kuruma değil de, kurumda zekât verilmesi caiz olan insanlara mesela talebeye verilmek-harcanmak üzere onlar adına vekâleten zekât toplamakla vazifeli kişilere ve ‘zekât niyetiyle’ verebilirsiniz, teberru niyetiyle değil. Dolayısiyle geçen yıllarda teberru niyetiyle verdiğiniz o yardımları, usûlüne uygun olarak verilmesi gereken şahıslara (fakirlere-yoksullara-talebeye) veya vekillerine dahi vermiş olsanız, onları zekâta sayamazsınız. Detaylar için ayrıca bkz. http://halisece.com/sorulara-cevaplar/1032-ev-araba-icin-biritirilen-parinin-zekati.html
Kim Allah’ın, ona dünyada ve ahirette asla yardım etmeyeceğini zannediyorsa, o zaman semaya bir sebep uzatsın. Sonra da onu kessin de baksın onun hilesi öfkelendiği şeyi giderir mi?
Bu ayette ilgili şahıslara kendilerini öldürmelerini mi emrediyor acaba tefsirlerde bu kişilerin evinin tavanına astıkları iple kendilerini intihar etmelerinden bahsediliyor halbuki intihar haram,internetten bir bakayım dedim ateist forumları''İNANMAYAN İNTİHAR ETSİN '' başlığıyla abuk subuk konuşmuşlar.Meşgul ettiğim için özür dilerim,ayetin manasını kısaca açıklarsanız müteşekkir olurum.
*******
Mevzuu bahsettiğiniz ayet-i celilenin meali:
“Her kim, ona (Rasûle-Peygambere) Allah dünyada ve ahirette aslâ yardım etmez zannediyorsa, hemen semâya (yani yukarıya, evinin tavanına) bir ip uzatsın (o ipi sımsıkı boynuna taksın); sonra kendini (yerden) kessin (intihar edip boğsun) de baksın; (bu hilesi) keydi gayzını (kendisini öfkelendiren şeyi) giderecek mi?” [Hacc suresi, 15]
Açıklama
Yani kim ki O’na / Peygamber’e (s.a.v.) Allah Teala’nın dünya ve ahirette kesinlikle yardım etmeyeceğini zannediyorsa, hemen yukarıya bir ip uzatsın. Sonra kendini boğup nefesini keserek intihar etsin de baksın… Çünkü onu böyle bir zanna sevk eden / iten, onun Rasûlullah’a (s.a.v.) olan kin ve kıskançlığıdır. Dünya ve ahirette Allah’ın (c.c.) ona yardım edip işlerinde (tebliğinde) muvaffak kılmasını görmek istememesidir. Halbuki Hz. Mevlâ’nın Rasûlüne (s.a.v.) dünyada ve ahirette yardımı o derece kesin ve şüphesizdir ki; onu istemeyenin hakkı (bu hususta yapabileceği tek şey), kahrından kendi kendini boğmaktır. O halde Nebî sallallahu aleyhi vesellem’in ve dolayısıyla dinin zafere ulaşmasını istemeyen kimse, onu dünyada görmek istemediğine göre, intihar etsin de, ahirette bir baksın… Bu hîlesi-oyunu-kendi kendini aldatması, kin beslediği şeyi kesin olarak giderecek mi? Allah’ın nusretini-yardımını Rasûlü’nden (s.a.v.) kesecek mi? Din gâlip gelmesin diye kurduğu tuzak, çevirdiği oyun, gerçekleşmesi kesin olan ‘Allah’ın dinine yardımı’na sanki mâni olacak mı?
Hayır, Allah Teala’nın Rasûlüne (s.a.v.) vâdettiği / söz verdiği yardım dünyada ve ahirette şüphesiz tahakkuk edecektir. ‘Ve işte böyle, ey Rasûlüm Muhammed! Her türlü şek ve şüpheden uzak bir kesinlikte, biz o Kur’ân’ı apaçık ayetler (pek âşikâr belgeler) olarak indirdik. Şüphesiz Allah, dilediğini doğru yola iletir.’ [A.g.s., 16]
Ayrıca müşrik-münkir ve münafıkların amelle-ibadetle, haramla-helâlle değil, öncelikle “iman”la muhatap ve mükellef olduklarını unutmamak lazım. Mü’minlere hitap etmiyor ki Mevlâ-yi zû’l-Celâl! Kâfirlere söylüyor bunu… Bu kadar basit temel akâid bilgisinden ve anlayışından mahrum birileriyle neyin nesini konuşacaksın? Kâfire ‘niçin namaz kılmıyorsun’, ‘niçin alkol alıyorsun’ ve saire denmez ki.
Neden?
Çünkü bu nasihatlere muhatap olabilmesi için gereken zemin / iman yok. Önce Cenab-ı Mevlâ’nın “iman ediniz” emrine uyup iman etmesi lazım ki, emir ve yasaklarla alakalı hususların muhatabı olabilsin…
Kezâ Cenab-ı Hak o münkire / münkirlere niçin “…hemen tavana bir ip çeksin, sonra kendini assın da bir baksın…” buyuruyor?
Zira insanın dünyada görüşü sınırlıdır, ama ahirette öyle değil. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de , “Muhakkak ki sen, (dünyada iken) bundan bir gaflet içinde idin; imdi senden perdeni kaldırıp açtık. Artık bugün senin gözün keskindir, nâfizdir.” [Hadîd suresi, 22] buyrulur. Kâfirler de bu dünyada göremediklerini orada görecekleri için, Hz. Mevlâ onlara, intihar edip ahirete intikal ederek hakikati görmelerini ferman ediyor.
Sadede gelcek olursak; sana ne kardeşim ateistten-ataistten? Ne yaparsa yapsın, ister intihar etsin, isterse bir başka yolla kendini imha etsin… Sen kendine bak. Doğru yolda, hidayet yolunda yürümene, hâlis mü’min olmana bak. Sen öncelikle kendinden sorumlusun. Kendini ikmâl etmeden kime ne yararın-yardımın olabilir? Atalarımızın meşhur sözleridir malum; ‘Kem âlât ile kemâlât olmaz.’ ‘Kendisi muhtac-ı himmet dede, nerede kaldı gayrıya himmet ede.’ ‘Yarım doktor candın, yarım hoca dinden eder.’
Bir ayetin tefsiri, bir hadis-i şerifin terceme ve izahı için bir yığın ilmî şartlar var. Bunlarla meşgul olabilmen için o ilimlere vakıf olman gerekir. Yoksa adım başı tökezler, hatta Allah korusun uçuruma yuvarlanma tehlikesiyle yüz yüze kalırsın!
Bir ayeti doğru anlayabilmek için en basitinden siyak ve sibâkı da gözetmek gerekir. Öyle oradan onu, buradan bunu alıp kafa karıştırmanın bir anlamı yok. Onun için tefsir ve hadis ilimleriyle değil, özellikle akâid-fıkıh-siyer v.s. ile alakalı derlenip toparlanmış ve kolay anlaşılır hale getirilmiş eserlerle meşgul olmaya çalış. Tefsir ve hadis ilmi âlî ilimlerdendir, dolayısiyle kadim medreselerimizde en son okunan dersler arasındadır. Sadece dört işlemi bilen, matematik alt yapısı olmayan birilerinin yüksek matematik okuması, onunla uğraşması ne kadar abesse, dinî sahada alet ve âlî ilimlerden nasibi olmayan birilerinin tefsirle-hadisle uğraşması da aynen öyledir, âmiyane tabirle ‘abesle iştigâl’dir.
Size tavsiyem;
Geçenlerde bir kardeşimize hatırlattıklarımıza [bkz. http://halisece.com/sorulara-cevaplar/2614-insirah-suresi-mana.html ] benzer şeyler olacak: Eğer alt yapınız yani alet ve âlî ilimlerle ünsiyetiniz yoksa bunlara kafayı takmak yerine, Ehl-i Hak / Ehl-i Sünnet âlimlerince söz konusu mevzularda komprime olarak kaleme alınmış eserleri okuyup kabul ediniz. Yok, eğer zikri geçen ilimleri talim etmişseniz, o zaman da Kur’an-ı Kerim’den / surelerin aralardan bir veya birkaç ayet meali cımbızlayıp ona-buna sormak yerine tefsirlere müracaat ediniz. Böylece hem bilmediklerinizi öğrenmiş, hem de bildiklerinizi tazelemiş, ayrıca tembellikten de kurtulmuş olursunuz.
Keza size de, yine bir önceki buna mümâsil sorunuzu cevaplarken hatırlatmıştık; “…eğer anlamakta zorlanırsanız, daha geniş açıklamalar için tefsirlere bkz.” diye… İnşaallah bu, gereksiz sorularınızın sonuncusu olur. Teşekkür filan da beklemiyoruz. Yeter ki söylediklerimiz dikkate alınsın.
es-Selamu aleykum hocam..Malumunuz Reis ismini araştırdığımızda Arapça olduğunu ve Kuran-ı Kerimde geçmediğini görmekteyiz..Mana bakımında Başkan ve Baş anlamına gelmektedir..İsimler koyulurken kendisi Kuran-ı Kerimde birebir geçmeyip manalarının geçmeside yeterli midir?Bundaki ölçü nedir Muhterem Hocam?Selam ve dua ile..
*******
Ve aleykümü’s-Selâm kardeşim;
Sorunuzun cevabı için lütfen isim mevzuu ile alakalı yazılara bakınız. Baktığınızda isimde ölçünün ne olduğunu göreceksiniz. Bunu durmadan tekrar etmenin ne gereği, ne de faydası var. Öyle değil mi? Olan, sadece güzelim vakitlerimezin israfıdır!
Bilindiği gibi isim mevzuunda ölçü; bebeğe verilecek ismin güzel, mantıklı, lisaniyat ilmine dair kriterlere uygun ve doğru dürüst bir anlamının olup, dünyada ve ahirette çocuğu da abeveyni de mahcup etmeyecek bir kalıpta olmasıdır. Sünnet olan budur. İllâ da Kur’an-ı Kerim’de geçmesi gerekmez.
Şimdi “Reis”i düşününüz. Manası ortada… Reislik bir sıfattır. Küçücük bir bebeğe “Reis” diyeceksiniz. İyi güzel de, sormazlar mı insana, 'bu neyin ve kimin reisi', diye… Binaenaleyh daha münasip bir isim üzerinde durmanızın isabetli olacağı âcizane kanaatimdir.
Ayrıca değişiklik / marjinallik adına egzantrik isimlere rağbet etmemek lazım! Herhalde ne demek istediğimi anlamışsınızdır. Bu hususta anne-babanın kararını ona göre vermesi gerekir. Çünkü sorumluluk onların omuzlarındadır.
İsim irfanımız-kültürümüz ise gayet geniştir. Gerek kız gerekse erkek isminden bol bir şey yoktur. O güzel isimler arasından birini veya ikisini seçer ve beğendiklerinizden koyabilirsiniz.
İsim mevzuundaki soru ve cevaplardan bir kısmının linklerini de aşağıda veriyorum. Lütfen aynı şeyleri dönüp dolaşıp tekrar etmemeye gayret edelim, olmaz mı?
http://halisece.com/sosyal-meseleler/384-kulturumuzde-cift-isim-ve-lakap-gelenegi.html
http://halisece.com/sorulara-cevaplar/546-kerim-ve-kerem-gibi-isimler-konabilir-mi.html
http://halisece.com/sorulara-cevaplar/713-uniseks-tabir-edilen-isimler.html
http://halisece.com/sorulara-cevaplar/1038-cocuklara-nur-ismi-verilir-mi.html
http://halisece.com/sorulara-cevaplar/1130-sanem-ve-senem-isimleri.html
http://halisece.com/sorulara-cevaplar/1301-cocuga-enver-ismi.html
http://halisece.com/sorulara-cevaplar/1431-bayezit-ismi.html
http://halisece.com/sorulara-cevaplar/2209-feyza-ve-nur-isimleri.html
http://halisece.com/sorulara-cevaplar/2447-kiz-cocuguna-miray-ismi.html
http://halisece.com/sorulara-cevaplar/2555-isim-verme.html
http://halisece.com/sorulara-cevaplar/2608-yeni-dogacak-kiz-cocuga-isim.html
http://halisece.com/mubarek-geceler/95-uc-aylarin-ihyasi-ve-bu-aylarda-doganlarin-isimleri.html
Selamün Aleyküm Hocam. Cenabı Hakk, Ümmeti Muhammede afiyet ve güzellikler ihsan eylesin………...
*******
Ve aleyküm selam kardeşim; samimi dualarınıza bizden de hudutsuz “amin”ler…
Yayımlamaktan imtina ettiğimiz mesajınızda zikrettiğiniz hususlar, bu formatın atmosferine uygun mevzular değil. Bunlar üzerinde uluorta konuşmak sağlıklı neticeler tevlid etmez. Kısacası hem gereksiz, hem faydasız… Bilakis yanlış anlama ve anlaşılmalara sebep olabilecek türden değerlendirmeler ve günlük sosyal meseleler. Binaenaleyh bu ve benzeri soru ve sorunlarınızı bulunduğunuz çevredeki hocaefendilerle görüşüp konuşmanız daha münasip / daha muvafık olur.