Peygamberler masum ve mahfuzdur, isteseler bile günah işleyemezler, peki imtihan kalkmış olmuyor mu o zaman peygamberler için?

Soru: Deniz tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap

*******

Selâmün aleyküm.

Evet, peygamberler (aleyhi ekmelü’t-tehâya ve’t-teslîmât) ma‘sûm, evliya (kaddesallûhu esrârahum) mahfuzdur. Bkz.

http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/3322-enbiya-ma-sum-evliya-mahfuzdur.html

http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/3546-enbiya-ma-sum-evliya-mahfuzdur-2.html

Ancak bu durum, onları ‘imtihan’dan masûn kılmıyor. Hatta imtihanın en ağırına onlar mâruz kalıyor. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de buyruluyor ki:

Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler, sizin de başınıza gelmeden Cennete gireceğinizi mi sandınız? Peygamber ve onunla beraber mü’minler, ‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki, Allah’ın yardımı pek yakındır.” [Baqara suresi, 214]

Hz. Sa‘d (r.a.) rivayet ediyor. Dedim ki:

- ‘Yâ Rasûlallah, insanların belâsı / imtihanı en çetin olanı kimdir? Şöyle buyurdu:

- “Peygamberler ve sonra da derece derece mü’minlerdir. Kişi, dini(ne bağlılığı) nisbetinde belâ görür / imtihan edilir. Dini kuvvetli ve sağlam ise belâsı ağır olur. Dininde zayıflık söz konusu ise, dini kadar belâ görür / imtihana tâbi tutulur. Belâ insanın yakasına öylesine yapışır ki, günahsız gezene kadar peşini bırakmaz.” [Tirmizî, Sünen, 7, 78-79; Süyûtî, Câmiu’s-Sağîr, 1, 136] 

Bir diğer hadis-i şerif de şöyledir: “İnsanların belâ / imtihan yönünden en şiddetlisi, en çok belâya mübtelâ olanları peygamberlerdir; sonra sâlihler, sonra da derece derece iyi hal sahibi diğer mü’minlerdir.” [Dârimî, Sünen, 2, 320; Taberânî, Mu‘cemü’l-Kebîr; Süyûtî, Câmiu’s-Sağîr, 1, 136; Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1, 144]

Atalarımızın meşhur sözleridir mâlum: “Allah dağına göre kar verir.”

Bu mesele aynen ilkokul, ortaokul, lise ve üniversite seviyesindeki talebenin imtihanı gibidir. Bunların hepsi aynı sınava tâbi tutulabir mi?

Hayır.

Herkesin sınavı kendi seviyesine göredir. Öyle değil mi?

Ve peygamberlerin imtihanı esas itibariyle bir cilve-i Rabbânîdir. Ümmet fertlerinki gibi değildir, öyle değerlendiremeyiz. Eğer öyle değerlendirmeye kalkışırsak, kantarın topuzunu kaçırır, ölçüyü aşarız. Şairin dediği gibi,

İdrâk-i meâlî bu küçük akla gerekmez

Zira bu terâzi bu kadar sıkleti çekmez

***

İmtihan herkesedir, âlemşümûldür

Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’den anladığımıza göre, imtihan müessesesi her devirde herkes için câri ve mer’îdir / geçerlidir. Yani, bütün insanlar imtihan edilmektedir. İnsanın imtihana tâbi tutulması Allahu Teâla'nın bir sünnetidir, kanunudur, değişmez. Kötüler kadar iyiler de imtihan edilir. Bu cümleden olarak Peygamberler (aleyhimüsselâm) dahi bu usûl ve esasta istisna teşkil etmez. Peygamberler tarihini, özellikle Rasûlullah Efendimizle (slavatullahi alâ Nebbiyina ve aleyhim ecmaîn) alakalı sîreleri okuyanlar çok çok iyi bilirler ki, akla durgunluk veren misaller saymakla bitmez.

İmtihan, ilk insan ilk peygamber atamız Hz. Âdem’le başlayıp, bütün peygamberleri şumûlüne almıştır. Bundan müstesna olanı yoktur. Ancak onlar Allahu Teâla’nın hıfz u himayesindedirler. Peygamberlik mâlum olduğu üzere kesbî olmayan bir ilahî keremdir / ihsandır / lûtuftur / vergidir.  Bu sebeple, peygamberlerin diğer insanlardan farklı bir mevkide-mertebede olmaları, peygamberlik vazifelerinin tabii bir neticesidir.

Şunu unutmamak gerekir ki, imtihanın temel nüktesi, Allah’a imandan sonra O’nun emir ve yasaklarına riayet etmektir. İnsanlar, Allah’ı mârifetleri / tanıdıkları nisbette onun emir ve yasaklarına riayet edecektir. Bu açıdan bakıldığı zaman, peygamberler herkesten daha fazla mârifetullaha sahiptirler, herkesten daha fazla O’ndan korkarlar, herkesten daha fazla O’nu severler ve herkesten daha fazla O’nun emir ve yasaklarına karşı saygılıdırlar. Demek ki, onların imanlarının kuvvetli olması, imtihanlarının bitmesi manasına gelmiyor; bilakis, onları daha fazla  Allah’a karşı haşyet, vera ve takvaya  / saygıya sevk ediyor.

***

Büyüklerin imtihanı da büyük olur

Büyüklerin imtihanı da o nisbette büyüktür. Bunun anlamı şudur:

Büyüklerin ufak-tefek yanlışları diğer küçüklere göre çok fazla kabul edilir ve ona göre muamelede bulunulur. Nitekim Hz. Âdem’in (a.s.) bir defa şeytanın yeminine kanması, onun Cennetten çıkarılmasına sebep olmuştur. 950 sene peygamberlik vazifesini çok zor şartlar altında yürüten Hz. Nuh (a.s.), Allah’ın (c.c.) bir beyanını yanlış anlamış ve o yönde Allahu Teâla’ya münacat ve müracaatta bulunmuştu.  Bu tavrından ötürü “cahillikle damgalanacağı” hususunda şiddetle azarlanmıştı:

Nuh Rabbine hitâb edip: ‘Ya Rabbî, dedi, elbette boğulan oğlum da ailemdendi, öz evladımdı. (Halbuki ben onları gemiye alırken Sen bana kurtulacaklarını, müjdelemiştin). Senin va‘din elbette haktır ve Sen hâkimlerin hâkimisin!’ ‘Ey Nuh!’ buyurdu Allah, ‘O senin ailenden değil. Çünkü o, dürüst iş yapan, temiz bir insan değildi. O halde, hakkında kesin bilgin olmayan bir şeyi Benden isteme. Cahilce bir davranışta bulunmayasın diye sana öğüt veriyorum.’  Yâ Rabbî, dedi (Nûh), hakkında kesin bilgim olmayan şeyi istemekten Sana sığınırım. Eğer beni affetmez, bana rahmet etmezsen, her şeyi kaybedenlerden olurum.” [Hud suresi, 45-47]

Hz. Yunus’un (a.s.), vahiy ile geleceğini bildiği helâk musibetinden kurtulmak için, bir anda insanî zaafına uyarak oradan ayrılması, ona çok pahalıya mal olmuştu. Soluğu ta balığın karnında almıştı.

Diğer peygamberler için de büyük imtihanların söz konusu olduğunda şüphe yoktur. Rasûl-i Zîşân Efendimizden (s.a.v.) sonra insanlığın manevi derece itibariyle iki numarası olan atamız Hz. İbrahim’in (a.s.) başına gelemeyen kalmamıştır.

Âlemlere Rahmet Efendimiz’in (s.a.v.) imtihanı ise hepsinden çok daha büyüktür. Çünkü o, Seyyidü’l-Enbiya ve Mürselîn’dir.

En şiddetli belalara mâruz kalanlar peygamberlerdir...” [Tirmizi, Sünen, Zühd 57; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1, 172, 174] mealindeki hadis-i şerifte bu hakikate işaret buyrulmuştur.

Şu noktaya da dikkat etmekte fayda vardır ki; peygamberler de birer beşerdir / insandır. Onların insanlık yönleri kaybolmamıştır. Biz bir insan olarak Allah’a ve diğer iman esaslarına iman ettiğimiz halde, nefsanî / insanî olan taraflarımızın yine de bizi doğru yoldan saptırmak istediği bilinen bir gerçektir. İman hususunda peygamberlerin şüphesi olmamakla beraber, insanî zaaflar açısından bazı vesveselere / zellelere mâruz kalmakla imtihan geçirdikleri de bir vâkıadır. Kavmine gelen azaptan kurtulmak için Allah’tan izin almadan vazife mahallini terk eden Hz. Yunus’un (a.s.) durumu da bir başka örnektir.  

Ayrıca, Allahu Teâla’nın büyük velileri de bizim için gaybî olan birçok şeyi, O’nun inayetiyle görürler, ama imtihanları yine de sona ermez. Zira kim olursa olsun, nefs-i mut’mainne makamına kavuşmadan emniyette değildir. Her an mertebesini kaybetme riskiyle karşı karşıyadır.

Âlimler müstesna insanların hepsi helak oldu, ilmiyle amel edenler müstesna; âlimlerin hepsi helak oldu, ihlâslı olanlar müstesna; amel edenlerin hepsi helak oldu. İhlâslı olanlar da büyük bir tehlikeyle karşı karşıyadır.” [Aclunî, Keşfü’l-Hafâ, 2, 312] hadisiyle bu hakikate işaret edilmiştir.

***

Mü’minler için imtihanın sırrı

Peki, mü’minler için imtihan sırrı nedir? Kısaca buna da temas edelim.

Hadis-i kudside Allahu Teâla buyuruyor ki: “Mü'min bir kulumu bir hastalığa müptelâ ettiğim zaman Bana hamd ederse anasından doğduğu günkü gibi günahlarından temiz olarak yatağından kalkar. Allah (c.c.) buyuruyor ki: 'Ben kulumu bağladım, imtihan ettim / sınadım şimdi ey meleklerim sağlam iken ona yazdığınız sevaplar gibi hastalık zamanı için de aynı sevapları yazın." [Ahmed bin Hanbel, Müsned, 4, 123]

Hadis-i şerifte de, Allah, sevdiği kavmi daha çok belâya / imtihana uğratır.” [Aclûni, Keşfü’l-Hafâ, 1, 80] buyrulmuştur.

Sahâbeden Abdullah (r.a.) diyor ki:

- ‘Rasûlullah’ın huzuruna girdim; Yâ Rasûlallah, dedim, çok ateşin var.

- “Evet, dedi, Ben sizden iki kişinin hastalığı kadar hastalanırım.” Ben:

- ‘Şu halde, senin için (daha büyük) ecir vardır’ deyince buyurdu ki:

- “Evet, aynen öyle... Hiçbir Müslüman yoktur ki, ona bir diken ve daha küçük bir şey de olsa eziyet veren bir şey isâbet etsin de, Allah o şeyi, ağacın yapraklarını dökmesi gibi, o Müslümanın günahlarına keffâret kılarak günahları ondan dökmesin.” [Askalânî, Sahih-i Buhâri Şerhi, 10, 111]

***

N e t i c e

İmtihan görmemiş ölü gönül ve ham ruhların, manevi bakımdan nefisleri adına insanlığa yükselmeleri bahis mevzuu olamayacağı gibi, maddi açıdan da içinde yaşadıkları topluma, en küçük bir faydaları dokunmayacaktır.

Elmas gibi ruhların, kömür tıynetli kimselerden ayrılması / ayrışması imtihana bağlıdır. İmtihanın olmadığı bir yerde altını, taştan-topraktan ayırmaya; elması da kömürden tefrik etmeye imkân yoktur.

Ve yine imtihanın olmadığı bir yerde, en habîs en uğursuz ruhlar en yüce kametlerle / fıtratlarla iç içedir. İmtihanla, melekler gibi sâfi ruhlar, bu habîs ruhlardan ayrılır ve kendileri için mukadder olan zirvelere, pek yüce manevi makam ve mertebelere yürürler.

Go to top