Soru: Mehmet Nedim tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
*******
Selamün aleyküm.
Sünnete, usûle-âdaba uygun istibranın nasıl yapıldığı ve yapılacağıyla alakalı bilgi için lütfen aşağıdaki linklere bkz. Mesele o cevabi yazılarda en hurda teferruatına varıncaya kadar açıklanmış, anlatılmıştır. Onlara ilave edilecek bir şey yok.
http://halisece.com/sorulara-cevaplar/1063-istibra-kagit-veya-pamuk.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/2399-taharet-istinca-istibra-istinka.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1067-idrar-sicramasi.html
…Ve en önemlisi de şu linki ve sitede bulunan “vesvese”yle ilgili diğer linkleri de mutlaka okuyunuz. Bu illeti kafanızdan ve kalbinizden bir an evvel def’ediniz.
http://www.halisece.com/islami-makaleler/859-seytani-bir-illet-v-e-s-v-e-s-e.html
Soru: Begüm tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Madem öyle, kocanın ailenle arası pek iyi değil, o halde kızdırma kocanı, yangına körükle gitme… İyi geçinmeye, ailenle de aralarını düzeltmeye, birbirlerini sevmeye-sevdirmeye gayret et.
Anlattığına göre adam, ‘boşadım’ demiyor. O sözle maksadının talak olmadığını söylüyor. Öyle ise nikâhınıza bir zarar gelmez. Fakat öfkesinin de ne denli şiddetli olduğunu belirtmek için o kinayeli sözü kullanmış. Dikkatli olmanız, tabiri caizse bulanan suyu durultmanız icap ediyor. Yani bu böyle gitmez, yürümez demek istiyor ki, konuşmalarınızda, tavır ve hareketlerinizde hassas ve tedbirli davranmanız gerekiyor.
Ama buna rağmen işi gerdirir, havayı yumuşatmak yerine karşılıklı sertleşmeye gider, inceldiği yerden kopsun noktasına gelirseniz, tabii ki -Allah korusun- evliliği bitirirsiniz.
Nikâh-talak meselelerinin şakası-makası, öfkesi-kızgınlığı olmaz.
Dikkatli olmak gerekir. Birbirinizi anlamaya, idare etmeye, yuvayı yıkıp dökmemeye çaba gösteriniz.
Bu ve benzeri meseleleriniz için de lütfen aşağıdaki linki dikkatle okuyunuz. Tekrar tekrar aynı şeyleri soru diye yazmayınız. Orada bütün bunların cevabı fazlasıyla var.
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/2865-sarih-ve-kinayeli-bosama-sozleri.html
Soru: Sail tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Sizin de yeni yalınız mübarek olsun.
İsteğiniz üzere isim ve mail adresinizi de, çok uygun olmadığı için mesajınızı da yayınlamıyoruz.
***
Anlattığınız hususta münasip olan yol, 40 gün beklemek yerine, mümkünse kişinin yediği haram ya da şüpheli gıdayı bişekilde (mesela kusmakla) içinden atmaktır. Tabii akabinden de tevbe ve istiğfarda bulunmaktır. Ondan sonrası Cenab-ı Hakk’ın bileceği iştir, Hüküm ve takdir O’nundur. Bu sebeple hakkımızda her şeyin hayırlısını istemek lazımdır. Çünkü biz bilemiyiz, hakkımızda neyin hayırlı, neyin hayırsız olacağını…
***
Haram lokma yiyenin 40 gün duası kabul olmaz mı?
Evet, sorduğunuz mealde hadis-i şerif vardır. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Hz. Enes’e (r.a.) hitaben buyurmuşlardır ki:
“Ey Enes, helâl kazan duan kabul olur. Zira kişi ağzına haram bir lokma götürse, kırk gün duası kabul olunmaz.” [Buhari, Sahih, 6/357]
Ancak bu hitap, tehdit maksatlıdır; muhataba gözdağı vermek, o günahtan / günahlardan korkutmak, sakındırıp kaçındırmak içindir. Binaenaleyh bu kavl-i Nebî, hüküm hadisi değildir. Müçtehitlerimiz buradan o söylediğiniz manada bir hüküm çıkartmamışlardır. O kişinin söz konusu hâli ilahi rızaya muvafık olmayıp ibadetleri makbul değilse de, sahihtir / geçerlidir. Namazını-niyazını ve diğer ibadetlerini terk etmemeli, en azından borçlarını ödemelidir.
Makbul bir dua için elbette temiz ağız lazımdır. Yalan-dolan, gıybet ve sair çirkin sözlerle kirlenmiş ağızla-dille yapılan dua, haram lokma ile gıdalanmış bedenle işlenen ibadet makbul olmaz. ‘Bir haram lokma kırk gün boyunca bedende tahribat yapar’, sözü de mânen tahribat yapar, hasara sebep olur demektir. İnsanın kalbine, letâifine zarar verir, bâtınını, iç bünyesini zarara-ziyana uğratır, feyzinin-nûrunun kesilmesine sebep olur manasındadır. Yoksa zahiri beden tahribatı anlamında değildir.
Ve yine bunun gibi, alkol alan kişinin 40 gün abdestinin kabul olmayacağı hakkında da bazı rivayetler vardır.
Binaenaleyh bir Müslüman yediği gıdaların maddi temizliğine dikkat ettiği gibi, manevi temizliğine / helal olup olmadığına da dikkat etmelidir. Manevi temizlik haram ve şüpheli şeylerden kaçınmakla mümkün olur. Çünkü bunlar, insanın yaptığı ibadetin kabulüne büyük bir engeldir.
Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.), “…Muhammed’i kudret ve iradesiyle yaşatan Allah'a (c.c.) yemin ederim ki, midesine haram bir lokma indiren kulun kırk gün hiçbir ameli kabul edilmez…” [Taberani] buyurmuşlardır.
İmam Gazalî hazretleri, “Kırk gün şüpheli lokma yiyenin kalbi kararır ve lekelenir” demiştir.
Abdullah b. Ömer’den (r.anhuma) gelen bir rivayet ise şu mealdedir: “Namaz kılmaktan yay gibi, oruç tutmaktan çöp gibi kalsanız da, haram ve şüpheli şeylerden kaçınmazsanız, Allah o ibadetleri kabul etmez.”
Keza Abdullah b. Abbas (r.anhuma) da, “Midesinde haram lokma olan kimsenin ibadetlerini Allah kabul etmez.” demiştir.
Peki bu durumda Müslüman bir kişi faraza günah işledi ve / veya alkol aldı diyelim. 40 gün namaz kılmaması mı gerekir? Zaten ibadeti kabul olmayacaksa niye ibadet etsin 40 gün boyunca?..
Hayır, biraz önce de belirttiğimiz gibi ibadetlerini ihmâl etmemesi lazımdır. Zira bir ibadetin sahih olması (borcun ödenmesi) ayrı şeydir, makbul olması (karşılığında ecre-mükâfata kavuşulması) ayrıdır.
Yukardaki hadiste bildirilen "kırk gün hiçbir ameli kabul edilmez" ibaresi "Kırk gün boyu, kıldığı namazların ecrinden-sevabından mahrum kalır" demektir. Ulema bu görüşte ittifak etmişlerdir.
Amelin sıhhati (geçerliliği), şartlara ve rükünlere uymaya bağlıdır. Sevaba gelince, o, kişinin niyet ve azîmetinin sıhhatli oluşuyla alakalıdır. Yani günahlardan kaçınması ve farzları-sünnetleri-müstehapları yerine getirmesiyle irtibatlıdır.
Haram yemiş günahkâr bir kimse namazı şartlarına göre kılsa, namazı sahih olur yani namaz borcunu öder. Fakat kıldığı namaz makbul olmaz. Yani "Allah tarafından râzı olunan, beğenilen, sevaba-mükâfata lâyık" bir amel olmaz. Dolayısıyla bir kimse zaten kabul olmayacak diyerek ibadetlerini terk edemez, etmemelidir. İşlemiş olduğu haram fiilden dolayı da tevbe-i nasûh ile tevbe etmesi (yaptıklarından pişman olup, tevbesini bozmaması) ve ibadetlerinin makbuliyeti için Cenab-ı Hakk'a ilticada bulunması gerekir.
***
Tavuk meselesinin genişçe tahlili için öncelikle aşağıdaki linki ve orada gösterilen diğer linkleri de okumanızı tavsiye ederim.
http://www.mollacami.net/soru-ve-cevaplar-604.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1135-tefsiru-ruhu-l-beyan-dan-iki-mesele.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1398-yemekteki-zulmet-besmele-kuruyolum-tavuk.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1084-kuruyolum-erpilic-tavuk-hk.html
***
Haramlardan korunmak, takvâ ve vera’ ahlâkı
Şimdi de haramlardan sakınmanın, mekruhlar ve şüpheli şeylerden uzak durmanın (takva ve vera ahlâkının) faziletine gelelim.
Evliyaullahtan İbrahim b. Edhem (k.s.) şöyle demiştir: “İdrâk edilebileni, ancak midesine gönderdiği şeyleri bilen kimse idrâk eder (anlayabilir-kavrayabilir)”.
Fudayl b. İyâz (k.s.), “Kim içine gideni (yediği şeyleri) bilirse, Allah (c.c.) onu sıddîq olarak tescil eder. Bu bakımdan ey miskin, kimin yanında iftar ettiğine (yemek yediğine-karnını doyurduğuna) dikkat et!” diyor.
Süfyan es-Sevrî (k.s.) demiştir ki: “Haramdan infakta bulunan kimse, tıpkı pis bir elbiseyi idrarla yıkamaya kalkışan kimseye benzer. Oysa böyle bir elbiseyi ancak su temizler. Aynı şekilde günahlar da ancak helâlinden infakla temizlenir”.
Yahya b. Muaz hazretleri şunları söylemiştir: “Tâat, Allahu Teâla'nın hazinelerinden bir hazinedir. Onun anahtarı duadır. Bu anahtarın dişleri de helâl lokmalardır”.
İbn Abbas (r.anhuma), “Allah, karnında haram bulunan kimsenin namazını kabul etmez” buyurmuştur.
Sehl et-Tüsterî (k.s.) demiştir ki: “Kendisinde şu dört haslet bulunmayan kimse, imanın hakikâtine / kemâline varamaz:
1. Farzları, sünnet-i seniyye şekilde edâ etmek,
2. Takvâya riayetle helâlinden yemek,
3. Haramların / yasakların gizli ve açıklarından kaçınmak,
4. Bu hasletler üzerinde, ölüme kadar ısrarla sabır göstermek...”
Yine buyurmuşlardır ki: “Kim sıddîqların alâmetleriyle bilinmek istiyorsa, ancak helâlinden yesin ve sünnet-i seniyye'den / Rasûl’e ittibâdan ayrılmasın”.
“Kırk gün şüpheli şeylerden yiyen kimsenin kalbi kararır” sözü, aynı zamanda şu ayetin de te'vilidir: “Hayır hayır (hakikat öyle değil)! Aksine onların kazançları (işlemekte oldukları günahları) kalblerinin üzerine pas bağlamıştır.” [Mutaffifîn suresi, 14]
Silsile-i Aliyye Hazeratının (kaddesallahu esrarahum) ilk halkası bulunan Hz. Ebû Bekir Sıddîq’ın (radıyallahu an zâtihil athar) bir kölesi vardı. Ömrünün sonlarına doğru her akşam ona iftâr vaktinde yemek getirirdi. Âdetleri öyle idi ki; yemeği nereden, nasıl, kimden satın aldığını, onun san'atının / mesleğinin ne olduğunu o köleden sormayınca getirilen yemekten bir lokma ağzına koymazdı. Bu köle bir akşam yine yemek getirdi. Hz. Ebû Bekir Sıddîq (r.a.) sormadan, mubârek elini uzatıp, yemekten bir lokma aldılar. Köle dedi ki:
- Ey Efendi. Ne oldu ki, bu akşam sormadan yemeğe el uzattınız.
Sıddîq-ı Ekber (r.a.) hazretlerinin mubârek gözleri yaş ile dolup, buyurdu:
- Yâ Gulâm. Açlık bana sıkıntı verip, sabırsızlandırdı. Böylece bu hâl başıma geldi. Şimdi bana haber ver ki, bu akşam, yemeği nereden getirdin? Köle dedi ki:
- Câhiliyye devrinde, raks ederdim / oyun oynardım. Bir topluluğa raks etmiştim. Onlara hoş geldi. Bana dediler ki, şimdi bir nesnemiz yoktur. Va'd etmişlerdi ki, elimize birşey geçtikte sana iyilik ederiz. Ben bugün gördüm ki, onların elleri doludur. Va'dlerini / verdikleri sözü hâtırlattım. Bu yiyeceği bana verdiler. (Bazı eserlerde de kölenin; “Kehanette bulunmuştum, karşılığında bunu aldım” dediği nakledilmiştir. Netice değişmiyor, yani her iki durumda da yemek haram yolla kazanılmış bir para ile satın alınmıştır.)
Hz. Ebû Bekir Sıddîq (r.a.) bunu işitti. Çok üzüldü! Ağladı… Yemeği önünden kaldırttı. Parmağını boğazına o kadar soktu ki, kustu! O lokma karnından dışarı geldi. Kendine çok eziyyet verdi. Mübârek yüzü göğerdi / morardı ve karardı. Renginin-şeklinin değişikliğini görenler, bir mikdâr su içerse bu üzüntüden / mâruz kaldığı sıkıntıdan halâs olacağını-kurtulacağını söylediler. Sıcak su getirdiler. İçti, bir kere daha kay' etti / kustu. Gene rahâtsız oldu. Hâlini-vaziyetini inceledi ki, karnında bir şey kalmadı.
Dediler:
- Yâ Sıddîk, bu kadar kendinize sıkıntı ve zahmet, bir lokmadan dolayı mıdır?
Buyurdu ki:
- Evet. Rasûlullah (s.a.v.) hazretlerinden işittim. “Allahu tebâreke ve teâlâ hazretleri, yediği harâm olan kimselere Cennet’i harâm etmiştir.”
Sonra başını yukarı kaldırıp,
- Yâ ilâhe’l-âlemîn! Yediğim lokma için elimden geleni yaptım. O lokmaları kay' ettim. O lokmadan damarlarımda birşey kaldı ise afv et. Bu zaîf kulun, Cehennem azâbına dayanamam, diye duâ ve ilticada bulundu.
Bu zât o Ebû Bekir’dir (r.a.) ki, Rasûlullah (s.a.v.) hazretleri O’nun hakkında, “Ebû Bekir benim gözüm ve kulağım gibidir.” “Siz onun, midesine helâlden başkasını sokmadığını bilmiyor musunuz?” buyurmuşlardır.
***
Sıddîq-ı Ekber yolunun müntesiplerine de herhalde O’na uymak yaraşır. Öyle değil mi? Tabii vüs’ati, tahammül ve kudreti nisbetinde… Elbetteki O’nun gibi olması, olabilmesi, olabilmemiz düşünülemez. Onun için de, hiç olmazsa O’nun yolunda-izinde olmaya gayret etmemiz lazımdır, bizim için bu kâfidir.
N e t i c e
"Muhakkak ki helâl belli, haram da bellidir. İkisinin arasında çok kimselerin bilemeyecekleri (birtakım) şüpheli şeyler vardır. Kim şüpheli şeylerden sakınırsa, dinini ve ırzını kurtarmış olur. Kim şüpheli şeylere dolarsa, korunun etrafında (sürüsünü) otlatan çoban gibi, çok sürmez içine düşer. Haberdâr olun! Her hükümdârın bir korusu vardır. Dikkat edin / uyanık olun, Allah'ın yeryüzündeki korusu da haram kıldığı şeylerdir. Haberiniz olsun! Cesed içinde bir parça et vardır ki, o iyi olursa bütün cesed iyi olur. O bozuk olursa bütün cesed bozuk olur. Biliniz ki o (et parçası), kalbdir!" [Nevevî (H.631-M.1233 / 676-1277), Riyâzu’s-Sâlihîn, Hadis no: 586]
"Kişi mahzurlu olan şeyden korkusu ile mahzursuz olanı terk etmedikçe gerçek takvâya vâsıl olamaz." [Bk. Tirmizî, Sünen] Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) bu hadîs-i şerîflerinde de mubahlarla fazla meşguliyetin harama davetçi olduğunu, buna dikkat etmedikçe hakiki takvâya ulaşılamayacağını haber vermektedir.
Ebu Davud’dan naklen hadis şarihlerinin eserlerinde yer verdikleri şu iki beyitte söylenenlere dikkat etmek lazım:
"Nezdimizde dinin esasları, mahlûkatın en hayırlısı Muhammed Mustafa'nın (s.a.v.) sözlerine dayanan birkaç kelimedir:
"Şüphelileri terket!", "(Dünyalığa karşı) zâhid ol!", "Seni ilgilendirmeyen şeyleri (mâlâyâniyatı) bırak", "Ve (hâlis) niyetle amelde bulun!"
Esselamüaleyküm verahmetullah
Soru: Namazı bilerek özürsüz terkeden kafir olur diyen sahabeler, mutlak, mukayyed müctehitler ve alimler vardır. Demeyenler de var. Normalde “harbi kafir bir kimse imandan sonra hemen gusl abdesti almalıdır” diye kitablarda yazılı. Birde küfre giren bir müslüman küfründen dönünce gusl alması lazım mıdır diye bir soru sormuştum, ona da "gusl alması gerekir" denilmişti.
Peki müslüman bir kimse, bilerek özrsüz bir vakit namazı terkedince kafir olur diyen sahabe, müctehid ve alimlere göre kafir olunduğundan, o müslüman kimse buna tevbe ettikten sonra bir de boy abdesti de alması gerekir mi? Çünkü kafir olur diyen alimlere göre küfre düşmüş.
Soru: gurban koliev tarafından yazıldı. Kategori: Soru – Cevap
*******
Ve aleykümü's-selâmu ve rahmetullahi ve berakâtuh.
Söz konusu kişi hak mezheplerden hangisine müntesipse, bağlı bulunduğu mezhebin müftâbih olan kavline/hükmüne göre hareket eder. Meselenin teferruatı için bkz. http://halisece.com/namaz/3259-namazi-terk-etmenin-cezasi.html
Eğer mezhebinin bu husustaki hükmü küfür ise, tecdîd-i iman, tevbe ve istiğfardan sonra boy abdesti alması lazımdır. Bu gusül, bazılarına göre sünnet, müstehap, bazılarına göre de vaciptir / farzdır. Detaylar aşağıda anlatılacaktır.
***
Açıklama
Kays b. Âsım'dan (r.a.) yapılan rivayete göre, adı geçen zat İslâm'a girince, Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) ona su ve sidir ile yıkanmasını emretmiştir. [Bkz. Buharî, Sahih, Salât, 76; Müslim, Sahih; Nesâî, Sünen, Taharet, 125, 126; Tirmizî, Sünen, Cuma, 72, (Sidir, sabun gibi köpüren ve kiri gideren nesne, güzel kokulu buhurlardan bir cinstir.)]
Ebu Hüreyre’den (r.a.) yapılan rivayette, demiştir ki:
"Sümâme İslâm'a girince, Nebî (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Onu falan oğullarının hâitina götür de yıkanmasını söyleyin..." [İmam Ahmed, Müsned, 5, 161, (Hâit: Bir yeri çevreleyen duvar, tahta perde, çit)]
Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Kâfir İslâm'a girince gusletmekle emrolunur.
2- Müslüman olan kâfirin yıkanması vâciptir. Çünkü emir vücubu gerektirir.
3- Küfrün zâhirî ve bâtınî bütün kirlerini gidermesi için de, gusledeceği suya sidir ve benzeri güzel koku karıştırması müstehaptır.
***
Hadîslerin ışığında müctehid imamların görüş, tesbit, istidlâl ve ihticâcları:
a) Hanefîlere göre:
Müstehab olan gusülden biri de, İslâm'a giren kâfirin yıkanmasıdır. Nitekim Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.), gelip İslâm'a girmek isteyenlere gusletmelerini emretmiştir. Emrin en aşağı derecesi, nedb ve istihbabdır, yani o fiilin mendup veya müstehap olmasıdır.
Bu hüküm, o İslâm'a girdiğinde cünüp olduğu bilinmediği takdirde böyledir. Cünüp bir halde gelip İslâm'a girdiği biliniyorsa, o takdirde ne yapılır? Meşâyih (fıkıh ilminde söz sahibi âlimdir) bu hususta farklı görüşler ortaya koymuştur: Kimine göre, cünüp olduğu için gusletmesi gerekmez. Çünkü kâfirler, kurbiyeti gerektiren şer'î hükümlerle muhatap değillerdir. Gusül ise niyet getirmek suretiyle kurbet ifade eder. Bu da kâfir için lüzumlu değildir. Diğer bir kısmı ise, cünüp bir halde İslâm'a girmişse, bundan dolayı gusletmesi gerekir, demiştir. [el-Kasanî, Bedâyi'u's-Sanâyi’ fî-Tertibi'ş-Şerâyi', 1, 35]
Fetâvâ-yı Hindiyye'de ise bu mesele şöyle açıklanmıştır:
"Guslün çeşitleri dokuzdur: Üçü farzdır. Onlar, cenabetten, hayz ve nifastan dolayı gusletmek farzdır. Biri vâciptir, o da ölüyü yıkamaktır. Nitekim İmam Serahsî'nin el-Muhît'inde de bu husus belirtilmiştir. Ayrıca kâfir cünüp olduktan hemen sonra İslâm'a girerse, zâhir-i rivayette gusletmesi vâcip olur. Kâfir olan kadının, hayzı / ayhali kanı kesildikten sonra İslâm'a girerse, bundan dolayı gusletmesi gerekmez. [Hey’et, Fetâvâ-yı Hindiyye: 1, 18, Guslü icap ettiren sebepler bâbı]
İbn Nüceym, Kenzü'd-Deqâyık şerhinde, cünüp olarak İslâm'a giren kâfirin gusletmesi vâciptir diyenlerin kavlini tercih etmiş ve bunun daha sahîh olduğunu belirtmiştir. [İbn Nüceym, el-Bahrü'r-raik: 1, 68, Gusül bahsi]
b) Şâfiîlere göre:
İmam Şâfiî diyor ki: Müşrik İslâm'a girince, gusletmesini ve tıraş olmasını müstehap sayarım. Böyle yapmaz da, cünüp de değilse, sadece abdest alması kâfi gelir ve bu abdestle namaz kılar. [İmam Şâfiî, el-Ümm, 11, 38, Guslü gerektiren sebepler bölümü]
c) Hanbelîlere göre:
Hanbelî imamları bu meselede Kays b. Âsım (r.a.) hadîsiyle istidlal edip buradaki emrin vücubu iktiza ettiğini belirtmişlerdir. Nitekim yapılan rivayete göre, Sa'd bin Muâz ve Useyd b. Hudayr; Mus'âb b. Umeyr ile Es'âd b. Zürare'den (r.anhum) İslâm'a girmek istediklerini, girdikleri zaman ne yapmaları gerektiğini sorduklarında onlar şu cevabı vermişti:
"Guslederiz, hak olan şehâdeti söyleriz."
Kâfir cünüp olduktan sonra İslâm'a girerse, küfür halindeyken yıkanmış olsun olmasın, cenabetten dolayı kendisine gusül gerekmez. Bu, İslâm'a girmekten dolayı guslü vâcip kabul edenlere göredir; aynı zamanda İmam-ı Azam Ebû Hanife'nin kavlidir. İmam Şâfiî ise, her ki halde de gusleder, demiştir. Ebubekir Kaffâl eş-Şâşî de bu görüşü ihtiyar etmiştir. Çünkü teklifin yokluğu guslün vücubunu engellemez, çocuk ve deli hakkında olduğu gibi, çocuk ergen olunca, gusleder. Deli iyileşince gusletmesi gerekli olur.
Hanbelîlerin bu husustaki delili, erkek ve kadınlardan hayli kişi gelip İslâm'a girdiğinde, hiç birine cünüp olduklarını hatırlatarak gusletmelerini söylediğinin işitilmediğidir, yani Nebî (s.a.v.) Efendimiz hiç birine böyle bir emir vermemiştir.
İslâm'a giren kimsenin suya sidir karıştırıp yıkanması müstehabtır. Öyle ki, İslâm'a girdiği için gusletmesi vâcip, gusül suyuna sidir karıştırması müstehabtır. Aynı zamanda tıraş olması da müstehap sayılmıştır. Çünkü Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) İslâm'a giren bir kişiye, "Kendinden küfrün kıllarını giderip at" diye buyurduğu bilinmektedir. [İbn Kudâme, el-Muğnî: 1, 207-208'den özetlenerek]
d) Mâlikîlere göre:
Kâfir İslâm'a girdiği zaman, ister yeni İslâm'a girmiş olsun, ister mürtedlikten dönerek girsin; ister İslâm'a girmeden önce yıkanmış olsun, ister yıkanmamış olsun, küfürdeki günlerinde kendisinden guslü gerektiren bir sebep vücut bulsun bulmasın, gusletmesi vâciptir. [İbn Kudâme, a.g.e., 1, 207] Kişi, Hristiyan olan eşini cenabetten dolayı gusletmeye zorluyamaz. Ancak hayızdan/ayhalinden temizlenince gusletmesi için icbar eder. [Mâlik b. Enes b. Ebî Âmir b. Amr b. Hâris el-Ashâbî el-Himyerî, el-Müdevvenetü'l-Kübrâ, Beyrut, 2012, 1, 32]
İmam Sevrî'nin de mezhebi budur. Sözü edilen hususta Mâlikî mezhebiyle aynı görüştedir.
İslâm'a giren kâfirin gusletmesi vâciptir, diyenler yukarıda naklettiğimiz iki hadîsle ve bir de Taberânî'nin naklettiği Vasile ve Katade hadîsiyle, İmam Hâkim'in naklettiği Akil b, Ebî Talib hadîsiyle ihticac etmişlerdir.
Bunun müstehap olduğunu söyleyenler ise demişlerdir ki; Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.) her İslâm'a giren kimseye gusletmesini emretmemiştir. Eğer bu vâcip olsaydı, mutlaka Rasûlüllah (s.a.v.) onu ihmal etmezdi. O halde bu hususta bir kısmına emretmesi, bir kısmına emretmemesi, kâfirin İslâm'a girince gusletmesinin gerekli olmadığına delâlet eder, neticesine dayanarak ihticacda bulunmuşlardır. Aynı zamanda şu hadîsle de istidlâl ederek istihbabın terciha daha uygun olduğunu söylemişlerdi:
"İslâm kendinden önceki şeyleri kökünden kesip atar..." [İmam Ahmed, a.g.e., 4, 199, 204, 205]
Semâme hadîsini Abdurrezzak, Beyhakî, İbn Huzeyme ve İbn Hibban da rivayet etmişlerdir. Aslı ise Buharî ve Müslim'de geçer, ancak bu iki kaynakta gusül ile emredildiğine dair bir lafız yoktur, sadece Semâme'nin guslettiği belirtilmiştir.
Bunlardan çıkarılan hükümler:
1. Kâfirin İslâm'a girince gusletmesi, bazı müctehidlere göre müstehab, bazısına göre vâciptir.
2. Cünüp olduktan sonra İslâm'a giren kâfirin gusletmesi, yine bazı müctehidlere göre vâcip, bazısına göre vâcip değildir.
3. Kâfir, İslâm'a girince gusledeceği suya sidir veya ona benzer güzel kokusu olan bir madde karıştırıp yıkanması müstehaptır.
Selamun aleyküm hocam
Seferilik de Hanefi mezhebinde namazları cem etmek yok.Ama seferi iken ihtiyaç halinde ya da zaruret halinde başka mezheplerde buna cevaz veren alimlere göre hareket edip namazı cem ettik diyelim.
Benim sormak istediğim bu durumda namazı Hanefi mezhebine göre kılmamızda herhangi sıkıntı olmaz değil mi?Çünkü diğer mezheplerin namazdaki şartlarını ve bozan durumlarını bilmiyorum.
Soru: Erkan canlı tarafından yazıldı. Kategori: Soru – Cevap
*******
Ve aleyküm selam.
Hakiki bir mazeret-zaruret halinde de olsa, bir amelin, işine gelen tarafında bir mezhebi, başka bir kısmında öbür mezhebi taklit caiz olmaz. Onun adı taklit değil telfik olur.
İbadet ve taatında, dediğin gibi kafana göre ‘başka mezheplerde buna cevaz veren âlimlere göre’ değil, mensubu bulunduğun mezhebe göre amel et. Söylediğin tarzda bir hareket niçin sıkıntı olmasın, zira telfîk-ı mezahib caiz değil. Hangi hâl üzere olursan ol, bulunduğun vaziyette mezhebin ne diyorsa öyle hareket etmen en sağlıklı, en isabetli, en doğru uygulama olur.
Taklit hakkında geniş bilgi için, lütfen sitede araştırın ve bu mevzudaki yazıları dikkatle okuyun.
Bkz. taklitle alakalı 3 yazının linki:
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/3678-farkli-mezhepleri-taklit.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/4218-yeni-yil-tebriki.html