Selamun aleyküm değerli hocam, nasılsınız afiyettesinizdir inşaallah.
Hocam halk arasında pazarlık sünnettir sözü meşhurdur. Bu söz hadis midir?
Fi emanillah. Emre Karkar – Gmail
*******
Ve aleyküm selam değerli kardeşim; hamdolsun, sağlığınıza duacıyız.
Sorunuzla alakalı husus daha önce soruldu ve cevaplandı. Lütfen siteye bkz. diyeceğim ama, bu günlerde site de problemli. Onun için yeni bir cevap vermeye çalışalım.
“Pazarlık sünnettir” tarzında-metninde bir hadise rastlayamadık. Ancak pazarlığın sünnet olduğunu, meşrû ve mubah bulunduğunu tesbit için illâ da kavlî bir sünnete gerek de yoktur. Nitekim aşağıda açıklamaya çalışacağımız üzere bu husus, Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) ve ashâbın (r.anhum) fiilleriyle, yani bizzat uygulamalarıyla sabittir.
Alış-verişte pazarlık, İslâm'ın meşrû kıldığı bir usûldür. Bu uygulama, piyasanın tabii bir kontrolü, fiyat hareketlerinin tâkibi bakımından uygun bir davranıştır. Bir bakıma narhla da ilgilidir. Nitekim fiyatlar yükseldi, narh koyun, diye müracaat edenlere Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.), Narhı (resmî makamlar tarafından muayyen bir fiyat konulması) Allah koyar, diye cevap vermiştir. O bakımdan istisnaî durumlar dışında İslâmiyette, narh koyma işi hoş karşılanmamıştır. [Tirmizî, Sünen, Büyû, 73; Ebû Dâvud, Sünen, Büyû, 49; İbn Mâce, Sünen, Ticârât, 27] Dolayısiyle piyasa serbest tarzda kendiliğinden oluşmuş, imkân nisbetinde zorlamalardan kaçınılmıştır.
Kişi, alacağı malda-eşyada kaliteyi, hoşuna gideni ve de ucuzunu aramalı, böylece piyasadan haberdâr olmalı… Sonra da, fiyatları az çok bilen birisi olarak pazarlık yapmalıdır. Herkes bunu yaparsa, üreticiler ve satıcılar da rekabet etme, müşteri kaybetmeme endişesiyle kendilerine çekidüzen verirler, dikkat ederler. Böylece daha güvenli bir ortam oluşur. Temel kaynaklarımızda, Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.) ve Ashabından (r.anhum) nicelerinin pazarlıklarıyla ilgili rivâyetler mevcuttur. [Bkz. Buharî, Sahih, Menâkıbu'l-Ensâr, 45, Büyû 67, Hiyel, 14-15]
Hâsılı, İslâm hukuku ve ahlâkına göre pazarlık yapmanın bir mahzuru / sakıncası yoktur. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de alışverişte pazarlık yapmıştır. Bunlardan bir-iki tane misal verecek olursak, pazarlığın meşrû-helâl ve doğru olduğunu anlamış oluruz.
1- Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.) Hz. Câbir’den (r.a.) bir deve satın aldı. Câbir (r.a.) pazarlıkta, (seferden) dönünceye kadar devenin sırtına yük yükleyip ehlini bindireceğini söyledi, Rasûlullah (s.a.v.) de kabul etti ve böylece anlaştılar.
2- Başka bir alış verişte ise, Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.) sahabeden bir zata bir köle satmıştır. Kölenin hastalıklı ve ayıplı olmadığına, esir bulunmadığına dair Rasûlullah (s.a.v.) yazılı anlaşma yapmıştır. Köleyi alan sahabe Gaile (r.a.) ise, bu pazarlığa ‘zina ve hırsızlık yapmayacağına ve kaçmayacağını’ da yazıya ilave ederek anlaşma yapmış ve alış-veriş tamamlanmıştır. [Hadisi Buhari, Müslim ve Tirmizi rivayet etmiştir]
Ancak alış-verişin her çeşidinde illâ da pazarlık yapmak sünnet değildir, şart değildir. İhtiyaç varsa pazarlık yapılır.
Alış-verişte Müslümanın aldanması caiz olmadığı gibi, aldatması da caiz değildir. Hadis-i şerifte buyrulmuştur ki:
“Bizi aldatan bizden değildir.” [Müslim, Sahih, İman, 164] Yani bu muamele noktasında bizim fıtratımız-sünnetimiz üzere olmamış olur.
Fakirlerin malını fazla parayla almalı, onları sevindirmelidir, sevaptır… Fakat zenginden mal alırken aldanmak sevab değildir, kötüdür. Malı zâyi etmektir. Mümkünse pazarlık edip ucuza almak lazımdır. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (r.anhuma), her aldıklarında pazarlık eder, ucuz almaya uğraşırlardı. Kendilerine,
- Bir günde birçok sadaka veriyorsunuz da, bir şey satın alırken niçin uzun pazarlık ederek yoruluyorsunuz? denildiğinde,
- Verdiklerimizi Allah rızası için veriyoruz. Ne kadar çok versek yine azdır, fakat alış-verişte aldanmak, aklın ve malın noksan olmasındandır, buyururlardı. [Bkz. İmam Gazalî, Kimyâ-yi Saadet]
Ayrıca unutmamak lazım; pazarlık etmek demek, illâ da ucuza almak demek değildir. Şu fiyata verir misin, demekle de pazarlık edilmiş, sünnet yerine gelmiş olur.
***
Gelelim alım-satımın başka yönlerine; netlik-mertlik, açıklık ve dürstlük cihetine…
Kayle Ümmü Benî Ammâr (r. anha) anlatıyor: "Rasûlullah’ın (s.a.v.) yaptığı umrelerden birinde, kendisine Merve'de yaklaştım ve:
- "Yâ Rasûlallah! Ben alıp satan bir kadınım. Bir şeyi satın almak istediğim zaman, arzuladığımdan daha düşük bir fiyat teklif ediyorum. Sonra yavaş yavaş artırarak arzuladığım fiyata geliyorum. Bir şeyi satacağım zaman da, önce, almayı arzuladığım fiyattan daha yüksek bir fiyat teklif ediyor, sonra yavaş yavaş inerek arzuladığım fiyata geliyorum, (böyle yapmama ne dersin?)" dedim. Şu cevabı verdi:
- "Ey Kayle, böyle yapma. Bir şey satın almak istedin mi, düşündüğün fiyatı söyle, sana verilsin veya verilmesin."
Efendimiz (s.a.v.) sonra şunu söylediler:
- "Bir malı satmak istediğin zamanda, versen de vermesen de (yüksek fiyat değil) satmak istediğin fiyatı söyle."
N e t i c e
Malın fiyatı; satıcı ile alıcının anlaşması sonucunda, yani pazarlıkla ortaya çıkar. Pazarlık yapmak helâldir.
Helâl olmayan davranış, bir mala aşırı fiyat istemek veya değerinin çok altında fiyat vermektir. Alıcı ile satıcı pazarlık yaparken ikinci bir alıcının pazarlık yapması caiz değildir.
Abdullah b. Ömer (r.anhuma), pazarlık üzerine ikinci bir şahsın pazarlık yapmasını Rasûl-i Ekrem Efendimizin (s.a.v.) yasakladığını söyler. [Bkz. Buhârî, Sahih, Büyû, 58; Müslim, Sahih, Büyû, 14]
Malı alma niyeti olmaksızın fiyatı artırmak veya kırmak, böylece üçüncü şahıslara zarar vermek, kapalı veya açık artırmalarda yapılan hîle ve gizli anlaşmalar da haramdır. Bütün bu davranışlara dinimizde "aldatma" denir ve Peygamberimiz (s.a.v.) tarafından yasaklanmıştır. [Bkz. Buhârî, Sahih, Büyû, 64; Müslim, Sahih, Büyû, 14]
Ebu Hureyre'nin (r.a.) anlattığına göre, Rasûl-i Zîşân Efendimiz (s.a.v.), "Müslüman, kardeşinin pazarlığı üzerine pazarlık yapmasın" buyurmuştur. [Bkz. Buhârî, Sahih, Büyû‘, 64, 70; Müslim, Sahih, Nikâh, 51-56, Büyû‘ 11, 12; Nesâî, Sünen, Büyû‘, 16]
Abi selam aleyküm vadesiz olarak KuveytTürk te bi altın hesabı açtırmak istedik. İstenildiğinde gram olarak fiziki altın verebikeceklerini söylüyorlar. Sitedeki yazılarınızı açamadım dinimizce caiz midir acaba hayırlı günler… Fatih Aktaş – Facebook
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Maalesef site bu günlerde problemli... Dua edin de en kısa sürede açılsın. Yoksa okuyucuların şikâyetlerine cevap vermekten âdeta gına geldi.
Hatırladığıma göre meselenizle ilgili sitede etraflıca cevap vardı. Ama açılmadıktan sonra tabii ki kime ne fayda!
Sorunuzun kısa cevabı:
O müessesede çalışan arkadaşlardan edindiğimiz bilgilere göre ve anlattığınız tarzda, altın işleminde şu anda bir mahzur / sakınca görülmemektedir. Ancak bu açıklamamız, bugün (15.03.2016) itibariyle geçerlidir. Zamanla ortaya çıkabilecek hatalı uygulamaların kefili olamayız. Buna göre değerlendiriniz.
Site açıldığında da bu husustaki yazıları lütfen gözden geçiriniz.
Not: Sitemiz açıldı. İki link veriyorum, bkz.
http://halisece.com/sorulara-cevaplar/1942-katilim-bankalarinda-ve-merkez-bankasinda-calismak.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1055-normal-bankalardaki-altin-hesabi.html
Selamun aleykum Hocam..nasılsınız?Hocam Bu belli başlı markaların örnek olarak rodi mavi levis ya da bilinen tüm markaların imitasyon-çakmasını satmak caiz midir?bunun tam olarak İslami hükmü nedir Hocam?Kul Hakkı mıdır?müsait olduğunuzda bi yazabilirseniz sevinirim..selam ve dua ile..
*******
Ve aleyküm selam kardeşim; teşekkür ederim, sağlıınıza duacıyım
Soruyu sorduğnuz şekliyle ve kasır aklımızla anlayabildiğimiz, nakıs mantığımızla değerlendirebildiğimiz kadarıyla âcizane mülâhazamız şöyle:
1- Müşteriyi aldatmadığınız, ona bunun gerçek olmayıp imitasyon olduğunu söylediğiniz sürece alıcı açısından bir mahzuru olmaz. Fakat bu tür malları alıp satmanın, söz konusu sahtekârlığı işleyenlere yardımcı olmak gibi bir sakıncası da yok değildir. İhtiyaten bunları alıp satmamak daha uygun bir davranış olur.
2- Marka taklid etmenin ise kul hukukuna gireceği açıktır. Malının / markasının taklit edilmesine karşı davacı olan, ister yerli olsun ister yabancı, hiçbir markayı sahibi bulunan firmadan izinsiz olarak taklit edemezsiniz, bu caiz olmaz. Müslim olsun gayrimüslim olsun kul hakkından şiddetle kaçınmak gerekir.
Selamun aleykum hocam. "Allah benim ömrümden alsın onun ömrüne katsın" diye bir başkasına ömründen hediye veya tasadduk etmek caiz mi? Dinimizde bu şekilde ömrümü başkasına ver diye dua edilir mi? Yavuz Selim Türk - Facebook
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Evet, bir insan kendi ömründen bir kısmının başkasına verilmesini isteyebilir. Bu dinen meşrûdur, caizdir.
Hadis-i şeriflerde açıklandığı üzere, malumunuz, her insanın daha anne rahminde iken rızkı gibi ömrü de belirlenmiş olur.
Ayrıca sadaka, anne-babaya itaat [Bkz. Alaaddin Ali el-Muttaqî, Kenzü’l-Ummâl, Hadis no: 45483, 45519-22], sıla-yı rahim yapmak gibi bazı güzel amellerin / işlerin ömrün uzatılmasına vesile olduğuna dair hadis-i şerifler de mevcuttur. [Bkz. el-Muttaqî, a.g.e., H. no: 6920-6921, 6971] Nitekim, “…Kendisine ömür verilenin ömrünün uzatılması da, ömründen kısaltılması da mutlaka bir kitapta yazılıdır. Şüphe yok ki bu, Allah'a göre kolaydır.” [Fâtır suresi, 11] mealindeki ayette bu hakikate işaret edilmiştir.
Bundan anlaşılıyor ki, bir kimse samimî olarak kendi ömründen başkasına bir hediye veya bir sadaka olarak bağışlayabilir. Rivayete göre, atamız Hz. Adem aleyhisselâm, ömründen altmış yılı Hz. Davud’a (a.s.) bağışlamıştır. [Bkz. el-Muttaqî, a.g.e., H. no: 15228]
Bununla beraber, bu gibi durumlar, birer istisnâdır. Daha çok da Allah Teala’nın sâlih ve makbul kulları hakkında söz konusudur. Herkes ömrünün bir kısmını öyle kolay kolay sıradan birilerine vermez, vermek istese de belki kabul görmez.
Şayet kişi, sâlih bir kimseye ömrünün bir kısmını verse, elbette o kişinin işlediği güzel amellerin sevapları, verene de yazılır. Ancak iyi olan bu insan daha sonra kötü olmaya başlasa, işlediği günahlardan öbürü sorumlu olmaz. Çünkü, kendisi onu sâlih bir kul olarak gördüğü için vermiştir. Sonradan kötü olması, onun sorumluluğunda değildir. Zira istikbâli-gaybı bilemez, gaybı ancak Allah bilir. O, gördüğüne göre hükmeder.
S o n s ö z
Evet, tarihî ve ilmî hakikatler gösterdiği gibi, yaşadığımız dönemlerden de şahit olduk ki, bir kısım mazanna-i ricâl (velî olduklarına inanılan kişiler), başlarında emîr olarak bulunan âlim-ârif ve fâzıl zevât-ı kirama ömürlerinden bahşedip gitmişlerdir.
Selamün aleyküm hocam, ‘husama namazı’ adıyla anılan bir namaz var mıdır, varsa nasıl ve ne zaman kılınır? geçen ay bir toplulukta konu oldu ve bir arkadaş Diyanete buna benzer bir soru sorulduğunu, onlarında ne Kuranda ne sünnette böyle bir namaz olmadığını söylediklerini anlattı. bu konuyui açıklayabilirmisiniz. Allaha emanet olun. Abdülkerim Türkoğlu - Melbörn / Avustralya
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Evet, “Husama namazı” diye bir namaz vardır. Maneviyat erbabı, bâtın ehli zâtlar kılagelmişler, sohbetlerinde ve eserlerinde de buna yer verip mü’minlere de tavsiye etmişlerdir. Esasen bu mesele şeriatın bâtıniyle alakalı bir husustur. Dolayısiyle zâhir-i şeriatle meşgul olanlar haberdâr olmayabilir ya da genelde olduğu gibi buna da itiraz ediyor olabilirler. Nitekim mübarek gün ve gecelerde kılınan namazlar hakkında öteden beri yazıp söyledikleri de hemen-hemen aynı nakaratlardır.
Sözünü ettiğiniz Diyanet’e yöneltilen soru ve bu soruya verilen cevap şöyle:
“Kul hakkı namazı var mıdır?
Soru: "Üzerimde çok kul hakkı var. Namaz kılarak bunu ödeyebilir miyim?"
Cevap: İslam dininde ibadetler Allah ve Rasulü tarafından belirlenmiştir. Ne Kur’an’da ne de sünnette “kul hakkı namazı” diye bir namazdan söz edilmemiştir. Kişinin kul hakkından kurtulmasının yolu, hak sahibine hakkını vermesi ve onunla helalleşmesidir. Yaptığı zulüm için de Allah’a tövbe etmelidir. Tövbe etmeden önce iki rekât namaz kılması menduptur. Kul hakkı konusunda Hz. Peygamber(s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Kimin üzerinde birinin namusu ya da malıyla ilgili bir zulümvarsa altın ve gümüşün bulunmadığı kıyamet gününden önce onunla helalleşsin. Aksi takdirde kendisinin salih amelleri varsa, yaptığı zulüm miktarınca sevabından alınır, hak sahibine verilir. İyilikleri yoksa zulüm yaptığı kardeşinin günahından alınır, onun üzerine yükletilir.” (Buhârî, Mezâlîm, 11.) DİN İŞLERİ YÜKSEK KURULU
Filasıl bu cevap, sahibi bilinen maddî haklar bakımından doğrudur. Bu manada bir ‘kul hakkı namazı’ olmaz. Bunlardan kurtulmanın yegâne yolu, o hakların sahiplerine ödenmesidir.
Peki, problem nerede?
Problem, “İslam dininde ibadetler Allah ve Rasulü tarafından belirlenmiştir. Ne Kur’an’da ne de sünnette “kul hakkı namazı” diye bir namazdan söz edilmemiştir” açıklama cümlesindedir.
Evet, Edille-i Şer’iyye-i Asliyye’den Kitap ve Sünnet’te sarahaten “kul hakkı namazı” veya kitaplarda bahsedilen tarzda "Husama namazı" ismiyle bir namazdan bahsedilmemiş olabilir. Fakat Şer’î Deliller sadece Kitap ve Sünnet’ten ibaret değil ki… Ayrıca üstüne üstlük / fazladan olarak, iki ana kaynakta sarahaten belirtilmeyen bu ve benzeri hükümleri açıklayan Edille-i Şer’iyye-i Fer’iyyeler mevcut. Hatta bunların da ötesinde şeriatın bâtıniyle alakalı hususlarda, Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) hakiki vârisleri olan evliyâlullahın ilham ve keşifleri de var. Her ne kadar bunlar şeriatın zâhirinde delil olarak kabul edilmese de, kıyamete kadar onların hükümleri de kendi alanlarında / bâtın-i şerîatte câri ve mer’îdirler... Bkz. Şer’î hükümlerin isbâtı ve ilhâmın dindeki yeri başlıklı makalemiz.
Bunun cevabını aslında yukarıda ilk parağrafta verdik. Ama kısaca bir şeyler daha ilave edip açıklamak gerekirse, cevapta zikri geçen hadis-i şerifin meseleyi gayet güzel anlattığıdır. Nitekim helalleşme ihtiyacı içindeki kimseleri, Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) "müflis" olarak tavsif edip, bunların vaziyetini şöyle anlatmıştır: "Benim ümmetimden müflis o kimsedir ki, kıyamet gününde namaz, oruç ve zekât ile gelir. Ama şuna sövmüş, buna iftira etmiş, onun malını yemiş, berikinin kanını akıtmış, ötekini dövmüştür de, sevabından bir kısmı şuna, bir kısmı buna verilir. Üzerindeki kul hakları ödenmeden önce hasanât-ı tükenirse, onların günahlarından alınıp, buna yüklenir ve sonra Cehennem'e atılır." [Buhari, Sahih, Edeb, 102; Ayrıca bkz. Tecrîd-i Sarih Tercümesi, 7/ 375, 376, 1090 no'lu hadis]
"Kıyamet gününde bütün haklar sahiplerine verilecektir. Hatta boynuzsuz koyun için boynuzlu koyundan kısas alınacaktır" [Tirmizi, Sünen, Sifatu'l-Kıyâme, I] haberi de, kul hakkının ve dolayısıyla bundan kurtarıcı helalleşmenin önemini ortaya koyar.
Helalleşme yoluyla gidilecek, halledilebilecek kul hakkı öylesine önemlidir ki, Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.), "Şehidlerin kul borcundan başka bütün günahları mağfiret olunur" (Tecrîdi Sarih Tercümesi, VII, 349, 1084 nolu Hadis) buyurarak bu durumu haber vermaktadir.
Hâsılı, helalleşme öteki dünyadaki iflâstan kurtulmak için, bu dünyada insanlardan haklarını helâl etmelerini dileme ve böylece borçtan kurtulma yoludur.
Demek ki neymiş efendim;
Mü’min, öncelikle haksızlık ettiği insanlarla dünyada helâlleşecek… Helâlleşmediği takdirde, ahirette kendisinin sâlih amellerinden zulmettiği kişiye / kişilere verilecek. O halde yarın müflis durumuna düşmemek için sâlih amelleri çoğaltmamız gerekiyor, öyle değil mi?
Helalleşmenin dünyada yapılmaması halinde, bunun âhirette gerçekleşeceğini yine bir Buhârî rivâyetinden öğreniyoruz: "Kıyametle mü'minler Cehennem (üzerindeki Sırat'tan) kurtulduktan sonra, Cennet ile Cehennem arasındaki (ikinci bir) köprüde durdurulurlar. Burada, dünyada aralarında bulunan (ufak-tefek) mezâlimden (haksızlıklardan) birbirlerinin hakkını vererek hesaplaşıp, pâklanarak arındıkları zaman bunların Cennete girmelerine izin verilir." [Tecrîd-i Sarîh Tercümesi, 7/ 353-354, 1085 no'lu hadis]
İşte Husama namazı da bunun içindir. Yani o namazın sevabını hasmımıza, üzerimizde hakkı bulunan kişiye veriyor, hediye ediyoruz. Karşılığında da hakkını bize bağışlamasını istiyoruz. Kısacası onun günahlarını yüklenmek yerine, kendi sâlih amelimizden ona veriyoruz. Bunu da ahirete bırakmak yerine, dünyada iken yapmaya çalışıyoruz. Bundan güzel bir alış-veriş olur mu?
Velhâsıl; sahibi bulunamayan veya cins ve miktarı bilinemeyen kul haklarının affı için bu Husama namazı kılınır. Akabinden de dua edilirse -inşâallah- o kişinin afvolması ümit edilir. Sahibi bilinen haklar, maddî bakımdan, mal-mülk, para-pul nev’indense sahibine ödenir, ödenmesi gerekir. Eğer manevi bir haksa, mesela gıybetini yapmak gibi, o takdirde özür dilenir, gönlü alınıp helâllik istenir.
***
Namazla ilgili açıklamalara gelince…
Son devir dersiâmlarından, Tarikat-ı Aliyye-i Nakşibendiyye-i Müceddidin Silsilesi’nin sol halkasını teşkil eden vâris-i Râsûl, mürşid-i kâmil ü mükemmil Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) hazretlerinin ders ve sohbetlerinde talebelerince derlenen, Fazilet Neşriyat tarafından yayınlanan, Mübarek Gün ve Gecelerde Yapılması Tavsiye Edilen DUA ve İBADETLER kitabının sonunda [s. 58], kılınması hatırlatılan Husama namazı hakkında kısaca şu önemli bilgiler verilmektedir:
“Kıyamet günü, üzerimizde hakkı olduğunu iddia edenlere bu Namazla mukabele edilir (karşılık verilir). Mübarek gece ve gündüzlerde kılmayı ihmâl etmemelidir.
4 rek'at bir namazdır. Dörtte bir selâm verilir. Aynen öğle namazının sünneti gibi kılınır.
1’inci rek'atte: 1 Fâtiha, 11 İhlâs-ı şerif,
2’nci rek'atte: 1 Fâtiha, 10 İhlâs, 3 Kul yâ...
3’üncü rek'atte: 1 Fâtiha, 10 İhlâs, 1 el-haakümü’t-tekâsür...
4’üncü rek'atte:1 Fâtiha, 15 İhlâs, 1 Âyetü’l-kürsî.”
***
Mekke-i Mükerreme’de Cennetü’l-Muallâ’da medfûn, merhum ve mağfur Ahbab Hocaefendi nâmıyla mâruf ve meşhur, eski müftilerimizden Mehmed Aksoy abimiz de Hazret-i Üstâzımız’ın (k.s.) rahle-i tedrislerinde tuttukları Notları’nda bu namazdan şöyle bahsetmişlerdir:
“Salât-ı Husama: Muharrem’in biri ile onu arasında bir defa olmak üzere her sene kılınacak.
Niyet: ‘Yâ Rabbi, rızâ-i şerifin için niyet eyledim namaza; herhangi bir kimsenin veya mü’min kardeşimin veya komşumun hakkı geçmiş ise ödenmesi için.’
Akşam ile yatsı arasında 6 rek’at kılınacak. İki rek’atte selâm verilecek.
1’inci rek'atte: 1 Fâtiha, 1 Âyetü’l-kürsî, 11 İhlâs-ı şerif,
2’nci rek'atte: 1 Fâtiha, 10 İhlâs,
3’üncü rek'atte: 1 Fâtiha, 1 Sûre-i Tekâsür, 11 İhlâs-ı şerif,
4’üncü rek'atte:1 Fâtiha, 10 İhlâs-ı şerif,
5’inci rek’atte: 1 Fâtiha, 3 Kul yâ eyyühe’l-kâfirun, 11 İhlâs-ı şerif,
6’ncı rek’atte: 1 Fâtiha, 10 İhlâs-ı şerif.” [Gayr-i matbu‘, s. 6]
Vakti dar olan 4, müsait olan 6 rek’at olarak kılabilir. Namazdan sonra da, hâle münasip dua edilir. Mesela, Hamdele ve Salvele’nin ardından şöyle dua edilebilir:
“Allâh’ım, ben senin âciz ve günahkâr bir kulunum. Sair kullarına karşı maddî-manevî borcum, haksızlıklarım çok. Sana olan isyanımı-nisyânımı bağışla, kullarına olan haklardan beni kurtar.
Allâh’ım; ben kusûr-küsur, isyan-nisyan, hata ve noksanlarla dolu çok âciz bir kulunum. Kullarından herhangi birine haksız bir muâmelede bulunmuş, kötü söylemiş, canını acıtmış, gönlünü kırmış, herhangi bir surette hakkını almış olup da onlarla helâlleşmedim / helâlleşemedim ise, Sen lütfunla-fazl u kereminle onları benden râzı et. Bende onları râzı edecek hiçbir şey yok, Sende ise pek çok ve sonsuz-hesapsız. Bu âciz kulunu perişan etme Rabbm!.
Allâh’ım; hata-kusur ve eksiklerle dolu bu namazımı, başta Rasûl-i zîşânın olmak üzere O’nun vârisleri olan Sâdât Efendilerimizin yüzü suyu hürmetine afvınla-mağfiretinle-rahmetinle kusursuz olarak kabul buyur. Ecrini-sevabını-mükâfatını hak sahiplerine ver. Bu zayıf, âciz-âdî, hakir-fakîr, pür-taksîr kulunu bu haklardan meccânen kurtarıver yâ Rabbî.
Allâh’ım, her eksiklik-noksanlık, kusur-küsûr, hata-ayıp bizde; Sen ise bütün noksanlıklardan münezzehsin / berîsin / uzaksın.
Rebbnâ teqabbe’l-minnâ inneke ente’s-semîu’l-alîm. Ve tüb aleynâ inneke ente’t-tevvâbü’r-rahıym. Allâhümme a’tınâ külle hayrin ve eıznâ min külli şerr.
Sallallahu aleyhi ve selleme alâ Seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli Seyyidinâ Mahammed.
Sübhâne Rabbike Rabbi’l-ızzeti ammâ yesıfûn. Ve Selâmün ale’l-mürselîn. Velhamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn. Amin… Lillâhi Teâle’l-Fâtiha.
***
Seyyid Alizâde (k.s. v. 931/1524) Şir’atü’l-İslâm Şerhi’nin, “Aşûre Gününün Edebleri” bahsinde şunları zikretmektedir:
“Aşûre günü, hasımlarının, incittiklerinin gönlünü almalıdır. Bilinmelidir ki, Kıyamet günü hasımlarını râzı etmek niyeti ile dört rek’at namaz kılarsa, Allah Teâla, kabrin şiddetli, korkunç hallerinden kurtarıp hasımlarını da râzı eder…. Risâletü’z-Zevqıyye’de deniliyor ki: ‘Bu namaz Rasûlullah’tan (s.a.v.) nakledilmiştir. Çok fazileti vardır. Bu namazı senenin altı gününde kılmalıdır. Bu günler Aşûre, terviye, Arafe, Kurban bayramı günü, Şâban ayının onbeşinci günü ve Ramazan ayının son Cuma günüdür…” [A.g.e. ve m. (Terc. Lutfullah Uyan-A. Faruk Meyân) Berekât Yayınevi, İstanbul, 1979, s. 218] Namazın kılınma şekliyle ilgili verilen bilgiler, yukardakilerin aynı değilse de benzeridir. O bakımdan tekrarına lüzum görmedik. Dileyen oradan bakabilir.
Görüldüğü üzere burada, ‘Bu namazı senenin altı gününde kılmalıdır’ denirken, Ahbab Hocaefendi’nin Notları’nda da ‘Muharrem’in biri ile onu arasında bir defa olmak üzere her sene kılınacak’ diye kaydedilmiştir. Dua ve İbadetler kitabında ise mutlak manada, “Mübarek gece ve gündüzlerde kılmayı ihmâl etmemelidir” denilmiştir. Âcizâne kanaatim, mübarek gün ve geceleri de neredeyse bilmeyen mü’min yoktur. Binaenaelyh bu ifadelerde tenakuz aramamalıdır, zaten de yoktur. O halde çerçeveyi geniş tutup, fırsat bulduğumuz bütün mübarek gün ve gecelerde, “Müridin fıkhı mürşidinin amelidir” düsturundan hareketle, Allah dostlarına tebaan (uyarak) kılmaya gayret göstermeliyiz. Bunlar ahiret sermayeleridir, ihmâl etmemeliyiz.