Ramazan ayında îfa edilen adaklar
Selamün Aleyküm.. Hayirli Cumalar dilerim,.
Ramazan-I Serif Ayinda, bazi Müslümanlar, sene icinde verecekleri maddi ibadetlerin sözünü veriyor, veya Senetle bunu kagida döküyor..
Misal , 11 Kurban Kesmeye niyet ettim.. 3 adedini Mübarek ayda verdim. Digerini diger aylarda kestim.. Bu sekilde Yapildiginda, Ramazani Serif deki , farza 70 kat farz sevabi, Nafileye farz sevabini kazanir mi?
Tayfur Demirel tarafından yazıldı. Kategori: Soru – Cevap
*******
Ve aleyküm selam. Bilmukabele hayırlı cumalar…
Bilindiği gibi muayyen bir zamanda yapılması adanan adaklar, tayin edilen / belirlenen zamanda yapılmalıdır. Şayet yapılamamışsa başka bir günde mutlaka kaza edilmelidir.
Eğer udhiyye yani kurban bayramı günlerinde kesilmesi gereken kurban adanmışsa, bunun kurban bayramı günlerinde kesilmesi lazımdır. Eğer hedy yani harem bölgesinde kesilecek bir kurban adanmışsa bunun da harem bölgesinde kesilmesi gerekir. [İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, 5, 525] Bunların dışındaki adak kurbanlarının herhangi bir yer ve zamanda kesilmesi caizdir.
Ramazan-ı şerifte edâ ve ifâ edilen farz ve nâfile ibadetler için verilen müjdenin istisnası olmadığına göre, inşâallah adaklar için de aynı ecir ümit edilir.
slm al. ilk defa nisap miktarı paraya geçen sene ramazan 10. Gününde sahip oldum. Bu sene 10. Gününde ise nisap miktarının altında kaldığım için zekat vermedim. Ramazanın 18.nde yine nisaba ulaştı param. Seneye 10. Nisan damı zekat mükellefiyetim doğacak 18.ndemi ? selamlar Fatih
Soru: Fatih tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
*******
Ve al. Slm.
İlk bakışta tamamen gereksiz bir zorlama olduğu anlaşılan ve zorlanırken de karıştırıp çorbaya döndürdüğünüz sorunuz üzerinde, cidden konuşmaya da yazmaya da değmez aslında… Zaten sizi bu söz konusu tutum ve davranışlarınız yüzünden defaatle siteden sildik, engelledik. Ama ne yüzsüzlüktür ki, inatla durmadan yeniden uyuduruk-kaydırık isim ve adreslerle girmeyi sürdürüyorsunuz. Unutmayın; bu sorunuzu da, artık bir daha yazmamanıza, böylesi lüzumsuzlukları terketmenize vesile olmasını ümit ederek cevaplıyoruz. Hatırlatmış olalım.
***
1. Bilindiği gibi esasen zekât fakirlerin hakkıdır, fakat cebren alınmaz. Kişi kendisi hakkaniyete riayet ederek hesabını-kitabını dürüstçe yapıp, gereken yere vermesi lazımdır.
Ayrıca zekâtta vakit, namaz gibi vücubun / farziyetin sebebi değildir. Binaenaleyh vücubundan önce de sonra da verilebilir, caizdir. Çünkü vücup sebebinin mevcudiyetinden sonra tediye edilmiş / ödenmiştir.
Binaenaleyh zekât nisabına mâlik olan kişi, sahip olduğu malın / servetin üzerinden sene geçmeden, bir senelik veya bir seneden daha fazla yıllar / devreler için zekâtını ödemeyi tâcil ve takdim edebilir, yani vaktinden önce ödeyebilir. Mesela 30 bin lirası olan bir kişi, havelân-ı havl (yıllanma) olmadan onun yüzde iki buçuğunu senelik zekâtı olmak üzere peşin verebilir. Bu caizdir, olabilir. [Bk. Behcetü’l-Fetâvâ, Şeyhülislâm Yenişehirli Abdullah Efendi’nin (v. 1156/1743) fetvaları]
Eğer hakikaten zekât verme niyetinde samimi iseniz, bunu da yapabilirdiniz. İkinci durumunuz için bu uygulamayı hâlen de yapabilme şansına sahipsiniz. İhmâl etmemenizi tavsiye ederim. Bu, güzel bir davranış olur.
Ancak belirtmekte yarar görüyorum; sorunuz, dolayısiyle ortaya konulan durum, tamamen hîle yolunu / yöntemini / uygulamasını çağrıştırıyor. Zekât ödemeyi değil, ödememiyi hedefleyen bir düzeni / bir kurguyu andırıyor.
Eğer öyle ise, bu davranış ve tutum, dinimizde hoş karşılanmaz, çirkindir; tasvip edilebilen bir yol ve yöntem değildir.
Evet, zekât zimmete (kişinin borcuna) değil, ayn’a (mala-mülke-servete) taalluk ettiği için farz olduktan sonra nisabın helâki yani yok olması veya bulunması gereken miktardan eksilmesi ile düşer. Fakat farz olduktan sonra cimrilikten dolayı farziyetin düşürülmesi (zekâtı vermeyip savuşturmak) için çare aramak, İcmâ’ ile mekruhtur. Nitekim bu tavrın-tutumun-hîlenin yanlışlığını şair şöyle dile getirmiştir:
“Eyyühe’l-havlü’l-kalbi emmen hayletüke / Etecmea’l-mâlü li-bâ’li halîletike”
Meali: “Behey gâfil! Yaptığın hîlelerden nasıl emîn olabilirsin? Topladığın mal, karının kocasına kalır yarın; bilmez misin?”
Maamafih zaruri ya da normal bir ihtiyaçtan dolayı malından nafaka için satmak / harcamak ve bu sebeple malın / paranın nisaptan düşmesi mekruh olmaz.
Yukarıda işaret ettiğimiz hîlelerden biri de şöyledir:
Sene içinde nisabı birine hibe edip, mal kendisine hibe olunan kişinin yanında / yedinde iken sene tamamlandıktan sonra kazâ (muhâkeme yoluyla) veya karşılıklı rızâ ile hibe edenin eline geçmek… Bu yöntem, bazıları tarafından zekâtın farz olmadan önce düşmesi için yapılan hîlelerdendir ki, bu durumda iki taraftan hiç birine zekât vermek lâzım gelmez, farz olmaz.
Fakat unutulmamalıdır ki; topluma iyi örnek (üsve-i hasene/numûne-i imtisâl) olmak ne kadar hoş ve güzel bir davranış biçimi ise, kötü örnek olmak da o denli mezmûmdur, çirkindir, vebâli muciptur.
***
2. Sorunuzun ikinci kısmına gelince… Evet, zekâtın farziyetinin sebeplerinden biri de, nisaba malikiyetin başlangıç tarihinden itibaren malın üzerinden bir yıl geçmiş olmasıdır. Başka bir ifadeyle, nisab miktarı mala sahip olan bir kimseye; o mala sahip olduktan itibaren bir sene geçtikten sonra zekât vermesi farz olur. Nisâbın, hem senenin başında hem de sonunda mevcut olması gerekir. Arada azalıp çoğalmasına ise itibar edilmez.
Hâsılı, yüce dinimiz İslâm, nisaba ulaşan malların üzerinden bir yıl geçmeden zekâtlarının verilmesini farz kılmamıştır. Ancak ekin ve meyvelerdeki / arazi mahsullerindeki öşür (1/10 veya 1/20) ve maden ve definelerdeki (1/5) humus için üzerlerinden bir yıl geçme yani senenin devri (havelân-ı havl), şart değildir. Bunların dışında kalan paralar, altın, gümüş, ticaret malları, hayvanlar ve emsali mallarda zekâtın farz olması için bir kamerî yılın geçmesi şarttır. Mezhep imamlarımız İmam-ı Azam Ebû Hanife (v.150), İmam Ebû Yusuf (v.182) ve İmam Muhammed’e (v.189 rahımehumullah) göre sene başında nisap miktarına ulaşan mal, sene sonunda yine aynı nisap miktarına sahip ise havelân-ı havl gerçekleşir. Yıl içerisinde malın nisap miktarının altına düşmesi havelân-ı havli bozmayacağı gibi zekâtını da düşürmez. [Bkz. Damad Efendi Şeyh zâde; Mecmeu’l- Enhur. El-Kâsânî, Alâuddin Ebû Bekr İbn Mes’ûd; Bedâyiu’s-Sanâyi fi Tertibi’ş-Şerâi’; Bk. Kemal İbnu’l-Hümâm; Fethu'l-Kadîr, Mehmed Zihnî Ef. Nimet-i İslâm]
N e t i c e
Yukarıda da hatırlattığımız gibi ilk uygulamanız, yani malım nisaptan düştü diye zekât ödememeniz, eğer bir hîle söz konusu değilse şer’î bakımdan caiz olur. Şayet hîle / bir düzen bahis mevzuu ise, o takdirde de caiz olmasına caiz olur amma… kerahetle caiz olur. Rızâ-i ilahiye muvafık düşen bir amel olmaz.
İkinci uygulamanızın hükmü de birinciden bağımsız-bağlantısız değil. Gene eğer uygulamalarda bir hîle söz konusu değilse, zekâtın üzerinize farziyeti gelecek seneki Ramazan ayının 18’idir. Bu noktada hicrî-kamerî yıl esas alanır. Fakat yukarıda da belirttiğimiz üzere, yıl dolmadan da ödeyebilirsiniz zekâtı… Hatta geçen seneki gibi verememe ihtimaline binaen ihtiyatlı davranıp böyle yapmanız hem güzel hem de isabetli olur. Öyle değil mi? Zira bu durumda takvaya uygun düşen, şuurlu bir mü’mine yakışan da budur.
Gerçi bu hususta ne söylediğinizin siz de farkında değilsiniz. Demişsiniz ki; “Ramazanın 18.nde yine nisaba ulaştı param. Seneye 10. Nisan damı zekat mükellefiyetim doğacak 18.ndemi ?”
Bu ne biçim ifade? “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” demezler mi insana? Seneye Nisan ayı nire… Ramazan ayı nire..?! Biri miladî-şemsî, öbürü hicrî-kamerî…
Selametle…
Alzheimer hastası fidye verir mi?
95 yaşında alzheimer hastasının oruç fidyesi vermesi gerekir mi?
Soru: ismi mahfuz bir okur tarafından yazıldı: Kategori: Soru - Cevap
*******
Selamün aleyküm.
Alzheimer hastalığı, kişinin aklî melekelerini tamamen yok edip ortadan kaldırma şeklinde değerlendirilmez. Bu hastalığa yakalanan kişi bazen normal halde olur ve etrafında olup biteni anlar, bazen kendini kaybeder ve etrafında neler olup bittiğini anlamaz.
O bakımdan bu hastalık delirme gibi değerlendirilemez.
Ramazanın bir günü bile aklî melekesi yerinde olan kişi, oruç tutmakla mükelef olur. Bu nevi hastalar, sağlıklı olduğu günlerde oruçlarını tutar, tutamadıklarını diğer zamanlarda kaza eder, kaza da edemedikleri günler için fidye verirler.
Eğer oruç tutması sağlığını büsbütün bozacaksa veya hasta olduğu için hiç oruç tutamayacak durumda iseler, keffâret-i savm (oruç keffâreti-fidyesi) verirler. Yani Ramazan ayının her oruç günü için bir fitre miktarı para öderler.
Velhâsıl o tür hastalardan oruç tutmaları beklenemez, savm keffâreti vermeleri gerekir.
Bu mesele ile alakalı bakımından lütfen aşağıdaki linklere de bakınız:
Mut‘a nikâhı ve dinimizdeki hükmü
Es-Selamu aleykum ve rahmetullahi ve berakatuh
Halis hocam Görev yaptım köy bir Gurup caferi var hatta yarısi caferi diye bilirim bunlar muta nikahı helal sayıyorlar Tebari ve Elmalılı tefsirine baktim müminun sureyi ayeti 6/ 7 celilesinde muta nikahı haram olduğü Görüşündeler sizden bilgi almak istedik Allaha emanet olun
Yanımızda tefsir yok internet aracılığıyla tefsirlere baktık bende internetten her kaynağada bakmak baksamda doğru olup olmadığını sizin gibi değer hocalar işin Ehline baş vuruyorum Hakkınızı helal edin inşaallah Hayırlı ramazanlar diliyorum
Soru: Abdullah Güler tarafından yazıldı. Kategori: Soru – Cevap
*******
Ve aleyküm…
Değerli kardeşim;
Bulunduğunuz yerdeki söz konusu grup için, adı üstünde Caferî diyorsun. O güruha neyi nasıl anlatırsan anlat, inat ve ısrarlarından kolay kolay vaz geçmeyeceklerdir. O bakımdan öncelikle yapman-yapmamız gereken; eğer kabiliyetleri varsa, Allah’tan hidayetlerini dilemek olmalı. Bunu bil, ona göre davran. İllâ da onlara bir şeyleri kabul ettirmek için kendini heder etme. Zaten buna da mecbur değilsin.
İkincisi, bu gibi fıkhî meselelerin halli için tefsir ve hadis kitaplarından önce fıkıh kitaplarına bak. Bunun için de Türkçelerde Nimet-i İslam ve Büyük İslam İlmihali başta olmak üzere Ehl-i Sünnet menşeli âlimlerin kitaplarını tercih et. Tefsir ve hadis kaynakları meselenin tavzihi açısından müracaat edilecek sonraki kitaplar olmalıdır.
Mut‘a nikâhı ve dinimizdeki hükmüne gelince…
Mut‘a nikâhı; bir erkeğin, evlenmesi haram olmayan bir kadınla, şâhitler huzurunda, belirli bir süre içerisinde ve muayyen bir ücret karşılığında, karı-koca hayatı yaşamak için yaptığı nikâhtır. Hatta, mut‘a nikâhında, müddetin uzun veya kısa, belli veya belirsiz olması da fark etmez. Böyle bir nikâh, Ehl-i Sünnet âlimlerince bâtıldır, hiçbir sûrette câiz olmaz. Bu şekilde evlenenler, İslâm hukukuna göre, biribirlerine vâris de olamazlar.
İslâm âlimleri, mut‘a nikâhının câiz olmayacağına dâir hükmü, Rasûlullah Efendimiz’in (s.a.v.), Mekke’nin fethi günü ashâbına vermiş olduğu kesin emre dayandırmaktadırlar. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) burada, ashâb-ı kirâma şöyle buyurmuşlardır:
“Ey insanlar! Ben size, kadınlarla mut‘a yoluyla evlenmenize izin vermiştim. Ancak Allahu Teâlâ mut‘a nikâhıyla evlenmeyi, kıyâmet gününe kadar haram kılmıştır. Kimin yanında onlardan biri varsa, serbest bıraksın. Onlara verdiklerinizden de hiçbir şeyi geri almayınız.” [Müslim, Sahîh, Nikâh, 22]
Öte yandan mut‘a nikâhı, evlilik müessesesini, kadının izzet ve itibarını zedelediğinden, İslâm’ın temel esas ve gâyesine de aykırılık taşımaktadır.
Muhammed İbn Hallikân’ın, Vefeyâtü’l-A‘yân ve enbâ'u ebnâi'z-
“Cenâb-ı Hakk Kur’ân-ı Kerim’de, ‘Muhakkak ki mü’minler felah buldu...’ [Mü’minûn suresi, 1] buyurduktan sonra bunu tâkip eden diğer âyetlerde, izdivaç için meşrû olan iki yolun, nikâh ve teserrî (câriye) olduğunu beyan ederek; bunların dışına çıkanların, İlâhî hudutları tecâvüz etmiş olacağını bildirmiştir. Mut‘a nikâhı, bu iki yolun hâricindedir; dolayısıyla zinâdır! Hatta zinâ etmemeğe şart koşan kimse, mut‘a nikâhı ile aldığı bir kadınla münâsebette bulunduğunda, hanımı kendisinden boş olur. Hz. Ali (r.a.) de, ‘Rasûlullah (s.a.v.), evvelce mut‘aya izin vermişti. Fakat daha sonra, onun yasak ve haram olduğunu i‘lân etmemi bana emretti’ demiştir. Binâenaleyh sen, zinânın helâl olduğunu i‘lân ettiriyorsun!’
Bunun üzerine halîfe Me’mûn, tevbe ve istiğfâr ederek, tekrar, mut‘a nikâhının haram olduğunun i‘lân edilmesini emretmiştir.
Ehl-i Sünnet’e mensup Müslümanlar’ın, günümüzde bir kısım Şîa arasında yaygın olan bu gibi gayr-i meşrû münâsebetlerden şiddetle kaçınmaları gerekir. Mut'a ile ilgisi bakımından aşağıdaki linke de mutlaka bkz.
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1073-misyar-nikahi.html
Selamün aleyküm hocam. Oğlunun vereceği zekâtı, oğlu ile görüşüp onun bilgisi dahilinde, babası kendi parasından-malından verebilir mi?
Soru: Kamil tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
*******
Baba oğlunun vekâletini alarak, onun adına zekâtını verebilir.
Malî ibadetlerde vekâlet caizdir. Bu uygulamada zekâtta şart olan temllik de yerine gelmiş olur. Çünkü verilmesi gerekenler adına vekil bunu teslim almış oluyor. Hani edebiyatımızda mülemma‘ tarzında meşhur bir tabirimiz vardır:
“el-Vekîlü ke’l-asıl / velev kâne Kör Vâsıl” diye…
Kısacası vekil asıl gibidir.