"Azap hükmünün kesinleşmesi" nedir?

(36/YÂSÎN-7: Doğrusu çoğunun üzerine azap gerçekleşmiştir. (Çünkü imanı istemiyecekleri, Allah tarafından biliniyor) artık onlar iman etmezler.)Çok uzun süre kafir yada mürted olana ve çok günahkar olanlara mı bu azap?

Soru: Burhan tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap

*******

Selamün aleyküm.

Meali nerden ve kimden aldığınızı bilmiyorum, fakat biraz sıkıntılı olduğu aşikâr. Onun için tekrar kaydedelim:

“Andolsun ki onların çoğunun üzerine o söz (azap emri) hak olmuştur (cezayı-azâbı-gadabı hak etmişlerdir). Artık onlar îman etmezler.” [Yâsîn suresi, 7]

Sorularınıza gelince;

1. Başlıktaki sorunuzun cevabı, yani “Azap hükmünün gerçekleşmesi”nin sebebi ayet-i celilede, “imansızlıkları”ndan ötürü olduğu zaten apaçık bildiriliyor. Kapalı bir tarafı yok. Bunun için daha başka sebep ya da sebepler aramanın ilmî-itikadî ve de mantıkî bir yanı-yönü de yok. İmansızlık haddi zâtında başlı başına bir felaket, kesintisiz bir azap ve husran sebebidir, Allah’ın rahmet ve mağfiretinden ebediyyen mahrumiyettir! Hafizanallah…

2. Çok uzun süre kafir yada mürted olana ve çok günahkar olanlara mı bu azap?” sorusu da anlamsız. Dilerseniz bunu itikâdî bakımdan biraç açıp açıklayalım:

Küfürde, irtidatta uzun veya kısa süreyi, çok günahkâr olmayı filan kafana takma. Önemli ve aslolan, âkıbettir, son nefestir, ahirete imanla gidebilmektir. Allah korusun, kişinin hayatı esnasında gel-gitler olabilir; küfre de düşebilir, mürted de olabilir. Bilerek veya bilmeyerek / farkında olarak veya olamayarak… Ama ölmezden evvel sağlığında (yeis haline / son nefese gelmeden) dönüş yapıp pişman olarak imanını tazelemiş, tevbe ve istiğfar edebilmişse eğer, ümit edilir ki Cenab-ı Mevlâ affeder. Şayet affa nail olamazsa, cezası nisbetinde Cehennem’de azap görür, fakat neticede kurtulup Cennet’e kavuşur.

Çok günahkâr olanların durumu da yine, ölmezden evvel tam bir pişmanlıkla tevbe ve istiğfar edip edememelerine bağlıdır. Burada bir fark vardır; son nefeste iman kabul olmamakla beraber tevbe makbuldur. Günahkâr mü’minlerin tevbelerini Cenab-ı Hak son nefeslerine kadar kabul etmektedir. Fakat tevbe ve istiğfarı sürekli yapmaya çalışmak, hele hele son nefese bırakmamaya gayert etmek lazım. Çünkü bu tehlikelidir; hiçbir canlı nerede, ne zaman, nasıl öleceğini bilemez. Kısacası, ölüme daima hazırlıklı olmak gerekir.

***

Son olarak büyük âlim ve müfessir Elmalılı merhumun Hak Dini Kur’an Dili’nden söz konusu ayet-i kerimenin tefsirini teberrüken iktibas edelim (biraz sadeleştirerek):

“Andolsun ki, daha çoklarına karşı (azab) sözü hak oldu. ‘Leqad’ kelimesinde ‘lâm-ı kasem’e cevaptır. ‘Vallâhi leqad: Allah'a yemin ederim ki muhakkak..’ takdirinde Allahu Teâlâ'nın yüce ismine bir yemini işaret eder.

Müfessirlerin çoğu burada, ‘söz’den maksadın, ‘Le-emle’enne cehenneme mine’-lcinneti ve’n-nâsi ecmaîn: Andolsun ki, Cehennem’i bütün cinlerden ve insanlardan dolduracağım.(Secde, 32/13) kelimesi (cümlesi) olduğunu söylemişlerdir. Nitekim ‘innel’lezî haqqat aleyhim kelimetü rabbike lâ yü’minûne: Şüphesiz Rabbinin kelimesi üzerlerine hak olanlar inanmazlar.’ (Yunus, 10/96) âyetinde de böyledir. Yani bu yüce söz gereğince haklarında azab ile hüküm vâcib oldu.

Ancak buna şöyle bir soru sorulur:

- ‘Ve mâ kâne rabbüke li-yühlike’l-qurâ bi-zulmin ve ehlühaa muslihûn: Halkı ıslah edici kimseler olduğu halde, Rabbin o ülkeleri zulüm ile helak edecek değildi.’ (Hûd, 11/117), ‘Ve mâ künnâ muazzibîn hattâ nebase rasûlâ: Biz bir peygamber gönderinceye kadar (hiçbir kavme) azab edecek değiliz.’ (İsrâ, 17/15) buyurulmuşken, burada ‘Fehüm ğâfilûn’: Onlar gafildirler’ diye gafletleri anlatılan bir kavim aleyhinde azab nasıl hak olur?

Cevap olarak;

- Bunlara o sözün (azabın) hak olması, peygamber gönderilmeden önce değil, gönderildikten sonra Ebu Cehil gibi inad edip kabul etmeyenlere aittir, deniliyor.

Fakat bu itibarla doğru olsa da, sonradan çoklarının imana gelmiş olduklarına göre, bunlara imana gelmez bir çoğunluk denilemeyeceği gibi, peygamberin gönderilişinden sonra çoğunluğun bu şekilde hemen mahkûm edilişi de ‘Mâ ünzira âbâuhum fehüm ğâfilûn: Babaları uyarılmayan ve kendileri de gafil olan’ mâzeretiyle âyetin gelişine de uygun düşmüyor. O halde bu çoğunluğun, o kavmin içinden çok dışında olması gerekir. Çünkü nahivde bilinmektedir ki, ism-i tafdîlin izafetle (tamlama halinde) kullanılışının iki şekli vardır:

Birisinde ‘muzâfun ileyh’ten bir cüz (parça) olması şart olur. ‘Yûsufü ahsenü’n-nâsü: Yusuf, insanların en güzelidir.’ ifadesi gibi. Diğerinde ise mutlak fazlalık kastedilmekle ‘muzâfun ileyh’ten hariç olabilir. ‘Yûsüfü ahsenü ihvetihî: Yusuf, kardeşlerinin en güzelidir.’ cümlesinde olduğu gibi ki, işte burada ‘Ekseruhum: Onların çoğu’ bu mânâ ile düşünüldüğü takdirde, bu çoğunluğun, o gafillerin dışında bulunan ve babaları uyarılmış olan azgınlara yorumlanacağından bir soru gelemez. Yani sadece o gafillerin içinden çoklarına değil, onların daha çoklarına, babalarına peygamber gönderilmiş olduğu halde, doğru yoldan ayrılmış olan pek çok kavimlere söz (azab sözü) hak olmuştur. Artık onlar imana gelmezler. Onun için korkutmaya onlardan başlamak, hikmete uygun olmaz.” [A.g.m. ve e. Eser Kitabevi, İstanbul, 1971, 6, 4008-9]

Go to top