Selamün aleyküm hocam. Sahib-i özür bir kimse sağlıklı cemaate namaz kıldırabilir mi? Allah razı olsun. Ahmet Sinan Kaçar
*******
Ve aleyküm selam.
Hanefî mezhebine göre bir kimse özür sahibi ise, kendisi gibi özür sahibi olanlara imam olup namaz kıldırabilir. Lâkin bu kişi özrü olmayanlara imam olamaz. Çünkü imamın vaziyeti (hâli-durumu) cemaatin vaziyetinden aşağı olmamalıdır. [el-Fergānî el-Mergınânî (v. 593/1197), el-Hidâye, 1, 57]
Şâfiîlere göre ise, herhangi bir özrü olmayan sağlıklı kişiler, özür sahibi olan kimseye uyabilirler. [Hatîb eş-Şirbini, Muğni’l-Muhtâc, Beyrut, 1418/1997, I, 3]
***
Sürekli devam eden abdest bozucu hallere özür denir. Meselâ, idrarını tutamama, devamlı gaz çıkarma, sık-sık burnu kanama, yarasından devamlı su akma gibi haller, birer özür hâlidir. Kendisinde bu gibi abdest bozucu bir özür bulunan kimseye ise, sâhib-i özür (özür sâhibi) veya mâ‘zur (özürlü) denir.
Kişinin özürlü sayılabilmesi için, abdest bozucu bir hâlin, tam bir namaz vakti boyunca devam etmesi, yani, abdest alıp namaz kılacak kadar kısa bir süre dahi olsun kesilmemesi şarttır. (Bu özrün başlamasının şartıdır.) Bundan sonra da, her namaz vaktinde, en az bir kere aynı hâl ortaya çıkmalıdır. (Bu da özrün devamının şartıdır.)
Bunu bir misâlle îzah edelim:
Bir kimsenin burnu, öğle vaktinin başlangıcından itibaren kanamaya başlasa ve bu vaziyet, öğle vakti geçinceye kadar hiç kesilmeden devam etse, bu kişi için özür hâlinin başlama şartı gerçekleşmiş olur. Artık bundan sonraki her namaz vakti içinde en az bir kere bu kanama hâli görülse, o kimse “özürlü” sayılır.
Çünkü, her namaz vakti içinde özür hâli tekerrür ettiğinden, özrün devam ettiği ortaya çıkmış, özürlü sayılmanın ikinci şartı da böylece gerçekleşmiştir. Özür durumunun ortadan kalkması için, özür hâlinin bir namaz vakti içinde tamamen ortadan kalkması, hiç görülmemesi gereklidir. Böyle olan kimse, artık özürlü sayılmaktan çıkmış olur.
Özür sâhipleri için, dînimiz büyük kolaylık göstermiştir. Bunların abdestleri, abdest bozucu özürleri devam ettiği halde bozulmaz. Bu halde iken namazlarını kılarlar. Abdest bozucu kan, irin, idrar gibi akıntıların kirlettiği yeri tekrar temizlemekle de mükellef tutulmazlar. Çünkü, bu kirler temizlendikten hemen sonra yeniden vâki olmaktadır.
Meselâ, devamlı idrarı gelen bir kimsenin, abdestini idrar akıntısı bozmadığı gibi, gelen bu idrarın kirlettiği yeri yıkamak mecburiyeti de yoktur. İdrar kirletmesi mevcut olduğu halde namazını kılar.
***
Dînimizin özür sâhiplerine sağladığı bu kolaylığa karşı, onların da dikkat etmeleri gereken bir husus vardır. O da şudur:
Özürlü olduğunu tesbit eden kimse, her namaz vakti için, ayrı abdest alır, o vakit için aldığı bu abdestle dilediği kadar nâfile veya kazâ namazı kılabilir. Vitir ve cenaze namazlarını edâ edebilir. Özür sâhibinin aldığı abdest, sadece içinde bulunduğu namaz vakti süresince geçerlidir. Bir namaz vaktinin çıkıp diğer vaktin girmesiyle abdesti bozulur. Giren yeni vakit namazı için, yeniden abdest alması gerekir.
Meselâ; bir özür sâhibi sabah namazı için vaktinde abdest alsa, bu abdesti sabah namazının vaktinin çıkmasına kadar muteberdir. Vaktin çıkmasıyla, yani, güneş doğmasıyla abdest bozulur, hükmü kalmaz. Artık bu abdestle hiçbir namaz kılamaz.
Mevzu ile ilgili olarak ayrıca bkz.
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/727-ozur-sahibi-ve-abdesti.html
Selamunaleykum Hocam; Osmanlıca öğrenimi için tavsiye ettiğiniz kaynaklar var mıdır? Teşekkür eder, sıhhat ve afiyetler dilerim... Soru: ekrem tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Şahsen şu an için tavsiye edebileceğim muayyen bir kaynak düşünemiyorum. Tabii bu durum kaynak kıtlığından değil, bilakis kaynak bolluğundan…
Maamafih başlangıç olarak Ali Kemal Belviranlı’nın Osmanlıca Rehberi okunabilir ki, resimli ilkokul çocuklarına anlatır gibi bir kitap. Keza Hayati Develi’nin Osmanlı Türkçesi Kılavuzu 1-2. Muhammed Ali Ensari’nin Osmanlıca İmla Müfredatı.
Tabii hangi sâhada çalışacağınız da önemli.
Tarih mi, edebiyat mı, dîni ve sosyal ilimler alanı mı?
Mesela tarihçiler için Yılmaz Kurt'un iki ciltlik Osmanlı Türkçesine Giriş kitabı. Ve yine Devlet Arşivleri Genel müdürlüğü yayınları faydalı olabilir. Metinler transkripleri ile verilmiş çoğunda, mesela mühimme defterlerindeki gibi.
Edebiyat alanında Muharrem Ergin'in Osmanlıca Dersleri yararlı olur.
Lûgat olarak Şemseddin Sami Bey’in Kamûs-i Türkî’sinden, Nâcî’nin Lûgat-ı Nâcî’sinden ve yine Ferit Devellioğlu’nun Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat’ından yararlanabilirsiniz.
Öğrendikten sonra da gelişim için bolca okumaya devam etmek gerekir.
Ancak en güzeli, en verimlisi yakınınzda bir Osmanlıca Öğrenme Kursu varsa ona devam etmenizdir. Bu meyanda yukarda saydığımız eserlerden ya da o kurstaki hoca veya hocalarınızın tavsiye edeceği çalışmalardan da elbette faydalanabilirsiniz.
Mâlumunuz, ilim asıl itibariyle ‘hayyen an hayyin’ alınır. Yani diriden diriye, ağızdan ağza, kalpten kalbe / anlayış ve idrâke aktarmak suretiyle elde edilir. Diğer yollar-usûller ise tâlidir, sadece bu asla yardımcıdır.
Bilmukabele dualar eder, hayır-dualarınızda unutmamanızı temenni ederim.
Kolay gelsin. Mevlâm zihin açıklığı versin. Rızâsına muvafık tarzda muvaffakıyetler nasip eylesin.
***
Not: Son devir önemli Müslüman yazarlarımızdan Mehmet Şevket Eygi beyefendi bir yazısında, eğitim-öğretim ve kültürümüzde Osmanlıca’nın yerini ve ehemmiyetini ifade için, soru-cevap üslûbiyle şöyle diyor:
*- Osmanlıca öğrenmeyen, öğrenemeyen, öğrenmemekte direnip inat eden liseli ve üniversiteli Müslüman bir genç için ne dersin:
- Yazıklar olsun ona derim.
Selamün Aleyküm Hocam
NÛR-3: Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan bir kadından başkası ile evlenmez; zina eden kadınla da ancak zina eden veya müşrik olan erkek evlenir. Bu, müminlere haram kılınmıştır. -Hocam normalde müşrik kadınla evlenmek caiz değilya,ama kişi zina etmiş ise bu ayet ışığında müşrik(ateist) bir kadınla evlenebilir mi?
Soru: enes tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Bu ayet-i celile ile ilgili açıklamaları, büyük âlim-müfessir Elmalı’lı merhumun tefsirinden nakletmeye çalışalım. Başka bir şeye, farklı tefsirlere, kaynaklara ihtiyaç olacağını zannetmiyorum. Ayet-i kerimenin tefsiri ve bahis mevzuu mesele, enine-boyuna gayet genişçe ve mükemmel bir tarzda açıklanmış. Bize de sadece okuyup anlama işi kalmış. Buyrun birlikte okuyalım:
“Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan bir kadından başkası ile nikâhlanamaz. Zina eden bir herif evlenecek olursa, alacağı karı ya bir zina etmiş kadın veya bir müşrik kadındır. Çünkü imanı ve namusu olan temiz sâliha kadınlar ondan nefret eder, ona tenezzül etmez ve etmemelidirler. Öyle heriflere olsa olsa ya kendisi gibi zina işlemiş veya Allah'a şirk koşmakta olan bir karı rağbet eder ki, Allah'a şirk koşan kadınların da iffet ve namusu şüphelidir.
Ve işte zina şirke, şirk de zinaya böyle yakındır.
Bir de nefsinde zina etmeye yatkınlık olan erkek, namus ve iffetten yoksun kadınlarla ilgi kurar, onlardan tiksinmez. Aksine şehvetini tahrik edip heva ve hevesine uyduklarından dolayı onlara kapılır. Ve bu duygu onun evlenmek hususundaki fikrini ve düşüncesini bozar da nikâha ve evlenmeye rağbet etmez. Şayet evlenecek olursa, alacağı da öyle birisi olur. Zira iffet ve namusun kıymetini bilmez, iffetli olanları takdir etmez, kendi dengini arar. Bu şekilde, erkeğin iffetsizliği, iffetsiz kadına düşmesine sebep olduğu gibi, netice olarak nikâhlayacağı kadının iffetsiz olmasına da sebep olur. Bu nükte ve incelik ile, bu âyette erkek, dişiden önce zikredilmiştir. Halbuki, önceki âyette dişi önce zikredilmişti. Çünkü dişinin görünmesi, açgözlülüğe düşürmesi, kendi isteği ve kabulü olmadıkça adı geçen zina fiili başlayamayacağından, orada suçun başı, zinanın maddesi, kadın olduğuna işaret edilmişti. Fakat nikâh mevzuuna gelince, bunda erkeğin rağbet ve isteği asıl ve ilk unsun (öncül) olduğuna ve erkeğin ahlâkının iffet bakımından kadın üzerindeki nüfuz ve tesirine işaret inceliği ve nüktesi gösterilmiştir.
Zina eden kadın; bununla da zina eden erkek veya müşrik bir erkekten başkası nikâh edemez. Yani iffet ve namusu olanlar, zina eden kadından nefret eder, nikâhına tenezzül etmez. Onu nikâh etse etse, bir zina suçu işlemiş veya zinadan sakınmamak âdetleri olduğundan dolayı ancak bir müşrik nikâh eder. Çünkü "kötü kadınlar, kötü erkeklere, kötü erkekler kötü kadınlara yaraşır" [Nûr suresi, 26] ve o yani o nikâh, mü’minlere haram kılındı. Bakara sûresinde "İman edinceye kadar müşrik kadınlarla evlenmeyin. İman etmiş bir cariye, beğenseniz bile müşrik bir kadından kesinlikle daha iyidir. İman edinceye kadar müşrik erkeklere de mümin kadınları nikâhlamayın. İnanmış bir köle müşrik bir kimseden daha hayırlıdır" [Bakara suresi, 221] âyet-i kerimesine göre, müşrik kadın ve müşrik erkekle nikâhlanmanın yasak olduğu bilinmektedir.
***
Zina eden kadını nikâhlamaya gelince...
Bu âyetin zâhirinden, bunun da mü’minlere haram ve müşrikle nikâhlanmaya yakın olduğu anlaşılıyor. Bununla beraber ihtilaf yönü de yok değildir.
1. Bazıları, “bu ayette maksat, nikâhın hükmünü izah değil, zinanın kötülüğünü açıklamadır. Burada nikâh çiftleşme manasındadır ve bu sebepten haramlık da zinanın haramlığıdır” demişlerse de anlamsızdır. Çünkü Kur'an-ı Kerim’de nikâh, hep akit “nikâhlanma” mânâsına geldiğinden, çiftleşme manası verilmesi doğru değildir. Bir de bu mânâca ayetin hiçbir fayda ifade etmemiş olacağı gösterilmiştir.
2. Hz. Âişe’den (r.anha) rivayet edilmiştir ki: “Bir erkek bir kadınla zina etse onu nikâhlayamaz, bu ayette haramdır. O işe başladığında zina etmiş olur?” Ebu Hayyan tefsirinde, Ashab-ı kiramdan İbn Mes’ud ve Bera b. Âzib’in (r.anhüma) de görüşlerinin böyle olduğu bildirilmiştir. [A.g.m. ve e. 6, 430] Fakat buna karşılık Rasûlullah Efendimizden (s.a.v.) bu mesele sorulmuş, “Evveli sifah (akılsızlık, zina) ahiri nikâhtır; haram, helâli haramlaştırmaz.” [Alûsî, Rûhu’l-Meâni fî Tefsîri’l-Kur’ani’l-Azıym,18, 88] buyurduğu nakledilmiştir. Hz. Ebu Bekir Sıddîk, İbn Ömer, İbn Abbas ve Câbir'den ve Tavus, Said b. Müseyyeb, Cabir b. Zeyd, Atâ, Hasen'den ve dört İmam'dan (radıyallahu anhum ecmaîn) naklonunan görüş de caiz oluşudur. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur'an, 12, 169; Süyûtî, ed-Dürru’l-Mansûr, 6,126-130] Ancak Fahru’r-Râzî’nin (rh.) tefsirinde zikredildiği üzere, zina eden erkek ve zina eden kadının iffetli erkek ve iffetli kadın ile; iffetli erkek ve iffetli kadının, zina eden erkek ve zina eden kadın ile evlenmesinin haram olması, Hz. Âişe ve İbn Mes'ud gibi Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali'nin (r.anhum) de mezhepleridir-görüşleridir, deniliyor. [Fahru'r-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb (Tefsîr-i Kebîr), 23, 151]
3- Hasen'in (rh.) görüşüne göre bu haramlık, belirli zina eden erkek ve zina eden kadın haklarındadır. Hadd cezası dediğimiz sopa vurulmuş zina eden erkek, ancak zina etmiş bir kadınla evlenebilir, Hz.Ali (r.a.) böylesinin nikâhını reddetti diye, rivayet edilmiştir.
4- Bazıları bu hükmün Medine-i Münevvere’de İslâm'ın başlangıç döneminde gelmiş olup, daha sonra nesh edildiğini söylemişlerdir. Said b. Müseyyeb (r.a.) bu suredeki “Aranızdaki bekârları evlendirin.” [Nûr suresi, 32] ve Nisa suresindeki “Size helâl olan kadınlardan nikâhlayın.” [Ayet: 3] ayetlerinin umumlarıyla birlikte neshedildiği rivayet edilmiş ve bu görüş yaygınlık kazanmıştır. [Alûsî, a.g.e., 9, 87] Mu‘tezile’den Cübbâî de icmâ ile nesholunmuştur, demiş. Fakat Fahru’r-Râzî (rh.) tefsirinde açıkladığı üzere, araştırmacı âlimler bu iki görüşün ikisinin de zayıf olduğunu anlatmışlardır. [Fahru’r-Râzî, a.g.e. 23,152] Çünkü nesh edenin icmâ olduğunu söylemek (doğru bir hüküm olmaz), icmânın nâsih olmayacağı Usûl-i Fıkıh ilminde sabittir. Bir de Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali (r.anhum) gibi zatların muhalefetleri bulunan bir mevzuda icmâ sahih olamaz. Bu sebepten ‘icmâ ile nesh olunmuştur’, demek doğru olmayacağı gibi mensûh olduğuna icmâ edilmiş demek de doğru değildir. Çünkü açıklandığı üzere aksi sabittir. Gerçi “Ve’n-kihu’l-eyâmâ minküm” ve “fe’n-kihuu mâ tâbe leküm mine’n-nisâi” emirleri geneldir. Fakat bunların da dinen bir engel bulunmayanlara ait olduğunda şüphe yoktur. Bundan dolayı diğer haramlar gibi buradaki haram kılınmanın da engellerden biri olması düşünülebilir. [Süyûtî, a.g.e.,6, 128, 130]
5- Abdullah b. Ömer’den, İbn Abbas’tan (r.anhüm) Mücahidden, Said b. Cübeyr'den ve yine Said b. Müseyeb'den (rahımehumullah) gelen rivayetlere göre bu ayetin iniş sebebi şudur:
Cahiliye devrinde fâhişeleri çalıştıran, kirâhâneleri (kerhane) işleten kerhâneciler vardı. İslâm geldiği vakit Medine-i Münevvere’de bunlardan Ümmü Mehzûl gibi meşhur karılarla, kapıları bayraklı, alâmetli dokuz kadar kerhâne bulunuyordu. Bu karılar, bu kerhâneciler hep müşriklerden idi. İçlerinde servet edinmiş olanları vardı. İslâm’da zina haram olduğundan bu fahişelerden bazıları, yeni Müslüman olmuş olan bazısına nikâh teklif temiş ve kabul ederlerse nafakalarını taahhüt etmek istemiş, onlar da fakirlikleri ve ihtiyaç içinde bulunduklarından dolayı Rasülullah’tan (s.a.v.) izin istemişler, bunun üzerine bu ayet-i kerime indirilmiş, o nikâhın mü'minlere haram olduğu anlatılmıştır.
Bundan dolayı bazı müfessirler, bu haramlığın nüzûl sebebi olanlara mahsus olduğunu zannetmişlerdir ki, “elif-lâmlar” ahd için demek olur. Gerçi karîne tamam olduğu zaman hüküm, nüzûl sebebine tahsis olunabilir. Fakat burada hüküm, umumi sıfat üzerine gelmiş ve bu suretle haramlığa sebep olanların şahıslarında değil; ötede zinakârlık, beride iman vasıfları arasında zıtlıkta gösterilmiştir. Bu ise tâmim, yani umumilik karînesidir. Öyle ki “lâm” ahde yorumlansa bile, hükmün kıyas ile genelleştirilmesi zorunlu olacaktır. Bundan dolayı, nüzûl sebebine mahsustur, diyenlerin muradı da bu haram kılmanın özellikle kerhâne fâhişeleri hakkında olduğunu söylemektir.
Ve bu fâhişelerin belirgin özelliği ise zinayı helâl kabul etme veya hafife alma demektir ki, küfürdür. İslâmiyetin hâkimiyeti ile o cahiliyet kalıntısı olan kerhâneler kalkmış ve hadd cezalarının konulması ve uygulanması İslâm topraklarında artık öylelerinin ortaya çıkmasına meydan bırakmamış olduğu müddetçe, bunların nev‘-i şahıslarına münhasır kalmıştır. Bundan dolayı bu hüküm, onların şahıslarına mahsus kaldı, diyenler de olmuştur. Bununla beraber;
6- Müfessirlerin çoğunun açıklamasına göre, bu haram kılma, zina edenleri nikâhlamaktan mü’minleri sakındırıp korkutmak maksadıyla mübâlağa içindir. Çünkü diyorlar; zina damgası basılmış fâsıkların peşine takılmak caiz değil, mahzurludur. Fâsıklara benzemesine, töhmet mevkiinde bulunmasına, hakkında kötü lâkırdılar edilmesine ve daha birçok bozgunculuğa sebeptir. Günahkârlar topluluğunda oturmakta bile günahlar işlemeye mâruz kalmak tehlikesi ne kadar çoktur! Artık zina eden kadınlarla, kahpelerle evlenmek nasıl olur? “Aranızdaki bekârları, kölelerinizden ve cariyelerinizden iyi olanları evlendirin” [Nûr suresi, 32] emrindeki “salâh: iyi olanlar” kaydında da bu mânânaya dikkat çekilmiştir. Ancak bir mü’min, kaçınılması gereken böyle haram bir nikâhı -faraza- yapmış olsa, o nikâh nikâh olur mu? Yoksa o da bir zina mı olur?
7- Şimdi bunu özetlemekle ayetin mânâsını tesbit edelim. Burada üç kısım vardır:
a) Müşrikler, b) Zinayı helâl kabul edip hafife alanlar, c) Bir de böyle olmayanlar.
Birincisi: Herhangi bir mü’min erkeğin veya mü’mine kadının, şirk koşan bir kadın veya şirk koşan bir erkekle nikâhı sahih olmaz, kesinlikle haramdır, o bir zina olur.
İkincisi: Zina eden erkek ve zina eden kadın, ayetin nüzûl sebebi olan kerhâneciler ve sermaye olarak kullandıkları kadınlar gibi zinayı helâl gören veya zinayı hafife alan takımdan ise, haramlığı nass ile belirtilmiş olanı helâl kabul etme veya hafife alma küfür olduğu için, bunlar müşrik hükmünde olduklarından, nikâhları nikâh olmaz, kesinlikle haramdır, müşrik nikâhı gibidir. Onun için ayette zina eden erkek ve kadın, müşrik erkek ve kadına denk tutulmuş, “Bu mü’minlere haram kılınmıştır” buyurulmuştur. Ayet bu iki kısmın nikâhının haram oluşuna delildir. Ancak gerçekten tevbe etmiş olanlar başkadır.
Üçüncüsü: Helâl sayma veya hafife alma gibi küfür delili olmayarak zinası tesbit olunmuş, önceden de başından hiç nikâh geçmemiş ise, iffet sahibi mü’minlerin bunları nikâhlamaları tahrîmen mekruh, fakat nikâhları sahih olur. Ayet-i celilenn tahrîminin bu kısmı içine aldığı hususunda bir çeşit şüphe vardır. Onun için içtihada yol açmıştır. İşte zikredilen ihtilaf, bu kısım hakkındadır. Yalnız Hz. Âişe ve İbn Mes’ud ve Bera b. Âzib (r.anhum) hiçbirisinde nikâhlanmayı uygun bulmamış, bu kısmın haramlığını da diğer iki kısım derecesinde tutmuşlardır.
İşte zinanın sonucu öyle azab, böyle mahrum bırakmaktır. Mü’min olanların zinadan sakınmaları ve cezasını uygulamaları farz olduğu gibi, zânî ve zâniyeyi nikâhlamaktan kaçınmaları ve birbirlerini böyle töhmetlerden korumaları da gerekir.” [Bkz. M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Nûr suresi, 3. Ayet tefsiri]
“N e t i c e
Meseleyi özetle söylemek gerkirse; zinayı helâl sayanlar, ancak zina eden ve yine kendisi gibi zinayı haram helâl sayan (kâfir) biriyle evlenebilir. Çünkü haramı helâl kabul etmek küfrü gerektirir. Erkek olsun kadın olsun mü’minler kâfirlerle evlenemezler.
Zinanın haram olduğunu kabul edip nefsine uyarak zina etmiş bir mü’minin, zina etmeyen birisiyle evlenmesi ise, harama yakın mekruh olmakla beraber nikâhlanmaları sahihtir / evlenmeleri fıkhen-hukuken geçerlidir. Fakat ihtiyat ve takvâ / dinde hassasiyet ve dindarlık bundan da kaçınmayı gerektirir. Binaenaleyh sâlih mü’minler, sâliha hanımlarla evlenmeyi tercih etmelidir.
Ayrıca âdap ve şartlarına uyularak ihlâsla (içten-samimi olarak) yapılan tevbelerin ind-i Bârî’de kabul edileceğine dair de mutlaka ümitvâr olmamız lâzım. Çünkü Rabbimizin (c.c.) rahmeti çok büyüktür, afv u mağfireti pek geniştir. O, gafûru’r-rahîmdir. O’nun rahmetinden ümit kesilmez, azabından da emin olunmaz. Mü’min daima korku ve ümit arasında olmalıdır.
Evradı Bahaiyye..?
Soru: Türkan yılmaz tarafından yazıldı. Kategori: Soru – Cevap
*******
Selamün aleyküm.
Evrâd-ı Bahaiyye, Silsile-i Zeheb’in (k.esrârahum) 15’inci halkasını teşkil eden Şâh-ı Nakşibend Muhammed Bahauddîn (k.s. d. 718/ 1318 – v. 791/ 1389) hazretlerinin evrâd-ı şerifeleridir.
Fazla teferruâta girmeden bir nebze bahsedebiliriz.
Bu Evrâd-ı Şerif, her nevi hayırların, menfaatlerin celbi (temini-getirilmesi), kötülüklerin def’i / giderilmesi, mânevî terakkî ve inkişâfların husûli maksat ve gayesiyle, ehlinden izinle okunur. Öyle ulu-orta, kafana göre değil. Fakat unutmamak gerekir ki; günah veya dinen memnu‘ ve mahzurlu olan birşey için okunmasında, dua kabul edilmeyeceği gibi okuyan da günahkâr olur, zarar görür.
Şâh-ı Nakşibend hazretleri, “Bana bu evrâdı Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) âlemi mânâda öğretti. Her gece bana ders verip tâlim ederdi. Hatta yanında ezberledim” buyurmuşlardır. [Bkz. Hamza bin Şemsad, Menbau’l-Esrâr]
Ve yine aynı zat: “Evrâd’ın içinde İsm-i A‘zam'ın 2 kere zikrolunduğunu ve bu ismi 40 kere tecrübe ettiğini söyleyerek, ne zaman ki kitabımda bu ism-i şerifin hangi yerde olduğunu beyan etmek murad ettiysem, her seferinde elim tutmaz, dilim lâl (konuşamaz) oldu. Anladım ki bu mevzuda bana izin verilmiyor” demiştir.
Şeyh Ebu Ahmed (k.s.) şöyle buyurdu: “Evrâdın içinde bir ism-i şerif vardır ki, yer ile gök hazinelerinin kapıları bu isimle açılır”.
Muhammed Dımeşkî’den (k.s.) rivayet olundu ki; ‘Kim bu evrâdı hâlis bir niyet ile okursa, bedeninden bütün hastalıklar Allah Teâla’nın izni ile kalkar”.
Bazı rivayetlerde ise Evrâd-ı Bahaiyye hakkında şu dikkat çekici açıklamaları görüyoruz:
‘Kim bu evrâdı okursa, Allah Teâla ona nûr, hikmet ve yakîn ihsan eder. Sihirden, hasetten, nazardan korur; onun bütün sıkıntı ve üzüntülerini giderir. Ona izzet kapısı açılır’.
‘Bir kimse bu evrâdı okursa, ehl-i beyti arasında (ailesi içinde) kavgası olmaz, dirlik ve sevgi içinde geçinir. Ve onun üzerine nûrdan bir çadır kurulur, cinler ve şeytanlar o çadırı geçip eve giremezler’.
‘Her ne murad (hayırlı bir istek ve ihtiyaç) için okunursa, Allah Teâla’nın izni ile kabul olunacağı bildirilmiştir’.
Sorduğunuz bu hususla alakalı ilave bilgi için ayrıca bkz.
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/903-evrad-i-serif-nedir.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1159-rabita-evrad.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1122-evradi-serif.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/2396-buyu-ve-cin-tasallutu.html
Selamün Aleyküm Hocam. Fatih Sultan Mehmet Han'ın eniştesi Tuna Hanı Seyyid İdris Bey kimdir? Hayatı hakkında malumatınız var mı hocam. Soru: bilal tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
*******
Ve aleyküm selâm kardeşim;
Maalesef o mevzuda pek de kayda değer bir bilgimiz yok. Bildiklerimiz sadece büyüklerimizden şifahen dinlediklerimiz, zamanla bazı yazışma ve satırlara geçmiş kayıtlardan ibaret. Sizlerin de pekâlâ bildiğinizi tahmin ettiğimiz o özet bilgileri, dilerseniz, kırık-dökük cümlelerle de olsa teberrüken nakletmeye çalışalım.
Şöyle ki:
Üstâzımız Süleyman Hilmi Tunahan Efendi (k.s. h.1304/m.1888) hazretlerinin mübarek şecereleri, mâlumunuz, ceddi İdris Bey’e (r.aleyh) dayanıyor. Binaenaleyh ilim ve irfan ehli, tasavvuf neşvesine sahip, fazilet erbabı ve dahi seyyid ve şerif olan asil bir âiledendir.
Sizin de mesajınızda işaret ettiğiniz gibi ceddimiz İdris Bey (r.aleyh), Ebu’l-Feth Sultan II. Mehmet (k.s.) tarafından Tuna Hân’ı nasbedilmiş ve kendisine kız kardeşi tezvic edilmiş bir zâttır. Bu itibarla Hz. Fatih’in (k.s.) eniştesidir.
İdris Bey’in (r.aleyh) Tuna’ya Hân olarak nasbedilmesi ise şöyle olmuştur:
Fatih Sultan Mehmet (k.s.) hazretleri, pâdişahlığı zamanında Rasül-i Zîşan Efendimize (s.a.v.) fart-ı muhabbetlerinden (aşırı derecedeki sevgilerinden) dolayı ‘yeryüzünde Evlâd-ı Rasûl’den kimler kalmıştır’ diye araştırmışlar. Ve bu araştırma neticesi Türkistan’da şeceresine hiç şâibe karışmamış olduğunu tesbit ettikleri İdris Bey’i (r.aleyh) bulunca, kendi kız kardeşi ile onu evlendirip Tuna havâlisinin Hânı olarak nasbetmiş... Ve o havâlinin vergi vesâir mükellefiyetini tedvir için onu vazifelendirmiştir. İdris Bey ve kendinden sonraki ahfâdı bu vazifeyi yürütmüşlerdir.
Üstâzımız Süleyman Efendi (k.s.) hazretlerinin muhterem babaları Osman Bey’e (r.aleyh) kadar bu durum devam etmiştir.
İrsen-neseben bu yakınlıkları sebebiyledir ki, Hz. Üstâzımız (k.s.) ile mübarek cedleri Hz. Fatih’in (k.s.) birbirlerine çok benzedikleri bilinir. Hatta o kadar ki, bu benzerlik ressamları bile hayrete düşürür! Nitekim bir defasında Ankara’yı teşriflerinde gara geldikleri zaman trenden inmek üzere iken bir hanım;
- “Efendim siz kimsiniz?” diye sorar. Kendileri,
- “Kızım neden merak ettiniz” deyince;
- “Efendim ben ressamım, İstanbul’dan beri trende sizi takip ediyorum. Yandan görünüşünüzle aynen Fatih Sultan Mehmet (k.s.) hazretlerine benziyorsunuz” deyince, Hazretimiz (k.s.);
- “Evet kızım, ben onun neslindenim; şecerem vardır, gösterebilirim” buyururlar.
***
Daha etraflı ve de sıhhatli bilgi edinebilirsek, gene paylaşmaya gayret ederiz inşâallah...