İslâm hukukunda cumhur ulemaya (âlimlerin çounluğuna) göre, namazın farziyetini inkâr eden şayet Müslümansa kâfir olur.
Hz. Ali (r.a.), Abdullah bin Mübarek, Ahmed bin Hanbel, İshak ve bazı Şâfiî âlimleri (rahmetullahi aleyhim ecmaîn) namaz kılmayanın kâfir olduğu görüşündedirler.
İmam-ı Azam Ebu Hanife, Ehl-i Kûfe, Müzenî ve bazı Şâfiîler (rahımehumullah) ise namaz kılmayanın kâfir olmadığı ve öldürülmeyeceği görüşüne sahiptir. Bu âlimler, namazı terk edenin kılıncaya kadar hapsedilip tâzir cezasına çarptırılacağını söylemişlerdir. Bunlara göre farziyetine inanıp tembellikten dolayı kılmayanlar -günümüzde insanların çoğunun durumu böyledir- tekfir edilmez.
Şâfiî ve Mâlikîlere göre bu durum fâsıklık alametidir. Tembellikten dolayı namaz kılmayan tevbeye çağrılır. Eğer tevbe edip namazını kılmazsa ‘hadd’ cezasıyla öldürülür. Tıpkı zina eden evliler gibi... Ancak taşlanarak değil de kılıçla öldürülürler.
***
Dört mezhebe göre meselenin hükmü
1- Hanefiler
Hanefîlere göre tembellik yüzünden namazını terk eden kimse, namazı inkâr etmediği sürece dinden çıkmaz, ancak günahkârdır, fasık olur. Kendisi bu mevzuda uyarılarak tevbeye çağrılır, kötü örnek olmaması için toplumdan tecrid edilir ve te’dib maksadıyla dövülür. Ramazan orucunu terk eden kimse de bunun gibidir.
Delilleri
Abdullah İbni Mes’ud (r.a.) anlatıyor: Rasullullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Allah’tan başka (ibadete layık) ilah bulunmadığına ve benim Allah’ın Rasûlü olduğuma şehadet etmekte olan Müslüman bir kimsenin kanı helal olmaz, ancak şu üç şeyden biriyle helal olur: Maktûlün hayatı karşılığında öldürülmesi, zina edenin evli olması, İslâm dininden çıkıp Müslüman cemaatini terk etmesi!” [Buharî, Sahih, Hadis no: 6484; Müslim, Sahih, 1676] Bu hadisten hareketle İmam-ı Azam Ebu Hanife (rh.), namazı terk edenin öldürülmesini caiz görmemiştir.
Hanefîler dışındaki mezhep imamlarına göre ise, namazını özürsüz olarak terk eden kimse, mürted’de olduğu gibi İslâm toplumuna karşı gelmiş sayılır ve tevbe etmezse en ağır şekilde cezalandırılır.
Ubâde b. es-Sâmit’in (r.a.) naklettiği bir hadis-i şerifte şöyle buyurulur:
“Allah Teâlâ, kullarına farz kıldığı beş vakit namazı, küçümsemeden hakkını verip eksiksiz olarak kılan kimseyi, Cennetine koymaya söz vermiştir. Fakat bu namazları yerine getirmeyenler için böyle bir sözü yoktur. Dilerse azap eder, dilerse bağışlar.” [Ebû Dâvûd, Sünen, Vitr, 2; Nesâî, Sünen, Salât, 6; Dârimî, Sünen, Salât, 208; Mâlik, Muvatta’, Salâtül-Leyl, 14]
***
2- Mâlikî ve Şâfiîler
Mâlikî ve Şâfiîlere göre namazı terk eden bir kimse, ya tembelliğinden ya inkâr ettiğinden veya hafife aldığından doalyı terk eder. Namazı, farziyetini inkâr ederek ve hafife alarak terk eden bir kimse kâfir olur. Hâkimin onu tevbeye davet etmesi farzdır. Eğer tevbe edip namazını kılarsa bir mesele kalmaz. Ancak tevbe etmezse, mürted olduğundan ötürü öldürülür. İrtidad sebebiyle öldürülen kişinin yıkanması, kefenlenmesi, namazının kılınması ve Müslüman mezarlığına defnedilmesi caiz değildir. Çünkü o kişi artık Müslümanlardan kabul edilmemektedir. Namazın farziyetine inandığı halde, tembellik sebebiyle namazı terk eden kimseyi hâkimin, namazlarını kaza etmeye ve terk ettiğinden ötürü tevbeye davet etmesi gerekir. Eğer namazlarını kaza etmeye yanaşmazsa hadden kılıçla öldürülmesi gerekir. Fakat bu sebeple öldürülen bir kimse Müslüman kabul edilir, yıkanır, kefenlenir, defin ve miras hususunda Müslüman muamelesi yapılır.
Delilleri
“İşte o, (peygamberi ve Kur'ânı) tasdik etmedi, namaz da kılmadı; lâkin (üstelik Kur'ânı) yalanladı, (Rasûle ve îmâna) arkasını döndü!” [Kıyame suresi, 31-32]
İbn Ömer’den (r.anhuma) Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğu rivayet olunur:
“Ben Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in Allah’ın Rasulü olduğuna şehadet edinceye ve namazı kılıp zekâtı verinceye kadar insanlarla mukatele ile / savaşmakla emrolundum. Bunları yapınca kanların ve mallarını benden korumuş olurlar. Ancak İslâm’ın hakkı hâriç, artık ve hesapları da Allah’a aittir”[Bkz. Tirmizî, Sünen, İman, 1; Buhârî, Sahih, Zekât, 1]
Ebû Hureyre (r.a)’ın naklettiği bir hadiste de şöyle buyurulur: “Kıyamet gününde kulun hesaba çekileceği ilk ameli onun namazıdır. Eğer namazı düzgün olursa, işi iyi gider ve kazançlı çıkar. Namazı düzgün olmazsa, kaybeder ve zararlı çıkar. Şayet farzlarından bir şey noksan çıkarsa, Azîz ve Celîl olan Rabb'i: ‘Kulumun nâfile namazları var mı, bakınız?’ buyurur. Farzların eksiği nâfilelerle tamamlanır. Sonra diğer (farz) amellerinden de bu şekilde hesaba çekilir.”[Tirmizî, Sünen, Mevâkît 188; bk. Ebû Dâvûd, Sünen, Salât 149; Nesâî, Sünen, Salât 9; İbni Mâce, Sünen, İkâmet 202]
Misver İbn Mahreme’nin (r.a.) anlattığına göre: “Ömer İbnü’l-Hattâb’ın (r.a.) hançerlendiği gece huzuruna girdi ve Hz. Ömer’i sabah namazı için uyandırdı. Ömer (r.a.), ‘Namazı terk edenin İslâm’dan nasibi yoktur!’ buyurdu. Sonra Hz. Ömer, yarasından kan aktığı halde namaz kıldı.”
İmam Mâlik’in (rh.) anlattığına göre, Hz. Ömer (r.a.) valilerine şöyle yazdı:
“Nazarımda işlerinizin en ehemmiyetlisi namazdır. Kim onu (farz, vacip, sünnet ve vaktine riayetle) korur ve (tam zamanında kılmaya) devam ederse dînini korumuş olur. Kim de onu(n zamanını tehir suretiyle) zâyi ederse, onun dışındakileri daha çok zâyi eder.”
Abdullah İbn Şakîk (rh.) anlatıyor:
“Rasûlullah’ın (s.a.v.) Ashâb’ı (r.anhum) ameller içerisinde sadece namazın terkinde küfür görürlerdi.”
Fahr-i Âlem Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Bilerek namazı terk eden kimseden Allah ve Rasûlünün zimmeti kalkar.” [Ahmed İbn Hanbel, Müsned, 5, 238, 6, 461]
Enes İbn Mâlik’ten (r.a.) gelen bir rivayette, Nebî (s.a.v.) buyurdu ki; “Dininizden ilk terk edeceğiniz şey emanettir. En son da namazı terk edersiniz.” [Bu hadisi İbn Mes’ud’dan (r.a.) Taberânî Kebîr’de (9754); Harâitî Mekârim’de (77); ve yine Taberânî Evsat’ta (1/138); Ömer ibni’l-Hattâb’dan (r.a.) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.]
Mâlikî ve Şâfiîler, bu hadislere göre, namaz kılmayan kişinin inkâr etmedikçe kâfir olmayacağına, ancak cezasının hadd’en ölüm olacağına hükmetmişlerdir.
***
3- Hanbelîler
Hanbelîlere göre namaz kılmayan kâfirdir. Ve bundan dolayı öldürülür.
Delilleri Allah Teâla’nın şu kavlidir:
“O haram aylar (Zilkâde, Zilhicce, Muharrem, Receb) çıkınca artık müşrikleri nerede bulursanız öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve bütün geçit başlarını tutun! Eğer tevbe edip namaz kılar ve zekâtı verirlerse, onları serbest bırakın; çünkü Allah Gafûr’dur, Rahîm’dir (çok bağışlayan ve pek merhamet edendir).” [Tevbe suresi, 5]
Bu ayete göre namazı kılmayan, serbest bırakılma şartını yerine getirmemiş olur. Dolayısıyla öldürülmesi mubah olarak kalır.
Hz. Câbir’in (r.a.) anlattığına göre o, Rasûlullah’ın (s.a.v.) şöyle söylediğini işitmiştir:
“Hakikaten kişi ile şirk ve küfür arasında namazı terk etmek vardır." [Müslim, Sahih, İmân, 134; Ebû Dâvûd, Sünen, Sünnet, 15] Tirmizi’nin metni şöyledir: “Küfürle iman arasında namazın terki vardır.” [Müslim, Sahih, İmân, 134; Ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, Sünen, Sünnet 15; Tirmizî, Sünen, İmân 9; İbn Mâce, Sünen, İkâmet] Tirmizî ve Ebû Dâvud’un bir diğer rivayetinde: “Kulla küfür arasında namazın terki vardır.” Hz. Büreyde (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki:”Benimle onlar (münafıklar) arasındaki ahid (antlaşma) namazdır. Kim onu terkederse küfre düşer.” [Tirmizî, Sünen, İman 9, Hadis no: 2623; Nesâî, Sünen, Salât 8, (1, 231, 232); İbn Mâce, Sünen, Salât 77, H. no: 1079] Bu hadsiler de namazı kılmamanın küfrü gerektiren hususlardan olduğuna delil teşkil etmektedir.
Vehbe Zühaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî ve Edilletuhu adlı eserinde dört mezhebin görüşlerini zikrettikten sonra şöyle der: “Bu mevzuda tercihe şayan görüş Hanefi mezhebinin görüşüdür. Çünkü, kelime-i şehadet getirdikten sonra bir Müslüman’ın Cehennemde ebedî olarak kalmayacağına dair kesin deliller vardır. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor: ‘Lâ ilâhe illallah” deyip Allah’tan başka tapılanları inkâr edenin malı ve kanı korunmuştur; dökülmesi ve alınması haramdır. Bu kimsenin hesabı Allah’a aittir.”
Namaz kılmamanın hükmü böyle olunca, bile-bile ve özürsüz olarak onu kazaya bırakmanın da büyük bir günah olduğu unutulmamalıdır.
***
Uyku ve unutma sebebiyle terk
Fakihlerin büyük çoğunluğuna göre; uyumak veya unutmak gibi bir özür sebebiyle namazını vaktinde kılamayan kişiye kaza etmek şartıyla sorumluluk yoktur. Hadis-i şerifte; “Kim uyuyarak veya unutmak suretiyle namazını kılmamış olursa, hatırladığında hemen kılsın” buyrulur. [Ebû Davûd, Sünen, Salât,11; İbn Mâce, Sünen, Salât,10; Nesaî, Sünen, Mevaqît, 53] Ancak tembellik yüzünden namazı kılmayana öncelikle kaza, akabinden de vaktinde kılamadığından dolayı Allah’a ayrıca nedâmetle / pişmanlıkla tevbe ve istiğfar etmesi gereklidir. “Veyl (vay haline) o namaz kılanların ki, onlar namazlarından gafildirler (kıldıkları namazın değerine aldırış etmezler, ciddiye almazlar, namazlarında yanılmaktadırlar).” [Mâûn suresi, 4-5] İbn Abbas (r.anhuma), bu ayeti tefsir ederken namazlarından gafildirler / namazlarını ciddiye almazlar kısmını kazaya bırakırlar diye tefsir etmiştir.
Herhangi bir bahane ile namazı tehir etmekten, kazaya bırakmaktan son derece sakınmalıdır. Zira bunun günahı pek büyüktür. İnsan gerek Rabbine ve gerek insanlara olan borçlarını bir an evvel ödemeye çalışmalıdır. Hayatın müddeti malum! Borçlarını ödemeden ahirete gidenlerin hallerine ne kadar acınsa azdır.
Namaz kelime-i tevhidden sonra dinin en mühim rüknüdür. Hiçbir surette terk edilmemesi gerekir. Cehalet ve gaflet sebebiyle terk edilirse, farkına varılıp fırsat bulunduğu ilk anda kazası icap eder, tehir edilmez, geciktirilmez.
***
Kaza namazları ve Sünnetler
Şâfiî mezhebine göre kazası olan kimsenin sünnet olan namazlarla meşgul olması caiz değildir. Çünkü yemek, uyku, ticaret, iş zamanı müstesna bütün zamanını kaza kılmaya vermek mecburiyetindedir. Fakat ne gariptir ki, Şâfiîler bu fetvaya dayanarak sünnetleri terk ediyorlar ama, kaza da kılmıyorlar…
Hanefî mezhebinde ise beş vakit namazın sünneti, duha, kuşluk, teheccüd ve teravih gibi hakkında eser vârid olan sünnet namazlar, kaza borcu olsa da kılınacaktır, kılınmalıdır.
Doğu ve güney illerimizde Şâfiî mezhebinden olan kardeşlerimizin bir kısmı, zimmetinde kaza bulunduğu gerekçesiyle haklı olarak sünnet kılmaz. Ama bunun yanında kaza namazlarını da kılmaz. Halbuki hazır olan namazı kazaya bırakmak haram olduğu gibi, kazaya kalmış namazın da bulunan ilk imkân ve fırsatta hemen kaza edilmesi için gayret gösterilmemesi de haramdır.
Kaza namazlarıyla meşgul olmak, nafile namazları ile meşgul olmaktan daha önemlidir. Ancak revâtib dediğimiz beş vakit namazın sünnetleri yerine kazaya niyet etmek daha iyi değildir. Bilakis bu sünnetlere niyet edilmesi daha iyidir. Çünkü namazları kazaya bırakmış bir kimseye, prim olarak bir de sünnetleri kılmama imtiyazı tanınmış değildir. Böyle bir günahı işleyen kimsenin fazla ibadette bulunarak, avf-i ilahiye iltica etmesi icap ederken, hakkında Rasûlullah’ın (s.a.v.) şefaatine vesile olacak bir kısım mübarek sünnetleri terk etmesi nasıl uygun olur? Hem farz namazları kazaya bırakmak, hem de kaza kılıyorum diye sünnetlerden vazgeçmek iki kat kusur olmaz mı? Hem sünnetleri hem de kaza namazlarını kılmaya müsait vakit bulamadıklarını iddia edenler bulunursa, bunlara insafa gelin deriz. Beyhûde yere en kıymetli vakitlerini zâyi eden insanlar, bilmem böyle bir iddiaya ne yüzle cür’et edebilirler? [Bilmen, Ömer Nasuhi, Büyük İslam İlmihali, s. 183, md. 299]