Sevgili Halis hocam soruma öncelikle Allah-u Teala'nın çabalarınızı hayra ve güzelliğe ulaştırması temennisi ile başlamak istiyorum. Efendim sorum şu: Malumunuz Kur'an-ı Kerim Yüce Rabbimizin kelamı olması nedeni ile sonsuz manalar, ilimler ve bilgiler içermektedir. Kur'an-ı Kerim'e ait bu sonsuz manaların tamamı Peygamber efendimiz(sallallahü aleyhi ve sellem)'e bildirilmiş midir yoksa bu sonsuz manalar içerisinde hiçbir beşerin anlamasının mümkün olamayacağı ilimler de saklı bulunmakta mıdır?

Halis hocam çabalarınız ve bizlerin cahilane sorularına zaman ayırarak cevapladığınız için çok teşekkür ederim. Yüce Rabbimiz cümlemizin kalplerini İslam'da sabit kılsın ve bizleri kendisinin razı olduğu kullardan eylesin. Doruk

*******

Değerli kardeşim;

Güzel dualarınıza sınırsınz “âmin”ler, bizden de mukabil hayır-dualar…

Sorduğunuz mesele, ilmihâl bilgisine dahil bir husustur. Üstelik her mü’minin bilmesi gerekir. O bakımdan lütfen ilmihâl bilgilerinizi zaman-zaman  tazeleyiniz. Bunların soru mevzuu olması gerçekten zâit. Geniş bilgi için de bkz.

http://halisece.com/sorulara-cevaplar/620-allah-teala-nin-subuti-sifatlari.html

http://halisece.com/sorulara-cevaplar/621-allah-teala-nin-zati-sifatlari.html

Ama ne yapalım, madem sormuşsunuz, sağlığımızı da bir yana bırakıp sizi rahatlatmaya çalışalım.

Bilindiği gibi Allah Teala’nın, her Müslümanın bilmesi vâcip olan sıfatları vardır. Bunlar, Zâtî ve Sübûtî sıfatlardır. “Alîm” sıfatı Cenab-ı Hakk’ın Sübûtî sıfatları arasındadır. Binaenaleyh, her şeyi hakkıyla-tamamiyle-kemâliyle bilen yegâne varlık Allah Teala’dır. Onun ilmini elimizdeki Kur’an-ı Kerim’le de sınırlamak mümkün değildir. Kaldı ki kullar için Kur’an’dan bilinenler de, gene Allah’ın (c.c.) bildirdikleri kadardır.

Kısacası kulların ilmi, melekler,  peygamberler dahil, onun öğrettikleri ile sınırlıdır. Nitekim ayet-i kerimede Sevgili Peygamberimize (s.a.v.) hitaben şöyle buyrulmaktadır:  

“(Rasûlüm) de ki: Size Allah'ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Gaybı da bilmiyorum. Ve size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum. (Ve yine) de ki: Kör ile gören bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz?[En’âm suresi, 50] Yani ‘kör’le ‘gören’ bir olmadığı gibi, sadece basar’a sahip olanla hem basar hem de basiret erbabı da tabii ki müsavi değildir. Her sahada olduğu gibi, şüphesiz bu noktada da zirve, elbette ki Rasûlullah Efendimizdir (s.a.v.). Ancak o da, Rabbinin bildirdiği kadarını bilir, mâverâsını değil. Elbette ki Rabbimizin esrarına, istisnasız bütün kulların tamamiyle vakıf olması söz konusu bile olamaz.

***

Malum olduğu üzere Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) gaybdan verdiği haberler de çoktur. Nitekim İmam Kastalanî (k.s.) hazretlerinin Mevâhib-i Ledüniyye’sinde ve siyere dair diğer eserlerde bu mevzuda pek çok nakiller mevcuttur. Onlardan biri şöyledir:

Tebuk seferi sırasında bir ara Rasûl-i Ekrem Efendimizin (s.a.v.) devesi Kasvâ kayboldu. Ashab-ı Kiram bir süre aradılarsa da onu bulmaya muvaffak olamadılar.

Münâfıklar bunu da fırsat bilerek Rasûlullahı (s.a.v.) rahatsız edici sözler söylemekten geri durmadılar. Onlardan biri olan Zeyd bin Lusayt,

“Şaşılacak şey! Muhammed, peygamber olduğunu söyler, gökten haber verir, fakat devesinin nerede olduğunu bilmez.” diye söylendi.

Münâfıkın âdice sarf ettiği bu söz, Kâinatın Efendisine (s.a.v.) ulaşınca,

“Vallâhi, ben ancak Allah'ın bana bildirdiğini bilirim. Ondan başkasını asla bilemem!” buyurdu ve ilâve etti: “Şimdi de Allah bana bildirdi ki, Kasvâ filan ve filan dağların arkasındaki vâdidedir. Yuları bir ağaca takılmış olarak duruyor. Hemen gidiniz onu bana getiriniz.”

Sahabîler, Rasûlullah'ın (s.a.v.) tarif ettiği yere gittiklerinde, deveyi aynen yuları bir ağaca dolanmış halde buldular ve alıp getirdiler.

Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) gayb dahil bildiği her şeyi, ancak Cenâb-ı Hakk'ın kendisine bildirmesiyle bilir ve insanlar için gayb hükmünde olan hadiseleri haber verirdi. Bu, onun mazhar olduğu mûcizelerinin bir nev'idir. Ona tebaan vârisleri olan evliyaullah dahi benzeri hâruku’l-âdeliklere sahiptirler malumunuz. Ancak başta da belirttiğimiz gibi, elbette ki hiçibir beşerin ulaşamayacağı ilahi ilimler vardır, başka türlüsü de düşünülemez zaten... Zira Hâlık ile mahlûkun, ezelî ve ebedî olanla hâdis ve fâni olanın, kısacası sınırsız olanla sınırlı olanın ilmi bir olur mu? Olursa eğer, o varlık hakkında “ilahlık” düşünülebilir mi? Elbette ki Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) için de sır olan, gizli bulunan nice ilimler vardır.

Evet, “…çabalarınız ve bizlerin cahilane sorularına zaman ayırarak cevapladığınız için çok teşekkür ederim.” demişsiniz ama, ben de bu gibi basit ilmihal bilgileri için beni yormazsanız müteşekkir kalacağımı hatırlatmak isterim. 

Go to top