Selamun aleyküm hocam.. Peygamberimiz gerçekten 18 bin aleme peygamber olarak gönderilmiş midir, gerçekten 18 bin tane alem var mıdır? Süleyman Doğan
*******
Ve aleyküm selâm...
Allah Teala Kur’an-ı Kerim’de en başta Fâtiha-yı şerifede olmak üzere birçok ayette, “Rabbi’l-âlemîn (âlemlerin Rabbi)” beyanı ile âlemlerden, yani zâtı dışındaki yaratıklardan bahsetmektedir. Bu kelime Türkçe’ye, ‘varlıklar’ olarak tercüme edilebilir. Varlıklar ise bizim aklımız ve mantığımızla bir sayı ile sınırlanamaz. Binaenaleyh 18 bin âlem tâbiri/terkibi kesretten (çokluktan) kinayedir… Mevcudatın/varlıkların çok olduğunu belirtmek için kullanılmıştır, gerçek bir sayı belirtmek için değildir.
Kâinatta dünya, insan, cin, diğer canlılar, gezegenler, yıldızlar ve galaksiler gibi bir görünen âlemler var; bir de görünmeyen âlemler vardır. Bahusus melekler âlemi…
Göklerde binlerce âlem var. Yıldızların bir kısmı her biri birer âlem olabilir. Yerde de her bir cins mahlûkat (varlıklar) birer âlemdir. Hattâ her bir insan dahi küçük bir âlemdir (âlem-i sağîr). O bakımdan âlemleri bir rakamla tahdit etmek/sınırlamak mümkün olmadığı gibi, doğru da olmaz. Nitekim bir ayet-i celilede şöyle buyrulmuştur:
“Şayet yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de arkasından yedi deniz katılarak (mürekkep olsa) yine Allah'ın kelimeleri/sözleri (yazmakla) tükenmez. Şüphe yok ki Allah mutlak galip ve hikmet sahibidir.” [Lokman suresi, 27] ‘Allah’ın kelimeleri tükenmez’ cümlesindeki ‘kelimeler’ kavline, ‘âlemler’ diyebilirsiniz… Yani Allah’ın âlemleri/varlıkları o kadar çok ve geniştir…
Meselâ gökyüzünde yıldızlara ve yıldız topluluğu olan galaksilere bakalım... Kâinattaki galaksilerin durumu büyük bir çayırda bir çimen yaprağının durumundan farklı değildir. Dünyanın en güçlü optik teleskopu olan ve Amerika’da bulunan Mount Palomer Rasathanesindeki 200 inçlik Hale Teleskopunun gözlem sahası içine 800 milyon galaksi girmektedir. Ya bütün kâinatta ne kadar galaksi var? Belki yüz milyar, belki daha fazla… Bu mevzuda tahmin yürütmek bile imkânsız. Çoğunluğu 100 milyar civarında yıldız bulunduran bu sayısız galaksiler içinde bin milyardan fazla yıldızı bulunanlar da vardır. Bu yıldızların her biri güneşten binlerce kat büyüklüktedir.
Bir de arza dönelim, yeryüzüne inelim… Yeryüzünde bulunan canlı-cansız her bir tür varlık birer ayrı âlem… Ağaçlar, çiçekler, böcekler, kuşlar, balıklar ve saire bütün varlıklar birer farklı âlem... Dünyada mevcut olup da göremediklerimiz, onlar da apayrı âlem… Ya görünmeyen âlemler… Gerek ‘Âlem-i Halk’ gerekse kendilerinde zaman ve mekân bahis mevzuu olmayan ‘Âlem-i Emr’… Bunları akılla, mantıkla, bilimle anlamak-kavramak imkânı yoktur. Ancak nakle/nasslara kulak ve gönül vererek bildirilenler üzerinde bilgi sahibi olur, tefekkür edebiliriz.
***
Topyekûn âlemlere rahmet olarak gönderilen [Bkz. Enbiya suresi, 107] Son Peygamber Rasûl-i zîşân Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimiz, diğer peyganberler (aleyhimüsselâm) gibi herhangi bir kavme-kabileye, şehre- kasabaya ya da beldeye-bölgeye değil, tabii ki 18 bin âleme peygamber olarak gönderilmiştir... Sadece bir medeniyetten, bir milletten ya da bir âlemden söz etmiyoruz... Bütün âlemlerdeki ‘iman edin’ İlahi emrine muhatap olan yaratıkların (ins ve cinnin) tamamından bahsediyoruz... ''18 bin âlemin Mustafa'sı (s.a.v) / Adı güzel kendi güzel Muhammed (s.a.v.)'' diyoruz. Burada da kastedilen sayının kendisi değil, âlemin çokluğunun ifadesidir.
Hâsıl-ı kelâm netice-i merâm;
'Semada âleme ziya veren güneş bir olduğu gibi, Muhammediyyü’l-meşreb ve sâhib-i irşâd olan vâris-i hakiki de arz’da (yeryüzünde) birdir. Vücûd-i Nebî (s.a.v.) dinin merkezi olan arz’da ise de, Rûhâniyet-i Rasûlullah, diğer âlemlere de tebliğ-i ahkâm eylediği gibi, vâris-i hakiki olan zatın vazifesi de, O’na tebaan öyledir. Ve bütün kâmiller, kandillereni ondan yakarlar.'
Selamün aleyküm hocam,
Mutlaka sorulmuştur ama aradım bulamadım.Lütfedip yazarsanız veyahut bir link gönderirseniz memnun olurum.Bazı surelerin ve ayetlerin hatim olabilmesi için kaçar defa okunması icap ediyor? Mesela Fetih Suresi gibi... İlginiz için teşekkür ederim.
Es-Selamu Aleykum Halis abi.. Bir sorum olacaktı acizane..
Mübarek Üstazımızın sözlerinden olan: "Bize gelinceye kadar bütün piran, bu alemden giderken, kendilerinden sonra, kendileri gibi yetiştirdikleri birisini vazifelendirerek bu alemden gitmişlerdir. Yalnız bana mahsus olmak üzere ben bu alemden gittikten sonra benim tasarrufum daha 40 yıl devam edecektir."
Buradaki 40 yıldaki hikmet nedir?Tecelliyatın 40 yıl sonra biteceğine ya da ilahi nurun başka bir zata geçeceğine mi işarettir..Yoksa ki 40 yıldan maksat uzun yıllar kıyamete kadar devam edecektir manasına mıdır?
Bir başka konu ise Mübarek Üstazımızın ahirete irtihali ile müceddidin silsilesi malumunuz 33 te son bulmuştur.. Bazı çevrelerce silsilenin son bulmayacağı söylenir ve kendilerinin halifelerini de silsileye dahil ederler.. Burada ki ince manayı ben şu şekilde anlamaktayım.. Üstazımız son kutuplar kutbu (kutbul aktab) olarak gelmiştir ve 33 sırayı teşkil ederek kendisinden sonra beklenen Mehdi (as) olduğu için ahir zamana geçileceği için halife bırakmamıştır ve silsile bu şekilde 33 olarak kapanmıştır..Ve bu şekilde Müceddidin hazeratı mübarek üstazımız ile son bulmuştur.. Günümüzde ki nakşi kolları şuan için halidiyye kolunun devam ettiğini ve kendilerinin halidiyye koluna mensup olduklarını söylemektedirler.. Mevlana Halid-i Bağdadi hazretlerinden sonra silsile halidyye koluna dönmüştür demektedirler.. Bizim silsilemiz de malumunuz Mevlana Halid-i Bağdadi hazretleri bulunmamaktadır.. Neye göre bu mübarek zat silsileye dahil olmuştur ve vasfı kutublar kutbu mudur?Buradaki manayıda size acizane sormak isterim.. Allah razı olsun.. Es-Selamu Aleykum.
*******
Ve aleyküm selam değerli kardeşim;
1. Bilindiği üzere İslamî ilimler ve irfan sahamızda sayıların farklı bir yeri ve esrârı vardır. Mesela 1, 3, 5, 7, 11, 40… gibi.
40 rakamı umumiyetle kemâl/olgunluk, tamamiyet, mükemmellik, daha çok da “fazlalık-ziyadelik” manasında kullanılmaktadır. Mesela;
“Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.”
"Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır."
"Kırk fırın ekmek yemek..."
"Kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi."
"Katrını kırk yıl kaynatsan olmaz şeker"...
… gibi bir çok tabirimizde, 40 rakamı ile kastedilen kırk sayısının kendisi değil, ziyadelik-fazlalık-çokluk manasıdır.
Üstâzımız Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) hazretlerinin, işaret ettiğiniz sözlerindeki “40 sene”den kasıt da, âcizane kanaatim; ‘irşad vazifemiz, daha nice uzun yıllar devam edecek’ demektir. Yoksa vefatımızın üzerinden kırk yıl geçtikten sonra bitecek manasında değildir, öyle anlaşılmamalıdır.
***
2. Evet Silsile-i Aliyye, 33’üncü ve son halkayı teşkil eden Hz. Üstazımızla (k.s.) tamamlanmış, tekemmül etmiş, son bulmuştur. Bazılarının öyle veya böyle söylemelerinin bir kıymet-i harbiyesi olmaz, neticeyi değiştirmez. Nitekim buyurmuşlardır ki, “Enbiya silsilesi olduğu gibi evliya silsilesi de vardır. Enbiyanın hâtemi (sonu) Hz. Fahr-i Âlem (s.a.v.) olduğu gibi evliya (mürşid-i kâmil u mükemmil) silsilesinin sonu da O’nun vârisidir.” [Ali Erol, Hatıratım, s. 50]
Dikkatten kaçan bir husus var, unutmamak lazım; mürşid-i kâmillerin halifeleri, silsile’ye dahil değildir. Dahil edersen, yanlış olur; dolayısiyle bu hata, zincirleme sürgit devam eder gider. Aynen başta yanlış iliklenen düğme gibi sonuna kadar sürer hata... Tabii sürmesine sürer, devam etmesine eder de, bu hatalı zincir kime ne fayda sağlar? Birilerini/belli zümreleri tatminden öte neye yarar?!
Üstâzımız (k.s. hazretleri yine buyururlar ki: “Semada âleme ziya veren güneş bir olduğu gibi, Muhammediyyü’l-meşreb ve sahib-i irşâd olan vâris-i hakiki de arz’da birdir. Vücûd-i Nebî (s.a.v.) dinin merkezi olan arz’da ise de, Ruhaniyet-i Rasûlullah, diğer âlemlere de tebliğ-i ahkâm eylediği gibi, vâris-i hakiki olan zatın vazifesi de, O’na tebean öyledir. Ve bütün kâmiller, kandillereni ondan yakarlar.” [Ali Erol, a.g.e., s. 22] “Cihanın nuru, merkez-i tecelli-yi zât olan Vâris-i Muhammedî’nin kalb-i şerifinden dağıldığından, bütün tarikatler feyz almak için ona muhtaç ve irtibat kurmaya mecburdurlar.” [Ali Erol, a.g.e., s. 32]
Bir başka sohbetlerinde de şöyle buyurmuşlardır: “Bu yolun büyüklerine diğer tarikatlerden mürşid olarak ziyarete gelenler, mürid olarak avdet ettiler. 12 tarîk cümlesi haktır. Lâkin, İmâm-ı Rabbânî yolundan gayri cümlesinin nuru halen kesilmiş/münkati’ olmuştur.” [Ali Erol, a.g.e., s. 31. Açaklama: On iki büyük / ana tarikatın isimleri şunlardır: Nakşîlik… Kadirîlik… Halvetîlik… Şâzelîlik… Bedevîlik… Mevlevîlik… Cerrâhîlik… Sünnî Bektaşîlik… Desûkiyye… Sa‘diyye… Yeseviyye… Kübreviyye… Bunlardan, kurb-i nübüvvet yolunu takip edenler de, kurb-i velâyet yolu üzere yürüyenler de esasta, temelde, usûlde birdir.]
Velhasıl; Üstâzımız kutbü’l-aktâb’dır, bunda zerre kadar kuşkumuz, tereddüdümüz yok hamdolsun. Şüphesi olanlar, en basitinden Lâdikli Ahmed Ağa’nın anlattıklarına kulak verebilirler, YouTube'dan dinleyebilirler. Bk.
https://www.youtube.com/watch?v=3fPB2wd4iEc
Kutbü’l-aktâb hakkında geniş bilgi için ayrıca bkz.
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/360-kutup-ve-kutb-u-aktap-hakkinda.html
***
Hz. Mehdî meselesi için de bkz. http://www.halisece.com/islami-yazilar-ve-makeleler/399-qmehdiq-ne-demektir-ve-ahir-zamanda-gelecegi-bildirilen-mehdi-kimdir.html
Bu makalede her şeyi net bir şekilde göreceksiniz. Ancak İmam-ı Rabbani (k.s.) hazretlerinin şu sözlerini buraya da aynen aktarmak isterim: “Öyle zannediyorum/o kanaatteyim ki, ekmel-i velâyetle geleceği va‘dedilen Mehdî (aleyhirrıdvân), bu nisbet (yani kendisinin mensûbu bulunduğu Tarîkat-ı Aliyye-i Nakşibediyye-i Müceddidîn kolu) üzere olacak ve bu Silsile-i Aliyye’yi tamamlayıp ikmâl edecektir. (Bu zincirin son halkası o olacaktır.)” [el-Mektûbât, 1, 251]
***
Mevlana Halid-i Bağdadi, Halidîler meselesine gelince…
İrşada salahiyetli mürşid-i kâmil ü mükemmil başka, mürşid-i kâmilin vazifelendirdiği halife başkadır. Evliya olmak (velayetin herhangi bir mertebesinde bulunmak) ayrı, irşâda salahiyteli vâris-i rasûl/şeyh-i kâmil olmak apayrı bir şeydir. Silsile-i Sâdât-ı Nakşibendiyy-i Aliyye zincirindeki esas isim listesi/sıralaması değişmiyor. Aslolan silsile belli. Hâfız Ebû Said Sâhib (k.s.) hazretleri, asıl silsilenin 29’uncu halkası. Ondan sonrası da bizce malum… Bkz. http://www.halisece.com/islami-yazilar-ve-makeleler/23-tasavvuf/220-qsilsileq-nedir-tasavvufta-qsilsileq-neye-denir.html
Ama bazı halifelerin adıyla anılan kollar var; Hâlidiyye gibi… Oysa Mevlana Halid-i Bağdadi 33 silsilenin halkalarından biri değildir, bağlı bulunduğu zatın halifesidir. Onu sevenlerin, müntesibi bulunanların kabul edip etmemesi bu sahada bir şeyi değiştirmez.
Bir başka ayrıntı: Silsile-i Aliyye hazeratı içerisinden tütün kullanan yoktur. Ama bu zat (Halid-i Bağdadi) sigara içiyordu. Irak'tan Şam'a gidip yerleşince Şam âlimleri kendisini ziyarette bulundular. Âlim ve âmil olduğu için onların muhabbet ve takdirlerini kazanmıştı. Ancak sigara içtiği için tenkide maruz kalmıştı…. Sonra da Halid-i Bağdadi onların hatırı için sigarayı terketti.
Kısacası Silsile-i Sâdât listesinin dışında kalan isimler, evliya da olsalar belli bölge veya muayyen topluluklar için vazifelendirilmiş zatlardır; buna da kısaca, mürşid-i kâmilin halifesi/halifeleri deniliyor tasavvuf ıstılahında…
S.a. hocam; geçmiş yıllarda bir 5 haftalık bir de 8 haftalık hamilelik durumumda kürtaj yaptırdım, çok pişmanım, gurre diye bir duydum, bu ne demek, suçumun cezası neyse ödemek ve bu sıkıntıdan kurtulmak istiyorum. cevabınızı bekliyorum. Allah razi olsun – Reyhan Çakırgil / Avusturya
*******
Ve aleyküm selam…
Sorunuza, “gurre” kelimesinin açıklamasıyla başlayalım. Kelime olarak gurre; aklık, parlaklık, atın alnındaki beyazlık, kamerî ayların ilk gecesi ve günü manalarına gelir. Cem’îsi/çoğulu gurer'dir. İslâm fıkhında bir tabir olarak, ana karnındaki cenînin suç işleme yoluyla düşmesine sebep olan kimsenin ödeyeceği tazminat demektir.
İslâm'da insanın can, ırz, mal dokunulmazlığı gibi temel hakları vardır. Yaşama hakkı en başta gelir. Bu yüzden çocuk ana karnına düştüğü andan itibaren koruma altına alınmış, ona zarar verene bazı dünyevî veya uhrevî cezalar konulmuştur. Bir kimse ana-baba veya bunlardan başkası olsun hâmile bir kadının karnına veya sırtına yahut yanlarına ya da başına veyahut uzuvlarından herhangi bir uzvuna vurduğu yahut da onu dövmek, öldürmek, azarlamakla korkuttuğu zaman, kadın çocuğunu düşürürse iki durum akla gelir:
- Çocuk ya ölü,
- Ya da diri olarak düşmüştür.
Cenîn, annesinden ölü olarak ayrıldığı zaman düşmesine sebep olanın cezası cenînin diyetidir. Cenînin diyeti ise erkek olsun dişi olsun, suç kasden veya hata yolu ile işlenmiş bulunsun; gurre’dir. Gurrenin miktarı beş deve, yani diyetin yirmide biri veya buna denk olan nakit paradır. Bu da Hanefîlere göre 50 dinar (200 gr. altın para) veya 500 dirhem (1.400 gr.) gümüştür. Diğer çoğunluk fakihlere/hukukçulara göre ise, 600 dirhem (1.680 gr.) gümüştür [el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', V, 325; İbn Kudâme, el-Muğnî, V, 799; İbn Rüşd Bidâyetü'l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesıd, II, 407]
Ebû Hüreyre'den (r.a.), şöyle dediği nakledilmiştir: "Hüzeyl kabîlesinden iki kadın kavga ettiler. Bunlardan birisi diğerine bir taş attı, karnındaki cenîni öldürdü. Rasûlullah’ın (s.a.v.) önünde mahkemeleştiler. Nebî (s.a.v.) kadının âkılesinin (diyet ödemeyi yüklenen kimse veya kimselerin)cenînin diyeti olan gurreyi ödemesine hükmetti." [Müslim, Sahih, Kasâme, 36; Buhârî, Sahih, Tıb, 468, Ebû Dâvûd, Sünen, Diyât, 19; Nesâî, Sünen, Kasâme, 39; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II-274, 535; ed-Dârimî, Sünen, Diyât, 21]
Cenînin düşmesine “kasden” sebep olan suçlunun gurre’yi kendi malından ödemesi gerekir. Cinsi altın veya gümüşten olur. “Kasd”ı yalnız Mâlikiler mümkün görür. Hata yoluyla öldürmede, suçlunun diyetinin üçte bir ve daha fazla olması hâlinde ise gurre âkıleye aittir. İslâm âlimlerinin/fakihlerinin çoğunluğuna göre bu mevzudaki suç, hata veya "şibh amd (kaste benzer)” yoluyla işlenebilir ve diyeti âkile yüklenir. Burada cumhûra/çoğunluğa göre suçlu âkileden biridir. Hanefîlere göre anne, cenîni ilaçla veya bazı fiillerle kocasının izni olmaksızın düşürdüğü zaman gurre’yi âkilenin tazmin etmesi gerekir. Eğer koca, cenîni düşürmek için izin vermiş olur veya kadının kasdı bulunmazsa, haddi tecavüz olmadığı için gurre gerekmez. [İbn Kudâme, el-Muğnî, VII, 716; Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî, VI, 364] Gurre cezası bir yılda, diyet üç yılda; zimmînin diyeti gibi, Müslümanın diyetinin üçte bir miktarındaki diyet ise bir yılda ödenir.
Dört mezheb imamı da gurre’nin asabe ve ashab-ı ferâiz kabîlinden cenînin hısımlarına miras hisselerine göre paylaştırılacağı hususunda görüş birliği etmişlerdir. Ancak suçlu baba olursa gurre’den bir pay alamaz. Çünkü haksız olarak öldüren durumundadır. Kâtil ise öldürdüğü kimseden miras alamaz. [Ebû Dâvûd, Sünen, Diyât, 18; Tirmizî, Sünen, Ferâiz, 17; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 49]
Hanefîlere göre burada yaratılışı tamamlanmış cenîn ölü olarak düştüğü zaman suçluya keffâret gerekmez; ancak, kendi isteği ile Allah'a tekarrub (yaklaşmak) için gücünün yettiği ölçüde hayır yapıp Allah'a istiğfâr etmesi uygun görülmüştür. [el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyî, VII, 326, İbn Âbidîn, Reddû'l-Muhtâr, V. 418]
Cenîn ana karnından diri olarak ayrıldıktan sonra, suç sayılan fiil sebebiyle ölse, Hanefilere göre bu fiil kasten yapılmış kabul edilmez; "Şibh-i amd" (kasta benzer) veya hata yoluyla işlenmiş sayılır. Çünkü kasta kadar, cenînin meydana gelmesi ve yaşaması gerçekleşmez. Bu yüzden tam diyet cezası gerekir ve suçlu, diyetten bir paya vâris olamaz. Hanefiler bu durumda ayrıca keffâret cezasını gerekli görürler. Cenîn ikiz, üçüz olursa diyet de buna göre katlanır. Anne, vurmadan dolayı cenînin ölümünden sonra ölse yahut cenîn, annenin ölümünden sonra diri olarak çıkıp sonra ölse, suçluya iki diyet gerekir. Birisi anne, diğeri cenîn için. Cenîn annenin ölümünden sonra ölü olarak çıkarsa suçluya yalnız annenin diyeti gerekir; Cenîn için birşey gerekmez, sadece ta'zir cezası uygulanır. Çünkü suçun, cenînin ölümü veya düşmesine yol açtığını gösteren kesin bir delil yoktur. Üstelik cenînin, annenin ölümü sebebiyle ölmesi muhtemeldir. Bu takdirde cenîn, annenin bir uzvu mesâbesinde sayılır. [el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyî, VII, 326, VIII, 326; İbn Abi, dîn, Reddü'l-Muhtâr, V, 417; İbn Kudâme, el-Muğnî, VIII, 811 İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid, II, 408]
Hanefilere göre, gayrimüslim kadının çocuğu için de gurre cezası uygulanır. Çünkü kâfirin diyeti Müslümanın diyeti gibidir.
***
Kürtaj ve çocuk düşürme meselesi…
Çocuk aldırmak veya düşürmek dinen kabul edilebilecek bir zarurete dayanmadıkça cinayet sayılmaktadır. Ama annenin hayatını tehlikeye düşürücü bir vaziyette kürtaj, mesleğinde mahir/uzman bir doktorun kararıyla olursa caizdir.
Hanefi mezhebine göre doğuma mâni olmayı mubah kılan mazeretler şunlardır:
1. Hamileliğin, emzirmekte olduğu çocuğun sütüne zarar vermesi ve babanın sütanne tutacak güçte olmaması…
2. Ortamın bozuk olup İslamî terbiyenin mümkün olmaması…
3. Kadın hasta olup, alanında uzman ve Müslüman doktor tarafından hamileliği sebebiyle hastalığının artacağı veya bir hastalığın ortaya çıkacağının söylenmesi. [İbn Âbidîn, Reddü'l Muhtar, 2, 380]
Görüldüğü üzere fakirlik ve rızık meselesi bu mevzuda doğrudan bir sebep olarak kabul edilmemiştir. Dinî/meşru hiçbir zaruret olmadan yapılan kürtajın cinayet olduğu zikredilmiştir. Şimdi de bu cinayetin kısaca derecelerini görelim:
a) İlk kademesi: Bu dönem, meninin ana rahminde kadının menisiyle birleşip hayatı kabul edecek bir vaziyete gelmesidir. Bu vaziyetteyken yuvayı bozmak mekruhtur. Bu devre ilk 40 gündür ve nutfe devresidir. Donmuş kan ve et parçasına intikal ettikten sonra onu düşürmek veya aldırmak kerahet-i tahrimiye ile mekruhtur. Bu devre 40 ile 80 gün arasıdır ve alaka devresidir.
Demek oluyor ki sizin ilk kürtajınızın hükmü tenzihî mekruh, ikincisinin ise tahrîmî mekruhtur. Tevbe ve istiğfar ediniz. İmkânınız nisbetinde sadaka veriniz. Hatta mümkünse keffaret orucu tutunuz, tutamıyorsanız oruç keffareti (60 fakire birer fidye) veriniz.
b) Yaratılış tamamlandıktan sonra yani 4 aydan sonra düşürmek veya kürtaj yaptırmak bi’l-ittifak haramdır. [el-Gazâlî, İhyû Ulumiddîn (Terc.) 2, 133] Çünkü 120 günden sonra cenine ruh üflenir. O bakımdan, bu zaman zarfında yani ilk 120 gün (4 ay) içinde meşru bir zaruretten dolayı aldırmak caizdir. [İbn Âbidîn, Terc. A. Davudoğlu, İstanbul 1983, VI, 32 vd.]
Çocuk canlandıktan (4 aydan) sonra ise asla caiz değildir; yapılırsa cinayettir, katildir. [Bilmen, Ö.N., Hukuk-ı İslamiye Kamusu, 3, 149] Bunu yapanların, -yukarıda genişçe açıklandığı üzere- şayet çocuk canlı doğar sonra ölürse, katil diyeti vermeleri ve katil keffareti yapmaları gerekir. Anne karnında ölürse ‘gurre’ lazım gelir. Gurrenin miktarı da beş deve, yani diyetin yirmide biri veya buna denk olan nakit paradır. Bu da Hanefîlere göre 50 dinar (200 gr. altın para) veya 500 dirhem (1.400 gr.) gümüştür.
Hocam slamun aleyküm allah razı olsun calışmlarınız için bi mevzu vardı onunla alakalı yazınız varsa sizdn istifade etmek isterim mevzu Ehl-i Sünnetin Ashab-ı Kiram Hakkındaki İ'tikadı bununla alaklaı bu garip kardşinizi aydınlatırsanız sevinirim allah razı olsun en kısa zamanda iştiyakla bekliyorum yazınızı teşekkür ederim hayırlı akşamlar
Devamını oku: Ehl-i Sünnetin Ashab-ı Kiram Hakkındaki İ'tikadı