S.a. hocam, zaman zaman duyuyoruz Kur’an’a ve dinimizce kutsal sayılan diğer şeyler adına yemin edenler oluyor, örneğin, "Yemin ediyorum bak, Kur'an çarpsın ki sözümden dönmeyeceğim, düğmeye basmayacağım" demek, doğru mu, bu yeminlerin kefareti gerekir mi? Allah razi olusun, lütfen ismim saklı kalsın
*******
Ve aleyküm selâm kardeşim;
Kasem sureti ile olan yemin ya;
- "Vallâhi, Billâhi, Tallâhi" denilmekle Allâh'ın zâtına,
- Veya Allâh'a yemin edilmesi âdet haline gelen "Rahmân ve Rahîm" gibi mübarek isimlerinden birine,
- Yahut "Allâh'ın izzet ve kudreti" gibi sıfatlarından birine and içmekle olur.
Allah'tan ve O'nun sıfatlarından başka şeylere, mesela peygamberlere, Kâbe'ye yemin edilemez. Yaratıklardan birinin başına ve hayatına yemin edilmesi de caiz değildir.
"Mushaf hakkı için, Kur'an hakkı için, okuduğum Kur'an hakkı için falan işi yapmam" dediği halde kişi, o işi yaparsa keffâret gerekmez. Pişman olup tevbe ederek Allah’tan mağfiret dilemesi lâzım gelir. Bununla beraber Kur'ân-ı Kerîm, Allah kelâmı olduğundan bir görüşe göre, Kur'ân'a yemin geçerlidir. [Bilmen, Ö.N., Büyük İslam İlmihali, Yeminin Mahiyeti ve Yemin Sayılıp Sayılmayan Şeyler Md.: 189, 195] Dolayısiyle bu görüşe nazaran böyle bir yeminin bozulması halinde de, keffâret verilmesi gerekir.
Hâsılı; Hanefî mezhebine göre, Nebî/Peygamber, Kur’an, Kâbe gibi Müslümanların mukaddesleri / kutsalları üzerine yemin edilmesi caiz değildir. [el-Mergınânî, el-Hidâye, 2, 72; el-Mûsılî, el-İhtiyâr, 4, 51]
İmam Şâfiî, İmam Mâlik ve İmam Ahmed bin Hanbel'e (rahımehumullah) göre, Kur’an ve Kur’an âyetleri üzerine yapılan yeminler muteberdir. Bozulması halinde keffaret gerekir. [İbn Kudâme, el-Muğnî, 11, 194-195]
Hanbelîlere göre, Kâbe ve diğer mukaddesat/kutsallar üzerine yemin etmek caiz değildir. Ancak Rasûlullah (s.a.v.) adına yemin etmek caizdir. Bozulması halinde keffaret lazım gelir. [İbn Kudâme, a.g.e., 11, 210]
İmam Nevevî (rh.) der ki: "Allah Teala’nın isim ve sıfatları dışında bir şeyle yemin etmek mekruhtur. Bu Rasûlullah (s.a.v.) ile olmuş, Kâbe, melekler, emanet, hayat, ruh vs. ile olmuş fark etmez; hepsi de mekruhtur… Kerahetçe en şiddetlisi de, emanet ile yapılan yemindir." Emanet, Kur'an-ı Kerim’de geçen bir kelimedir; onunla farz olan oruç, hac, namaz gibi ibadetler; vedia (emanet, yani muhafaza olunmak üzere bırakılan şey), nakit, eman (emniyette / güvende olma) gibi şeyler kastedilir. Binaenaleyh kutsallar üzerine yemin edenlerin de keffâret vermeleri ihtiyata uygun olan yoldur.
Sorunuzda naklettiğiniz türden lâflarla yemin etmek, ifade olarak hem çirkin hem günah, hem de çok tehlikelidir. Evet bu söz, Hanefi mezhebine göre yemin olmaz, dolayısiyle yerine getirilmezse de keffâret gerekmez. Fakat bu ve benzeri lâflardan şiddetle kaçınmak, pişmanlıkla tevbe ve istiğfar etmek gerekir. Çünkü Kur’an sıradan basit bir kitap değil, Allah kelâmıdır; onun hakkında uluorta konuşulmaz, söz edilmez. Allah korusun, bir çarparsa da devası bulunmaz.
Keffâret miktarları ile ilgili bkz. http://www.halisece.com/islami-makaleler/344-keffaret-nedir-kac-kisma-ayrilir.html
Selamun aleyküm hocam. Borsaya girmek, alım satım yapmak, yatırım amacıyla şirketlerin hisse senetlerini alıp satmak caiz midir? Teşekkür ederim.. Abdullah Çakırgil – İstanbul
Selamun aleyküm.. Hocam Tilavet secdesi nedir, Kur’an’da kaç yerde geçmektedir, hükmü nedir? Tşkler..
H.Hilmi Seven / İstanbul
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Dilerseniz ehemmiyetine binaen öncelikle namazın rükünlerinden olan secdeden bahsedelim, sonra da tilavet secedesini ele alırız.
Malumunuz secde namazın farzlarındandır. Secde, rukûdan doğrulduktan sonra alnı, burnu, iki ayağın parmak uçlarını, iki dizi, iki eli yani toplam 7 a’zayı yere koymaktır. Bu farzdır.
İki secdeyi birbiri ardınca yapmak, secdede alın ile birlikte burnu da yere koymak vaciptir.
Rukû ve secdede bir defa "sübhâne Rabbiye’l-azıym" veya "sübhâne Rabbiye’l-a'lâ" diyecek kadar beklemek farzdır. Bu tesbihleri 3 defa söylemek ise sünnettir. Bu sayı, rukû ve secdede yapılan tesbihlerin en azıdır. Tek olmak üzere 5’e ya da 7’ye çıkarmak müstehaptır, yani namazın âdâbındandır, sevabı-ecri-mükâfatı çok büyüktür. Ancak imam bunu üçten fazla yapmamalıdır. [Bkz. Temel fıkıh kitaplarımızdan el-Hidâye, el-Muhît ve tasavvuftan da Mektûbat-ı İmam-ı Rabbanî (r.anhum)] Bu sahada söz sahibi fakihler, mutasavvıflar, bu tesbihatın en azı 3, ortalaması 5, mükemmeli 7 defadır, demişlerdir. Secdede kadın-erkek her mü’minin el parmaklarını kapalı tutmaları sünnettir. Erkeklerin secdede karınlarını uyluklarından uzak tutup kollarını yerden kaldırmaları, kadınların ise secdede karınlarını uyluklarına yapıştırıp kollarını yanlarına temas ettirmeleri sünnettir.
Secdede burnun iki tarafına bakmak; elleri, yüzün hemen iki yanında, parmaklar kapalı ve Kıble’ye doğru tutmak müstehaptır, namazın âdâbındandır. Daha geniş bilgi için ilmihal ve fıkıh kitaplarına müraccat oluna… Ayrıca bkz.
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1666-namazda-ayaklarin-yerden-kesilmesi.html
***
Kur’an-ı Kerim okurken, secde âyetleri geçtiğinde yapılan secdeye, Arapça tâbir ve Farsça terkibiyle “Secde-i tilâvet”, Türkçe ifâdesiyle de “Okuma secdesi” denir.
Tilâvet secdesinin rüknü: Tilavet secdesinin tek rüknü vardır; o da Allah Teâlâ'yı ta'zim, O'na karşı tevâzu ve secdeden kaçınanlara muhalefet etmek için alnını yere koymaktır. Tilavet secdesine ayaktan inilmesi, secdeden ayağa kalkarken “Ğufrâneke Rabbenâ ve ileyke’l-masıyr” denilmesi ve ayağa kadar tam kalkılması müstehaptır. Vâcip olan, sadece alnı yere koyup secde etmektir.
Tilâvet secdesinin hükmü: Dünyada kulun üzerine tereddüp eden bir vecîbeyi, vazifeyi yerine getirip Allâh'ın rızâsını kazanmak, sevap elde etmek; âhirette de ilâhî mükâfata nâil olmak, ebedî saâdet ve huzura kavuşmaktır.
Tilâvet secdesi yapmanın sebebi: Secde âyetini okumak ya da başkası tarafından tilâvet olunan yani okunan ayet-i kerimeyi dinlemek ve okunan âyeti net ve sarih olarak duymuş olmaktır. Fakat secde âyetini okuyan ile dinleyenin secde-i tilâvette bulunmaları hakkındaki hüküm değişiklik arzeder. Yani, tilâvet secdesini okuyanla dinleyen hakkındaki hüküm farklıdır. Şöyle ki:
Tilâvet Secdesini okuyan kimsenin üzerine Tilâvet secdesi yapması ya farz, ya vâcip, ya da sünnet olur. Dinleyen veya secde âyetinin okunduğunu duyan kimse için durum farklıdır.
Secde âyetini, bizzat okuyandan duyan için hüküm aynen okuyan hakkındaki hüküm gibidir. Bu durumda, secde âyetini bizzat okuyandan duyan kimsenin de Tilâvet secdesi yapması ya farz, ya vâcip, ya da Sünnet olur.
Okunan secde âyetini, CD’den, VCD’den, Video veya Teyp kasedinden, radyo ve televizyon gibi âletlerden dinleyen kimseye Tilâvet secdesi yapması gerekmez. Yani bu ve benzeri âletlerden Secde âyetini dinleyen ve duyan kimseye Tilâvet secdesi yapmak ne farz, ne vâcip ne de sünnettir. Bunlar bir yankı hükmündedir. Fakat dinleyen sevap kazanmak maksadıyla tatavvuen, kendi arzusu ile sevap kazanacağına inanarak, mükâfatını da Allâh’tan bekleyerek secde yaparsa, elbette Allâh'ın rızâsını kazanır, bu secdeden dolayı da elbette sevap elde eder.
***
Tilâvet Secdesi Nasıl Yapılır?
Âlim ve âriflerimizin/evliyâullahın bu husustaki tarif ve tavsiyeleri ise şöyledir:
Tilâvet secdesini okuyan ve okunan secde âyetini net ve sarahaten duyan kimse, eğer oturuyorsa ve herhangi bir özrü / mâzereti de yoksa ayağa kalkar ve önünü Kıble’ye doğru döner; “Yâ Rabbî, Senin rızâ-i şerifin için niyet eyledim tilâvet secdesine” diye kalben niyet edip “Allâhü ekber” diyerek doğrudan secdeye gider… Secdede 3 defa “Sübhâne Rabbiye’l-a’lâ” tesbihinden sonra, “Eûzü bi-rızâke min sehatike ve eûzü bi-muâfâtike min ukûbetike ve eûzübike minke” teavüzünü (Allah’a sığınma duasını) okuyup, ardından “Allâhü ekber” diye tekbir alarak ayağa kalkar. Ayağa kalkınca da, “Semi’nâ ve eta’nâ gufrâneke Rabbenâ ve ileyke’l-masıyr” der ve böylece Tilâvet secdesini bitirmiş olur.
Tilâvet secdesi de aynen namaz gibi bir ibâdet olması hasebiyle abdestli olarak edâ edilmesi gerekir. Bu bakımdan okuyan ve dinleyen kimsenin eğer abdesti varsa, hemen yapılması evlâdır. Sonra yapmak üzere tehir etmek de câizdir. Tilavet secdesi kazaya kalmaz, ne zaman yaparsan yap hep edadır. Fakat hemen yapılması en evlâ olanıdır.
Tilavet secdesi tek başına yapılabileceği gibi, cemaatle de edâ edilebilir. Topluca secde durumunda saf şartı yoktur, herkes bulunduğu yerde durur. Bir toplulukta Kur'an-ı Kerim tilavet olunurken secde âyeti okunmuşsa, dinleyen cemaate de vaciptir. Binaenaleyh unutulmaması için, okuyan kişinin kendisi tilâvet secdesini topluca yaptırması güzel olur. Fakat herkes istediği gibi, bulunduğu yerde tek tek de secde yapabilir. (Tilavet secdesi yapılırken kadınlarla aynı hizada durulmuş olması da secdenin sıhhatine zarar vermiz.)
Namazda secde âyeti okunması halinde, kıraat eden kişi en çok üç âyet daha okuyup rükû'a eğilecekse, tilâvet secdesine niyet ederek rükûa gider. Yapmış olduğu bu rükû aynı zamanda tilâvet secdesi yerine de geçer. Şayet rükûa eğilmeyip de kıraata devam edecekse, tilâvet secdesine niyet edip direkt olarak secdeye gider ve secdeyi tamamladıktan sonra doğrudan ayağa kalkar ve kaldığı yerden kıraata devam eder. Namaz içerisinde tilavet secdesi etmeye niyet etmek de, her niyette olduğu gibi kalben yani aklından tilâvet secdesi yapacağını geçirmekle yapılır; dil ile söylenmez.
Namazda okunan secde âyetini namazda olmayan bir kimse işitirse tilâvet secdesi yapar. Namazda olan kimse, namaz dışından bir kimsenin okuduğu secde âyetini işitirse, namazını tamamladıktan sonra secde yapar.
***
Kur’an-ı Kerim’in 14 yerinde Secde ayeti vardır. Bunlardan bâzısının secdesi Farz, bazısınınki Vâcip, bazısınınki de Sünnettir.
Okununca veya dinleyip, duyup işitince secdesinin yapılması Farz olan secde âyetlerinde secde yapılması açıkça emredilmektedir. Bu bakımdan o secde Âyetleri okununca, okuyan ve dinleyene secde yapmak farz olur. Bu durumda olan Secde ayetleri 7’dir.
Secdesinin yapılması Farz olan Secde ayetleri şunlardır:
1. A’râf suresinin 206’ncı ayet-i kerimesi (9’uncu cüzde),
2. Râ’d suresinin 15’inci ayet-i kerimesi (13’üncü cüzde),
3. Nahl suresinin 49’uncu ayet-i kerimesi (14’üncü cüzde),
4. İsrâ suresinin 107 nci ayet-i kerimesi (15’inci Cüzde),
5. Meryem suresinin 58’inci ayet-i kerimesi (16’ncı cüzde),
6. Hacc suresinin 18’inci ayet-i kerimesi (17’nci cüzde),
7. Sâd suresinin 24’üncü ayet-i kerimesi (23’üncü cüzde).
Okuyunca veya dinleyip duyunca/işitince secdesinin yapılması vâcip olan Secde ayetlerinde kâfirlerin Allâh'a secde etmedikleri bildirilmektedir.
Secdelerinin yapılması okuyana, işitip duyana Vâcip olan secde âyetleri de üçtür:
1. Furkân suresinin 60’ıncı ayet-i kerimesi (19 ncu cüzde),
2. Secde suresinin 15’inci ayet-i kerimesi (21’inci cüzde),
3. Fussilet suresinin 37’nci ayet-i kerimes (24’üncü cüzde).
Okunduğunda veya dinlendiği zaman işitilip duyulduğunda secdesinin yapılması Sünnet olan Secde ayetleri, umumiyetle peygamberlerin Allah'ın secde emrine derhal uyup hemen secde ettiklerini bildiren ayet-i kerimelerdir ki, bunlar da şu 4 âyettir:
1. Neml suresinin 25’inci ayet-i kerimesi (19’uncu cüzde),
2. Necm suresinin 62’nci ayet-i kerimesi (27’nci cüzde),
3. İnşikak suresinin 21’inci ayet-i kerimesi (30’uncu cüzde),
4. Alâk suresinin 19’uncu ayet-i kerimesi (30’uncu cüzde). [Ahbab Hocaefendi merhum, Notlar, s. 40]
***
Şâirlerden biri Kur’an’daki Secde ayetlerini şiir hâlinde şu şekilde ifâde etmiştir:
“Geldi ondört yerde bil ki, secde-i Kur’an temâm
Yedisi farz, üçü vâcip, dördü sünnet ey hümâm!
Farz A’râf, Nahl, İsrâ, Râ’d, Meryem, Sâd,
Vâcip Furkân, Elif-Lâm-Miym, Hâ-Miym, ve’s-Selâm.
Sünnet oldu Neml, İkra’, Necm, hem İnşikak
Kâri’ ve sâmi’ olana emreder Rabbü’l-Enâm.” demiştir.
***
S o n s ö z
Tilâvet secdesi ayetlerinin esrârı
"Secde-i tilâvet ayetleri on dört'tür. Kur'an-ı Kerim'in nûr ve füyûzâtının en mükemmel tecellî yerleri bu on dört secde yeridir. Nasıl ki ay'ın on dördünde Ay, Güneş'le karşı karşıya gelip tam bir zıya alırsa, insan-ı kâmil de bu secde yerlerinde nûr-i ilâhînin tecellisine mükemmel bir şekilde mazhar olur; füyûzât-ı ilâhiyeye nâiliyetle mertebe-i kemâle ulaşır." [Ebu'l-Faruk Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.)]
Secde âyetleri ile iltica usûlü:
Her bir ayetin başında ayrı-ayrı Besmele çekilerek bu 14 adet secde ayetinin tamamı okunur. Bittikten sonra hepsi için 1 (bir) secde yapılır. Merhum Kemal Bey Ağabeyimiz, Pîrânımızın (k.esrarahum) tatbikatının böyle olduğunu ifade buyurup, "Bazı dualar ve iltica usûlleri" isimli risaleye bu şekilde yazdırmışlar idi. Ayrıca Hanefîlerin meşhur kaynak eserlerinden Kâfî'de, "kişi, on dört secde ayetini bir mecliste okusa bir secde kifayet eder" diye mesturdur. [Bkz. Kudûrî-yi Şerif Tercümesi, İsmail Müfid Efendi] Secdede şu dua okunur:
"Eûzü bi-rızâke min sehatıke ve eûzü bi-muâfâtike min uqûbetike ve eûzü bike minke."
Ayrıca bkz.
Hocam selamün aleyküm hadis kitaplarına baktığımız zaman kelimi tevhit ile alaklaı hadisler mevcut ancak kelimei hatmi ile alaklaı bi malumat bir hadis varmı hatmi ile alaklı veya nerden hangi kitaptan istifade edebiliriz. iştiyakla bekliyorum cevabınızı allah razı olsun hocam selam ve dua ile
*******
Ve Aleyküm Selam kardeşim;
Kelime-i Tevhid hatminin adediyle alakalı olarak bkz. http://www.halisece.com/islami-yazilar-ve-makeleler/23-tasavvuf/637-tevhid-hatmi-nin-adedi-ve-manevi-tesiri.html
Bununla ilgili sorduğunuz hususları, linkteki yazımızda paylaşmış, orada ismini verdiğimiz kitapçıktan bir de hadis meali nakletmiş idik. Mu'cem'de, kaynak hadis kitaplarında araştırmadım... Araştırma lüzümunu da hissetmedim; çünkü mana itibariyle şer'-i şerife aykırı bir durum yok ortada... Kelime-i Tevhid’in faziletine zıt bir şey de söz konusu değil.
Bizler mukallit olarak nasslardan hüküm istinbatı gibi bir salahiyete sahip olmadığımıza nazaran, sadece mucebince amel etmek maksadıyla bunu naklettiğimize göre, ortada bir problem yok demektir. Hadisin mütevatır ya da en azından meşhur olması gerekmiyor... Ahad hadislerle de pekala amel edilebilir/edebiliriz malumunuz.
***
Dinde sarih olmayan hükümler
Yine bilirsiniz ki, şer'î hükümlerin tamamını sarih nasslarda bulamayız; bulabilecek olsak, şerîatın 4 aslî delilinden icma'a ve kıyas'a gerek kalmazdı? Öyle değil mi? İcma' da kıyas da, müphem/kapalı kalmış meselelerin açığa kavuşması için vardır. Fer'î deliller gene ayrı...
Keza, İmam-ı Rabbani (k.s.) hazretlerinin ifadesiyle, 'şeriatın zâhirine ait hükümler, içtihatlar zâhir ulemâya, bâtınına dair içtihatlar da bâtın âlimlerine aittir.' Bkz. http://www.halisece.com/aynul-hakika-fi-rabitatit-tarika/411-seriatin-zahir-ve-batinina-ait-hukumlerin-istinbati.html
Binaenaleyh bu ve benzeri zikir adetlerini bizler, onların bildirmeleriyle öğreniyoruz. Yüce dinimiz İslâm’da, bahusus tasavvuf sahasında terakkî için usûl-âdâp ve adetlere riayet önemlidir; mutlaka uyulması gerekir.
***
Hatim adetleri
Bu hususta gelen bir başka soru da, “Bunların belli adetlerle okunması konusunda ayet veya hadis var mıdır? Bu sayılarda okumak şart mıdır?” şeklindeydi. Verdiğimiz cevap ise şöyle olmuştu:
Evet, belirlenen bu ve benzeri hatim adetlerinin dinde / şeriatte müstenidatı / dayanağı vardır; lakin zâhirinde değil bâtınındadır. Hal böyle iken zâhir ilim erbabından dahi insaf ehli olan, bu hususlara itiraz etmeyen, ret ve inkâr yolunu tutmayan âlimler vardır. Nitekim Tefsiru Kurtubî'nin (el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur'an) sahibi, Ebu Abdullah Muhammed bin Ahmed (rh.), “Salât-ı Nâriye’nin 4444 defa okunması halinde kabul olacağı yönünde bir ümidim vardır” demiştir.
Hepimizin bildiği-gördüğü üzere bazı tesbih, tahmid, tehlil, zikir ve duaların ne kadar okunacaklarına dair adetleri, nasslarda belirtilmiştir. Bazıları için de bu adetleri, Rasûlullah’ın (s.a.v.) vârisleri olan bâtın âlimleri (k.esrarahum) tesbit edip kararlaştırmışlardır.
Kimilerinin dediği gibi, bu adetler önemsiz değildir. Kitap satışlarının teşviki gibi maddi bir düşünceye filan dayanmaz. Hatta ‘işkembe-i kübradan uydurma’ olduğu ise hiç mi hiç düşünülemez. Dolayısiyle bid’atle de yakından-uzaktan hiçbir alakası yoktur.
Adetler, âdeta atışı yapanla hedef arasındaki mesafe gibidir; eksik veya fazla olması maksada ulaşmaya mâni olur. O bakımdan belirlenen bu adetlere, karavana/boşa atış gözüyle bakamayız, bakarsak yanlış yapmış oluruz. Mesela;
- Salât-ı Tefrîciye’nin hatim adedi 4444’tür.
- İhlâs-ı şerif hatminde rakkam 1000’dir.
- Enbiya hatminde her bir peygamberin duası 500’er adet okunur.
- Yâsin-i şerif’in en küçük hatmi 41, bir üstü 123’tür.
- Tevhid hatmi'nin adedi 70 (veya 72) bin'dir.
- Âyetü’l-Kürsî hatminde okunması istenen adet 313’tür. vs. vs...
Bu hatimlerin hepsinde de belirlenen adetlere ve erbabınca malum olan usûle riayet şarttır. Aksi takdirde istenen neticeyi elde edememek, beklenen hedefi tutturamamak gibi sıkıntılı bir durumla karşı karşıya kalırız.
***
Kelime-i Tevhidin enfüsî ve âfâkî olmak üzere iki türlü zikri vardır:
Birincisi, râbıta ile letâif arasında yapılır. Şöyle ki: "Lâ" ile kalpten başlayıp diğer latîfelere (sırasıyla ruh, sır, hafî, ahfâ'ya) uğratarak "ilâhe" diye tamamladığımızda, iki kaşın arasındaki nefsin merkezine varmış olacağız. Ve her "illallâh" dediğimizde, nefsin zulmetinden bir parça koparıp kalbimizdeki nûr havuzuna düşüreceğiz. İlk başlarda 100 adet kâfidir. (Bu usûle, Kelime-i tevhidin 'enfüsî zikri' tabir edilir.)
İkincisi ise, gene râbıtada iken kalp ile Arş-ı A'lâ arasında yapacağımız Kelime-i Tevhid zikridir. Ki bunun usûlü de şöyle: "Lâ" ile kalpten başlayıp boşlukta dönen dünyanın altından dolaştırarak "ilâhe" diye tamamladığımızda (sırasıyla 7 kat sema, Kürsî ve ardından da) Arş-ı A'lâ'ya varmış olacağız. Oradan "illallah" dediğimizde Arş-ı A'lâ'daki nûr-i ilahiden bir miktar kalbimize indireceğiz. Bu da letâifte olduğu gibi ilk zamanlar 100 adet yeterlidir. (Bu usûle de, Kelime-i tevhidin 'âfâkî zikri' denilir.)
Bütün bunları kimden / kimlerden, nereden öğreniyoruz?
Edille-i şer’iyyenin zahirinden (aslî ve fer’î delillerden) ve fukahanın içtihatlarından mı?
Hayır.
Ya nerden..?
Bâtın-i şeriatle meşgul olan Allah dostlarından…
Öyle değil mi?
***
Abdestli olarak kıbleye doğru oturulur. Ehlince mâlum olduğu üzere, diğer hatimlerde olduğu gibi önce 1 Fatiha 3 İhlâs-ı şerif okuyup usûlünce hediye edilir. 7 istiğfar, 7 salevât-ı şerife getirip, 3-5 dk’lık bir rabıtadan sonra “Lâ ilâhe illallah” diyerek kelime-i tehlil zikrine başlanır. Her 100’üncüde “Muhammedün Rasûlullah” denir.
Şart olmamakla beraber abdestli okumak daha iyi, daha güzel, daha hayırlıdır, âdâba uygun olan budur. Umumiyetle bu hatmi tek başına bir defada bitirmek zordur. Bu sebeple ya birkaç kişiyle birlikte / topluca yapılır veya günde ne kadar çekilirse bir tarafa kaydedilir, 70 (veya 72) bin olunca bir hatim tamamlanmış olur. Sonunda gene 7 salevât-ı şerife ile bitirilir. Kısa bir aşr-ı şerifin ardından dua ile istenilen yere / kişiye / kişilere bağışlanır veya hatmi yapan kimse dilerse ecrini kendisine bırakır.
Velhâsıl; hatm-i tehlil mü’min olan ölü veya diri herkes için okunabilir. Okunan hatm-i tehlilin sevabı, başta Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) olmak üzere, bütün Peygamberlerin (aleyhimüsselâm), ashab-ı kiramın (aleyhimürrıdvan), silsile-i sâdât hazeratının, evliya-i kiramın (k.esrarahum) ve Âdem aleyhisselâmdan itibaren kıyamete kadar gelmiş ve gelecek cümle mü’min ve mü’minatın ruhlarına da hediye edilirse; onun sevabı (kendi sevabından da hiçbir) eksilme olmadan milyalarca kişiye ulaşır. Ayrıca bununla da kalmayıp kat kat ecir kazanır. Ölmüş ve hayatta olan mü’min kardeşlerini sevindirir, onların hayır-dualarını alır.
***
“Makâmât-ı Mazhariyye”de şu dikkat çekici vakıa nakledilir:
“Nakşî yolu silsilesinin 31’inci halkasını teşkil eden Mazhar-i Cân-ı Cânân (k.s.) hazretleri, bir kabrin yanına oturmuştu. ‘Bu mezarda Cehennem ateşi var’ dediler ve devamla, ‘hadis-i şerifte, “Kendisi için veya başka bir Müslüman için 70 bin Kelime-i Tevhid okuyanın günahları affolur” buyuruluyor. Ruhuna Hatm-i tehlil (Tevhid hatmi) sevabı bağışlayacağım. İnşallah affolur, buyurdu Hatm-i tehlilin sevabını bağışladıktan sonra, ‘el-Hamdülillah, bu günahkâr kadın, Kelime-i tehlil sayesinde azaptan kurtuldu’ buyurdu.”
Yine tasavvufî eserlerde şu meallerde de hadisler nakledilir: “Kim 70 bin ‘Lâilâheillallah’ derse, ölmeden önce Cennet ile müjdelenir.” "Kim yetmiş bin defa ‘la ialhe illallah derse’ Hz. Allah tan nefsini satın alır.'' Diğer hadislerin manalarıyla karşılaştırıldığında, bunlara kim itiraz edebilir? Ayrıca bkz. http://www.halisece.com/islami-yazilar-ve-makeleler/23-tasavvuf/636-la-ilahe-illallah-kelime-i-tayyibe-sinin-fazilet-ve-faydasi.html
***
"Rabbinize tazarrû' ile(boyun büküp yalvara-yalvara) ve gizlice dua edin."
Silsile-i Sâdât-ı Nakşibendiyye’nin 9. Halkasını teşkil eden ve 5 büyük merkezden biri olan Abdülhâlık Gocdüvânî (k.s.) hazretleri, beş yaşına geldiğinde ilim öğrenmesi için Buhârâ'ya gönderildi. Büyük âlim Hâce Sadreddîn hazretlerinden Kur'ân-ı Kerîm ve tefsîr ilmini öğrenmeye başladı. Ders esnâsında bir gün; "Rabbinize tazarrû' ile (boyun büküp yalvara-yalvara) ve gizlice dua edin. Çünkü O, (bağırıp çağırarak) haddi aşanları sevmez!" [A'râf sûresi, 55] âyet-i kerîmesine gelince, talebe Abdülhâlık hocasına:
- "Efendim! Bu ‘gizli’den murâd edilen nedir? Kalb ile yapılan zikrin aslı nasıldır? Eğer zikir ve duâ, âşikâr (sesli) bir şekilde dil ile olursa riyâdan korkulur. Araya riyâ girerse, lâyık olduğu şekilde zikredilmemiş olur. Şâyet kalb ile zikretsem; ‘Şeytan insanın damarlarında kan gibi dolaşır’ hâdis-i şerîfi gereğince, şeytan bu zikri fark eder. Ne yapacağımı bilemiyorum, bu müşkilimi halletmenizi istirhâm ederim." diye arz etti.
Hocası, büyük âlim Sadreddîn hazretleri, bu yaştaki bir çocuğun kendisinin bile anlayamadığı böyle bir suâl sormasına hayran kaldı ve cevap olarak:
- "Evlâdım! Bu mesele, kalb ilimlerinin bir mevzuudur. Allah Teâlâ nasîp ederse, sana bu ilimleri öğretebilecek bir üstâza seni kavuşturur. Kalb ile zikri ondan öğrenirsin, böylece bu müşkilin halledilmiş olur." buyurdu.
Abdülhâlık Gocdüvânî (k.s.) bu işâret üzerine, meselelerini halledecek o büyük zâtı beklemeye başladı…
Bir gün Hızır aleyhisselâm yanına geldi. Ona, Allah Teâlâ’yı gizli ve açık zikretme yollarını öğretti ve mânevî evlâtlığa kabûl edip; "Kalbinden ‘Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Rasûlullah” kelime-i tayyibesini şöyle-şöyle zikredersin!" diye târif etti. Abdülhâlık hazretleri de, târif üzere, bu mübârek kelime-i tevhîdi sessiz-sessiz kalben söylemeğe başladı. Bunu, kendisi için ders kabûl etti. Bu hâl mânevî makamlarda yükselmesine, pek büyük mesafeler kat’etmesine vesile oldu.
***
Letâifle Kelime-i Tevhid Zikri
Aynı silsilenin 33’üncü ve son halkasını teşkil eden Ebu’l-Faruk Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) hazretleri de bu hususta şöyle buyurmuşlardır:
“Herhangi bir kimse letâifiyle (kalp, ruh, sır… veya diğerlerinden biriyle) ‘Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Rasûlullah’ derse, 24 saatlik günahları gider… Yerine mükâfat yazılır. Kelime-i tevhid zikrini letâifle yalnız ehl-i râbıta yapabilir. Çünkü tesiri çok kuvvetlidir. Ondaki lezzet ve füyûzâta herkes tahammül edemez….”
Hocam, karla kışla soğukla aranızın iyi olmadığını bir yazınızdan anımsıyorum, ama geçmiş yıllardaki edebi yazılarınız aklıma geldi bir an için ve acaba kar üzerine de bir yazınız var mı ya da yazmayı düşünür müsünüz diye bir hatırlatmak istemiştim. Slm ve syglar.. eski bir okurunuz.
*******
Kar’ın güzelliklerini, ihtişamını, o enfes manzarasını tasvir eden bir yazımız var aslında... Geçmiş yıllarda kaleme almış idik. Şöyle başlıyordu:
“Kıştan-soğuktan pek de hazzetmememe rağmen, bu günlerde gönlüm, özellikle doğu ve iç anadolu bölgelerimizde ekranda gördüğüm uçsuz bucaksız, göz alabildiğince beyazlıkları/kar'ı özlüyor. Buz tutmuş nehirleri-ırmakları, çayları-dereleri, hatta bir zamanlar (1954) donan Boğaz’ın durumunu düşünüyorum... Kuzey denizlerinin o ufuk çizgisine doğru göz alabildiğine uzanan beyaz bir ova gibi görünüm arz eden manzarasını hayal ediyorum…
Aslında nehirleri-dereleri, denizleri-gölleri, hatta yapay olanlarını-barajları bile uzun uzun seyretmeyi severim. Hele hele derelerin, ilkbaharda şırıl şırıl akışını, çayların-ırmakların çağlayanlarını seyredip dinlerken, dinlenir, gerçekten mest olurum. Kendimden geçer farklı dünyalara, hülyalara dalarım. Son zamanlarda farkettim ki, bütün bunların donmuş hallerini seyretmek de başbaşka bir keyif veriyor insana......”
Linkini veriyorum; bakabilir, devamını da zevkle okuyabilirsiniz elbette… Mukabil selam ve muhabbetler...
http://www.halisece.com/muhtelif/16-edebiyat/462-ucsuz-bucaksiz-lekesiz-bir-beyazlik.html