Halis ECE

Zaman su gibi akıp gidiyor, rüzgâr gibi gelip geçiyor! Güneşi, ayı, diğer seyyareleri/gezegenleri yerinde tutabiliyor muyuz? Takvim yaprakları bir bir uçuyor, saatler tıkır tıkır işliyor, durmadan ilerliyor… Peki zaman dediğimiz, vakit diye adlandırdığımız bu zarfın içini iyi ve güzel amellerle mi, yoksa kötü ve yaramaz işlerle mi dolduruyoruz?! Mazrufun durumu nedir? Oysa boş vakit, insanların kadrini bilemeyip aldandığı iki büyük nimetten biri... Nitekim Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor ki:

"İki nimet vardır; insanlar bunların kadrini-kıymetini bilmiyorlar."

Evet, iki büyük nimet… Ama insanlar, nimet olduğunun farkında bile değil bunların…

Birincisi, hadis-i şerifte geçtiği şekliyle,el-ferağyâni, "boş zaman-boş vakit"…

İkincisi es-sıhha” yani sıhhat-sağlık… Her ikisi de kaybedilmeden kıymeti bilinmeyen nimetler... Ne zaman biliniyor?.. Kaybedince, hastalanıp yatağa düşünce…

Sıhhatin kıymetini bilmiyoruz, boş zamanın kıymetini bilmiyoruz. İleriye dönük tedbirleri alacağız, almakta ihmalkar davramyacağız.

Netice itibariyle yıl sonunda çizgiyi çekip, kârımızı-zararımızı hesapladığımız zaman, neyin ne olduğunu görüp gelecek yıl ona göre daha dikkatli davranacağız.

Biz bu yazımızda daha çok bu iki nimetten “boş zaman” üzerinde durmaya gayret edeceğiz.
***

Hasan-ı Basrî (k.s.), “Ey âdemoğlu! Sen gülersin; halbuki bir gün geçince bir parçan da gidiyor” diyor.

Fudayl ibn İyâz (k.s.), “Cumadan cumaya konuştuğu kelimeleri sayan insanlar biliyorum” demiştir...

İbn Cemre ise şöyle diyor: “Zaman bir kılıçtır; sen onu kesmezsen, o seni keser.”

Selef âlimler, yemek yedikleri vaktin boşa geçmesine üzülürler, en kolay ve çabuk yenebilecek yemekleri tercih ederlerdi. İbn Sukeyne evinden, sadece cumaları ve cenaze namazları için çıkardı.

İmâm Cüveynî hazretleri, gezintiye çıktığında bile ilmî müzâkere ve mütâlaada bulunurdu. Gece veya gündüz ne zaman uykusu gelirse, o zaman uyurdu. Karnı acıkmadan yemezdi. Gezip dinlenmesi de ilim adınaydı. Yatıp uzanırken tefekkür halindeydi.

Yolda müzâkere ve mütâlaa edenlerden olan Ebû Bekir bin el-Hayyât hazretlerinin bazan çukura düştüğü rivâyet edilir.

Ma‘rûf-i Kerhî (k.s.), yanına ziyaret için gelip de uzun müddet kalanlara şöyle derdi: “Güneşi idare eden melek, onu itelemekten bir an geri durmuyor. Siz ne zaman kalkacaksınız?”

İbn Müflih (rh.) de der ki: “Ben bazılarını boş görüyorum. Uzun gecelerde boş boş konuşurlar. Lüzumsuz mevzûlarla dolu kitapları okurlar. Gündüzleri ise uyurlar. Ben bunları; gemi onları alıp götürürken aralarında çene çalmaya devam eden, fakat durumdan haberleri olmayan kimselere benzetiyorum. Boş konuşanların sohbetinden Allâh’a sığınırım.”
***
Bu arada âlimlerin zaman israfına karşı olan bu denli musâmahasız oluşlarını normal karşılamak gerektiğini ifade etmekte fayda mülâhaza ediyoruz. Zira onlar böyle olmasalardı, bugün elimizdeki bu devasa eserler nasıl vücut bulup bize ulaşacaktı?!


GÜNLER, AYLAR, YIllar...

Mütefekkir yazarlarımızdan Ahmet Selim Bey, “Yıllar zamanlar...” başlıklı makalesinde şunları yazıyor:

“Sıfır bir noktadır... ‘Zaman’, belki de en zor ve en geç anlaşılabilecek kavramlardan biri. Hiçbir şey sıfırdan başlayıp sıfırlanarak bitmiyor gerçek mânâsıyla…

Yaşadığımız bir anda, ömrümüzün geçmiş yıllarından izler de var, gelecek yıllarına âit işâretler de...

Kendi bütünlüğümüzün şuuruna vardığımız kıvam noktası, bizi bir zamanda bütün zamanları yaşıyormuşuz gibi zenginleştirebilir.

Zamanın bütünlüğü ile hakikatin bütünlüğü arasında ışıklı bir bağ var. Şâir, ‘Bakma saatine ikide birde / Hâlin neyse saat onun saati’diyor. Ve devam ediyor: ‘Dün hâtıra, yarın hayâl, bugün ne? Ne devlet, zamanı bütünleyene!’

Zamanı bütünlemek, zâten var olan bütünlüğünü kavramak demek. Bunun vazgeçilmez şartı; kendi bütünlüğünü ve hakikatin bütünlüğünü idrâk etmektir. Kendi bütünlüğünüzün şuurunda değilseniz, ‘gaflet zamanı’ yaşıyorsunuz demektir. İkinci bin, üçüncü, dördüncü bin yılları, sizin için aslen hiçbir şey ifade etmez.

Gaflet zamanı, zamansızlık gibi bir şeydir. ‘Zaman’,hakikatiyle ve bütünlüğüyle o insanın şuurunda daha başlamamış demektir. O insan, zaman öncesinde yaşıyor demektir. ‘Târih öncesi’ mefhûmu nasıl varsa, keyfiyet geriliği için de bir ‘zaman öncesi’ kavramı, lafzıyla değilse de mânâsıyla vardır.

Dünü unutmak, yarını da unutmaktır. Mâzi, siz unutsanız da içinizdedir ve tecellî eden neticeleriyle sizi her merhalede kuşatır.

Öncesi-sonrası olmayan bir ‘bugün’de başlayıp bitmek; düşünmeden hissetmeden yaşamak; var olmadan yaşamaktır ki, sürüklenmek mânâsına gelir.

Michelet, ‘Bugünle iktifâ eden bugünü anlayamaz’ diyor.

‘Târih bilgisi geçmişi, tarih kültürü geleceği aydınlatır’ sözü de aynı gerçeği ifade ediyor....

‘Zamanın akışıyla, her şeyin daha iyisi, güzeli, doğrusu kendiliğinden gelir’ zannı, bir çeşit zaman körlüğüdür.

İnsanın târih kültüründe, ‘Kul kâsib, Mevlâ Hâlik’ yani kul çalışır, Cenâb-ı Hakk da onun karşılığını yaratıp meydana getirir inancı varsa, hiçbir şeyin ‘zaman’ tarafından tâyin edilmediğini bilir ve zaman körlüğüne de o kadar kolay kapılmaz...

Birbirimize nefsin esâretinden âzâde, hayırlı uyanış zamanları dileyelim.”
Go to top