Es-Selamu Aleykum Muhterem Hocam..
Cuma Hutbesinde yapılan dua ve cemaatin buna açıktan amin deyip,diyememesi konusunda ki hüküm nedir? Bildiğimiz üzere hutbeyi okuyan kimse duaları açık veya gizli okuyabilir. Ancak açıktan dua ettiği (gümüzdeki imamların hutbede Türkçe dua etmesi gibi! ) zaman cemaat amin diyecekse bunu gizli yapar. Böylece cemaatin amin demesine engel olmuş olur. Çünkü, hutbe okunurken insanların konuşmaları, tesbih çekmeleri, aksırıp "elhamdulillah" diyene "yerhamükallah" demeleri, selam almaları ise mekruhtur. Hutbe okunurken Peygamber efendimize (sav) salavat getirmek ve yapılan duaya amin demek de mekruhtur.
Eğer salavat getirmek ve amin demek gerekiyorsa bu kalben okunur. Dil ile teleffuz edilmez.Hutbe 2 rekat namazdan sayılır denilir ve cumanın 4 rekat olduğunu da söylerler..Bu bağlamda imam cuma hutbesinde namazdadır hükmündedir denir..Bir başka kaynakta Muhterem Mehmed EMRE Hoca efendinin "Fetvalar" adlı eserinde bir sorunun cevabının bir kısmında şu şekilde bir açıklama vardır (sayfa 16 soru 20) :Hutbe namaz değildir..Namazın bir parçasıda değildir..Bu sebeple hutbe arasında abdestin bozulması hutbeyi bozmaz.Kerahatle eda edilmiş olunur demektedir..
Bu konu da ki ayrımın açıklaması nedir İnşaAllah..
Es-Selamu Aleykum..
*******
Ve aleykümü’s-Selâm.
Değerli kardeşim;
Gördüğüm kadarıyla soru metninde meselenin tahlilini de ortaya koymuşsunuz zaten. Biz de mevzuyu usûlen yeniden ele alıp bir terkibini yaparak birbirimize faydalı olmaya çalışalım.
Dilersen öncelikle son cümleden, Hocaefendi’den naklettiğini söylediğin, “Hutbe namaz değildir.. Namazın bir parçasıda değildir. Bu sebeple hutbe arasında abdestin bozulması hutbeyi bozmaz. Kerahatle eda edilmiş olunur demektedir..” sözlerinden başlayalım…
İfade gayet açık değil mi? Yani demek isteniyor ki; her ne kadar hutbe iki rek’at namaz makamına kaimse de, namazın bir cüz’ü değildir, onu tamamlayan rükünlerden sayılmaz. O bakımdan mesela abdestin bozulmasıyla hutbe bozulmuş olmaz, ama mekruh olur deniliyor. Mekruh demek, yapılan ibadet fasit olur/bozulur/hükümsüz kalır demek değildir; o ibadetin sevabnın gitmesi veya eksilmesidir. Kerahetin tahrîmî ya da tenzîhî olma durumuna göre… Kısacası ‘fesat’ başka, ‘kerahet’ başka şey. Haliyle hükümleri de farklı…
***
Cumanın sıhhat şartlarından biri de hutbe okumaktır
Gelelim meselemizin açıklamasına…
Bildiğiniz gibi Cuma namazının sahih/geçerli olmasının şartlarından biri de Cumanın farz olan namazından önce hutbe okumaktır. Şöyle ki:
Vaktin girmesinden sonra mevcut cemaatın huzurunda bir hutbe okunması gerekir. Bunun içindir ki, hutbe okunurken cemaat bulunmayıp da sonradan namazda bulunacak olsalar, namazları caiz olmaz.
Cemaatin hutbeyi işitmesi şart değildir. Sadece hazır bulunmaları yeterlidir. Hutbe esnasında bir mükellef erkeğin, misafir olsa dahi, bulunması yeterli görülmektedir.
Cuma hutbesinin rüknü, İmamı Azam'a (rh.) göre, Allah'ı zikirden ibarettir. Onun için hutbe niyeti ile yalnız: "el-Hamdü lillah" yahut "Sübhanallah" yahut "Lâ ilâhe illalah" denilecek olsa, yeterli olur. İmâmeyn’e (iki imama; İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed rahımehumallaha) göre, hutbe denilecek derecede uzunca bir zikirden ibarettir. Bunun en az olan derecesi, Tahiyyat mikdarı hamd ve salavât ile Müslümanlara duadır.
Hutbenin vacipleri; hatibin taharet üzere bulunması, avret sayılan yerlerin örtülü olması ve hutbeyi ayakta okumasıdır.
Hutbenin sünnetleri de, hutbeyi iki kısma ayırmak ve bunlar arasında bir tesbih veya üç ayet okunacak kadar bir zaman oturmaktır. Bu bakımdan buna iki hutbe denir. Bu iki hutbeden her biri hamdi, kelime-i şehadeti, salât ve selâmı kapsamalı. Birinci hutbe, bir ayetin okunması ile insanlara öğüt vermeyi, ikinci hutbe de müslümanlara duayı kapsamalıdır. Ayrıca imamın sesi, ikinci hutbede birinci hutbedekinden daha hafif olmalıdır. İşte bunlar hutbenin sünnetlerindendir.
Her iki hutbeyi uzatmamak da sünnettir. Hatta hutbeyi "Hücurât" süresi ile "Bürûc" süresine kadar olan sürelerin herhangi birinden uzunca okumak, özellikle kış mevsiminde, mekruhtur. Cemaatı bıktırmak uygun bir davranış değildir. Cemaatın acele görülecek işleri olabilir. Onları camide fazla tutmak, cuma namazlarına devamlarına engel olacağından yersiz bir iş olur. Hatib olan şahıs bunları düşünmelidir. Sözlerinin sonu, önceki sözleri unutturacak ve kıymetten düşürecek şekilde hutbesi uzun olmamalıdır. Hutbenin kısa ve cemaata faydalı bir tarzda hazırlanması, hatibin ehliyet ve faziletine delildir. Bu mevzudaki bir hadis-i şerif şöyledir:
"Kişinin namazının uzunluğu ve hutbesinin kısalığı onun fıkhının (ilminin) alâmetidir. Öyle ise, namazı uzatıp hutbeyi kısa kesiniz. Şüphesiz ki bazı sözler, sihir gibi kalbleri teshir eder (büyüler, tesir eder)." [Müslim, Sahih, Cuma, 47, Hadis no: 869; Ebû Dâvud, Sünen, Salât, 231]
İşte böylece hutbeler, fesâhat-belâgat ve mânâ bakımından ruhları kazanacak bir halde bulunmalıdır.
Câbir bin Semüre'den (r.a.) rivayet edildiğine göre, Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) namazı da, hutbesi de orta bir halde idi. Çok kısa ve çok uzun olmaktan beri idi. [Bkz. Ebû Davûd, Sünen, Cuma, 1106]
Hatib, ezan okunup tamamlanıncaya kadar minberde oturur. Sonra ayağa kalkar. Sonra gizlice "Eûzü-Besmele" çekerek aşikâra hamd ve sena'da bulunur. Hutbesini cemaata karşı söyler. Hutbe bitince ikamet yapılır. Bunlar da hutbenin sünnetlerindendir. Hatibin hutbe sünnetlerini gözetmemesi veya dünyalık konuşmalarda bulunması mekruhtur.
Hutbeyi okuyan kimse duaları açık veya gizli okuyabilir. Ancak açıktan dua ettiği zaman cemaat amin diyecekse bunu gizli yapar. Böylece diğer cemaatin âmin demesine engel olmuş olur. Çünkü, hutbe okunurken insanların konuşmaları, tesbih çekmeleri, aksırıp "elhamdulillah" diyene "yerhamükallah" demeleri, selam almaları mekruhtur. Hutbe okunurken Rasûlullah Efendimize (s.a.v.) salavat getirmek ve yapılan duaya âmin demek de mekruhtur.
Eğer salavât getirmek ve amin demek gerekiyorsa bu kalben okunur. Dil ile teleffuz edilmez.
Hutbede duada bulunmak sünnettir. Ancak bu dua esnasında cemaatin ‘âmin’ demek yerine susması daha güzel, âdaba daha uygun olur.
***
Hutbe esnasında konuşana "Sus" dahi denmez
Ebû Hureyre (r.a.), Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğunu haber vermiştir:
"Cuma günü imam hutbe okurken, sen (yanıbaşında konuşan) arkadaşına, "Ensıt: Sus!" desen, lağvde bulunmuş (boş, beyhûde ve faydasız lâf etmiş) olursun." [Buhârî, Sahih, Cuma 36; Müslim, Sahih, Cuma 11]
Yine Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz buyurmuşlardır ki; “Kim güzelce abdest alır, Cumaya gider, dinler ve susarsa o cumadan bir önceki cumaya kadar olan günahları bağışlanır ve buna üç gün de ilave edilir…" [Ebû Davûd, Sünen, Cuma, 1050.]
Hz. Ali kerramallâhu vechehu’n-nûrânî, Kûfe'de minberden şöyle hitap ettiği rivayet edilir:
"Cuma günü olduğunda şeytanlar bayraklarıyla birlikte çarşı-pazarı dolaşır insanları Cumaya gitmekten alıkoyacak bir kısım bahaneler ortaya çıkarır. Melekler de erken çıkar, mescidin kapısında oturur, imam minbere çıkıncaya kadar birinci saatte ve ikinci saatte gelenleri kaydederler. Kişi imamı görüp işiteceği bir yere oturur, sesini çıkarmaz ve lağivde bulunmazsa iki sevap kazanır. İmamı görüp işiteceği bir yere yerleşir de lağiv yapar, susmazsa bir günah kazanır. Cuma günü arkadaşına, ‘sus!’ diyen lağivde bulunmuş olur. Lağivde bulunanın bu Cumadan alacağı kalmaz.’ Hz. Ali sözünü şöyle bitirdi: ‘Rasûlullah’ın (s.a.v.) böyle söylediğini işitmiştim." [Ebû Davûd, Sünen, Cuma, 1051]
***
Camiye giden kimse, eğer hutbeye başlanmamışsa, başkalarını rahatsız etmemek şartı ile hatibe yakın yere kadar gidebilir, değilse bulabildiği boş bir yere oturur. Fakat yer bulamaz ve ilerdeki saflarda boşluk bulunursa, zaruret gereği bu boş yerlerden birine gidebilir.
***
Hatib minbere çıkınca;
- Cemaatin onu dinleyip susması,
- Selâmlaşmaması,
- Nâfile namaz kılmaması gerekir. Öyle ki;
- Hutbede Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) mübarek isimleri anılınca, salât ü selâm getirmek yerine dinlemekle yetinmeleri daha faziletlidir. İmam Ebû Yusuf'tan (rh.) bir rivayete göre, bu durumda gizlice salât ve selâm getirilir.
***
S o n u ç
Hatibin hutbe sünnetlerini gözetmemesi veya dünyalık konuşmalarda bulunması mekruhtur.
Hutbeyi okuyan kimse duaları açık veya gizli okuyabilir. Ancak açıktan dua ettiği zaman cemaat 'âmin' diyecekse bunu gizli yapar. Böylece diğer cemaatin 'âmin' demesine engel olmuş olur. Çünkü, hutbe okunurken insanların konuşmaları, tesbih çekmeleri, aksırıp "elhamdulillah" diyene teşmitta bulunmaları yani "yerhamükallah (Allah sana rahmetiyle muamele etsin)" demeleri, selâm almaları mekruhtur. Hutbe okunurken Rasûlullah Efendimize (s.a.v.) salavat getirmek ve yapılan duaya sesli bir şekilde 'âmin' demek mekruhtur.
Cuma günü hatibin dikkatle dinlenmesi gerekir. Nitekim ‘hatip minbere çıktığı andan namaz bitinceye kadar’ olan zamanı bir bütün olarak değerlendiren Hanefîler, namazda haram olan her şeyin hutbede de haram olduğunu esas alarak; cemaatin konuşmayıp susması, selâm alıp vermemesi, nâfile namaz kılmaması gerektiğini; ancak hutbede dua edilirse veya Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) ismi zikredilirse gizlice salât ü selâm okunabileceğini ve hatibin duasına yine gizlice (kalben ya da sadece kişi) kendi işitebileceği bir sesle 'âmîn' denebileceğini ifade etmişlerdir. [Alâuddin İbn Âbidîn, el-Hediyyetü’l-Alâiyye, 155-156] Bununla beraber bu dua esnasında cemaatin ‘âmin’ demek yerine susması âdaba daha uygundur.
Hâsılı; hutbede yapılan duaya kişinin / cemaatin gizlice, kalben veya sadece kendisi işitebileceği tarzda "amin" demesinde şer'î bakımdan bir mahzur yoktur. Fakat bu asla yüksek sesle olmamalıdır! Biraz önce de ifade ettiğimiz gibi, en güzeli, âdaba-takvaya-ihtiyata en uygun olanı susup dinlemektir.
İmamların / hatiplerin bu durumu cemaate özellikle hatırlatmaları gerekir. Eğer buna rağmen anlatmak/anlatabilmek mümkün olmuyorsa, hutbe esnasında cemaati "âmin" demeye zorlayacak konuşmadan/üsluptan sakınması icap eder. Hatip dua etmek istediğinde ise, bunu ancak kendi işitecek kadar bir sesle yapmalı ve cemaati "âmin" demeye sevketmemelidir. Aksi halde işlenen kerâhet devam edip gider! Vesselâm…
Selamun aleykum. Hocam, En’âm suresinin, özellikle ilk üç ayetinin fazileti hakkında bilgi verebilir misiniz? İsmi mahfuz bir okuyucu
Es-Selamu Aleykum Abi..
Malumunuz Rufailik Tarikatına intisaplı olanlar zikir törenlerin de Şiş burhanı ve ateş burhanı yapmaktalar ve kanın akmamasını Başlarında ki şeyh efendinin keramati ve Ahmed Er- Rufai hazretlerinin himmeti olduğunu söylemektedirler.. Bu amelin (halin) Ahmed Er Rufai hazretlerine Allah tarafından verilmiş bir hikMet olduğunu söylemektedirler ve bunu zikir meclislerinde uygulamaktadırlar..Ahmed Er Rufai hazretleri peygamberimizin (sav) ravzasını ziyareti esnasında,ravzadan elini uzatarak elini öpmesi ile beraber orada bulunanlar bu mübarek hal üzere ellerinde ki kılıçlar ve bıçaklar ile kendilerini kesmişlerdir diye söylenir ve Ahmed Er Rufai hazretlerinin bu amelini şuan Rufailik tarikatı adı altında yapılan zikirlerde icra etiklerini söylerler ve bu yapılan ameli Ahmed Er Rufai hazretlerini isnad etmektedirler..
Kuran-ı kerime sünnet-i seniyye`ye ve Ashab`a Ve EvliyaUllah`a göre burdaki zikrin ve yapılan amelin hükmü nedir?
Es-Selamu Aleykum..
Selamun aleykum hocam size yine bazi suallerimle mesguliyet verecegim kusuruma bakmayin.
1. Sorum: Ehli kitap bir bayan ile musluman bir erkegin evliligi mesru oldugunu biliyoruz ama nikâhi nasil kiyilacak ? bu husustaki kriterler nedir ? Mesela o bayan allahin emrini, peygamberimizin kavlini kabul etmiyorsa, Hz. Allaha ve peygamberimize biizm gibi inanmiyorsa nikâhin kiyilma uslu ve uslubu nasil yapilacak ?
2. Sorum: Dari harpte banka faizi ile ile alakali hukmu izah edermisiniz? Dürer'de gecen " Vela riba...." hadisi serifini izah edip kaynagini bildirirmisiniz ? Belcikada ev almak isteyen ama banka kredisinden cekinen kisislere bu kredilerin hukmuyle alakali neler anlatabilirz ?
3. Sorum ilmi ve ramer ile alakali olacak: Kur'ani kerimde gecen " ittekullahe hakka tugatihi..." ayeti kerimesinde gecen " tügah" kelimesiyle, diger benzeri ayetlerdeki " takva" kelimesinin kökü nedir, hangi babdan geliyor ve nasil " tugah ve takva" haline gelmisler? Bu hususta yardimci olursaniz memnun oluruz.
Selam ve dua ile
*******
Ve aleyküm selâm…
1- Müslim bir erkekle kitâbî bir kadının nikâhı, aynen Müslüman erkek ile Müslüman kadının nikâhı gibi akdedilir/kıyılır. Fakat bu nikâhın sahih olması için, Hıristiyan denilen kadının hakikaten Ehl-i Kitap olması, müşrik-münkir-ateist olmaması lâzımdır.
Bilindiği üzere evliliğin gerçekleşmesi için nikâhın olması şarttır. Müslüman bir erkeğin evleneceği kadın, Yahudi veya Hristiyan bile olsa mutlaka nikâh lâzımdır. İki tarafın Müslüman olduğu bir evlenmede her iki şâhidin de Müslüman olması gerektiğinde âlimler arasında görüş birliği vardır. Çünkü gayrimüslimin Müslüman üzerinde velayet hakkı yoktur. [Bkz. Nisâ suresi, 141; el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi' II, 253] İmam-ı Azam Ebû Hanîfe ve İmam Ebû Yusuf'a (rahımehumallah) göre, iki taraf veya yalnız kadın Ehl-i Kitap’tan olursa, şahitler de Ehl-i Kitap’tan olabilir. Tabii mehrini de vermek gerekir.
Müslümanın irtidadı olduğu gibi Ehl-i Kitab'ın da irtidadı yani dininden dönmesi, din değiştirmesi olabilir, mümkündür. Bir Kitâbî (Ehl-i Kitab'a mensup birisi) dininden döner, hiçbir dine de inanmazsa artık ona Kitâbî denemez. Allah’ın (c.c.) emrini, Peygamberin (s.a.v.) kavlini kabul etmeyenin ise kitâbîlikle ne alakası olabilir? Bu durumda o, Kitâbî değil kâfir olur. Ayrıca Ehl-i Kitab'ın dinsizliği seçen çocukları da böyledir; onlar da Kitâbî sayılmazlar. Allah’a ve Peygamberimize bizim gibi inanmalarını ise bekleyemeyiz. İnansalar zaten İslâm’la bir problemi kalmaz; öyle olmadığı için Müslüman sayılmıyor, Kitâbî oluyorlar. Bu durumu böyle değerlendirmemiz gerekir.
Ancak şu noktada da kafa karışıklığına meydan vermemek lazım, mesela deniliyor ki: 'Efendim eski Kitap Ehli ile bugünkülere farklı nazarla bakamayız'. Oysa gerek Yahudi ve gerekse Hıristiyanlar, Kur’an’ın nazil olduğu zaman da aynı inançta idiler. Bunun için de Kur’an-ı Kerim onlar için, "Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesîh'dir" diyenler, andolsun ki kafir olmuşlardır…” [Maide suresi, 17] Keza “Yahudiler, 'Üzeyir Allah’ın oğludur' dediler. Hıristiyanlar da ‘Mesîh Allah’ın oğludur’ dediler..." [Tevbe suresi, 30] Böylece aynı hükmün altına girmiş oldular. Ama buna rağmen İslâm, onlara müşrik muamelesi yapmıyor, Ehl-i Kitap diyor, ayrı ve farklı bir statü uyguluyor. Mesela, Müslümanlara onların kadınlarıyla evlenmeye, usûlüne göre kestiklerini yemeye izin veriyor. O bakımdan Ehl-i Kitab hakkında konuşurken ölçüyü kaçırmamak, bu hususları göz önünde bulundurmak gerekir.
***
Müslüman kadın hiçbir gayrimüslimle evlenemez
Müslüman bir kadın; kitâbî (ehl-i kitap) olsun, ateist-dinsiz ve müşrik olsun hiçbir kâfir ile evlenemez. Kadın evli olup, ihtida ederek sonradan Müslüman olmuşsa şayet, evlilikleri derhal sona erer. Çünkü Müslüman bir kadın, ancak Müslüman bir erkekle evlenebilir.
Bir Müslüman erkek ise, kitâbî olan kadınlarla evlenebilir. Bir kadının kitâbî olup olmadığı kendisine sorularak anlaşılır. Ameli olmasa bile 'ben Hıristiyan'ım, Musevî'yim' diyeni öyle kabul etmek icap eder.
***
Önemli bir hatırlatma
Fıkıh kitaplarında şöyle yazılıdır: Müslüman bir kadın varken Hristiyan bir kadınla (harbî ile) evlenmek, sahih olsa da, mekruhluktan kurtulamaz; tahrîmen (harama yakın) mekruhtur. Zimmî ile de tenzîhen mekruh olur. Çünkü bu evlilik, mahzurlardan/sakıncalardan uzak olamaz. Ama fıkhen/hukuken nikâh sahih (geçerli)dir, doğan nesil meşrûdur. Çünkü İslâm hukuku her türlü ihtiyaca cevap verecek cihanşumûllükte (uyd. evrensellikte)dir, vermiştir de…
Gene malumdur ki, Müslüman erkek, müşrik-kâfir-dinsiz kadınlarla evlenemez. Müşrik kadın, Allah'a başka şeyleri ortak koşan; mesela puta, yıldızlara, ateşe ya da hayvana tapan kadındır. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: "Ey iman edenler! Allah'a ortak koşan kadınlarla, onlar iman etmedikçe evlenmeyin. [Bakara suresi, 221]
Velhasıl, Müslüman bir erkeğin Yahudi veya Hıristiyanlardan bir kadınla evlenmesi caizdir. Bu hususta ulema icma etmişlerdir. Ayet-i kerimede şöyle buyuruluyor: "…Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden yine hür ve iffetli kadınları, mehirlerini verip nikâhlayınız, onlar size helaldir. " [Maide suresi, 5]
Ehl-i Kitap olan bir kadınla evliliğinin mubah olmasındaki hikmet; bu kadının Müslümanla evlenmesi sebebiyle Allah'a, peygamberlere, ahiret gününe, İman etme ihtimalidir.
Müslüman bir kadının Müslüman olmayanla evlenmesi icma' delili ile haramdır. Ayet-i kerimede buyrulmuştur ki; "Müşrik erkeklerle iman etmedikçe onlara mü’min kadınları nikâhlamayın. " [Bakara suresi, 221]
Çünki böylesi bir evlilikte, mü’min kadının küfre düşme korkusu vardır. Koca, karısını kendi dinine çağıracaktır. Kadınlar genelde kocalarına/erkeklerine uyarlar ve onların yaptıklarından etkilenirler ve onları dinlerinde tahrik ederler. [Fetâvâ-yi Hindiye (terc.), 11, 330]
***
2. Hadis-i şerifin ve söz konusu meselenin açıklaması için bkz. http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/613-devlet-kredisi.html
Tabii ki işin en güzeli, ihtiyata/azimete uygun olanı, imkan nisbetinde bankalara/faizli muamelelere ilişmemek-bulaşmamaktır. İşin takvâ yönü bunu gerektirir.
Ama mecbur kalınmışsa da yapacak bir şey yok; kredi alınabilir, kullanılabilir; mevcut şartlar muvacehesinde şer’î açıdan caizdir. Bu durumda-hesabını kitabını yapıp, ona göre kararını vermek de elbette ki krediyi kullanacak olan kişilere düşüyor.
***
3. Takvâ: Arapça bir isimdir malumunuz. Kökü, vekâ fiilinin masdarı olan vikaye’den geliyor: "Vekâ – yekî – vikâyeten”. Sülâsî Mücerred'in ikinci bâbı (feale-yefilü / darabe-yadribü)ndan masdardır. Aslı vakyâ’dır. "Şekvâ, belvâ, selvâ" lafızları gibi…
Ancak kelime içerisinde iki illetli harf birden bulunduğu için (lefîf-i makrûn) bir kaç operasyona uğramıştır. Baştaki "vav" harfi "te"ye kalb edilmiş, sondaki "ye" harfi de "vav"a kalb edilmiştir.
Tügâ (tügah): Aynı kökten gelen "tügâ" kelimesinde de, baştaki "vav" harfi "te"ye çevrilmiştir. Aslı "vükâ"dır. Çekimleri de şöyle:
Vekâ - yekî - vakyâ =takyâ / takvâ…
Vekâ – yekî - vükâ = tügâ’dır.
Tükâ ve takıyye: Nefsini haram ve şüpheli şeylerden/nesnelerden korumak/saklamaktır; takvâ gibi… Bazı âlimlerce de, haramdan sakınmaya takvâ, şüphelilerden kaçınmaya ise vera’ denir. [Bkz. el-Müncid fi’l-Lûgati ve’l-A’lâm, Ahterî-i Kebîr, Kamûs-i Türkî, Lûgat-i Nâcî, ilgili maddeler]
Takvâ; korkma, sakınma… Allah korkusuyla günahtan kaçınmakta, Allah'ın emir ve yasaklarına uymakta titizlik göstermek... Allah'ın himâyesine girmek, emrini tutup azabından korunma manalarında Kur'an-ı Kerim’de sıkça geçen bir kavramdır. Bu şekilde hassas/dikkatli ve titiz davranan mü’mine de, "müttakî" denilmektedir.[Rağıb el-İsfahânî, el-Müfredât fî Garîbi'l-Kur'an, Mısır, 1961, s. 530]
Rabbimiz (c.c.) Kur'an-ı Kerim'de takvâyı üç mertebede beyan buyurmuştur:
a- Ebedî olarak Cehennem azabında kalmamak için, imân edip şirkten korunmak... Bu hususla ilgili bir ayetin meâli şöyledir: "O zaman inkâr edenler, kalplerine taassubu, câhilliyet taassubunu yerleştirmişlerdi. Allah da elçisine ve müminlere sükûnet ve güvenini indirdi. Onları takvâ sözü üzerinde durdurdu. Zâten onlar buna pek lâyık kimselerdi. Allah her şeyi bilendir." [Fetih suresi, 26]
b- Büyük günahlardan kaçınmak, küçük günahları tekrar tekrar işlemekten uzak durmak ve farzları edâ etmek... Bu husustaki bir ayetin meâli de şöyledir: "O (peygamberlerin gönderildiği) ülkelerin halkı inansalar ve takva ile hareket edip (Allah'ın azabından) korunsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket (ve bolluk kapılarını) açardık. Fakat yalanladılar. Biz de kazanmakta oldukları kötülükler yüzünden onları yakalayıverdik." [A'raf suresi, 96]
c- Bütün benliği ile Cenab-ı Hakk’a dönmek ve insanı Allah'tan alıkoyan her şeyden uzak durmak... Hakiki takva budur ve Kur'an'da, inanan insanlardan bu takvaya sahip olmaları istenmektedir: "Ey imân edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilden korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin." [Âli İmran suresi, 102]Bu ayetin açıklaması mahiyetinde olan diğer bir ayetin meâli şöyledir: "O halde gücünüzün yettiği kadar Allah'tan korkun. Dinleyin, itâat edin, kendi iyiliğinize olarak harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden kurtulursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir" [Teğabun suresi, 16; el-Beydâvî, Envaru't-Tenzîl ve Esrâru't-Te'vîl, Mısır, 1955, 1, 6]
Gerek Kur’an-ı Kerim’de gerekse Sünnet-i seniyyede takvâ’yı anlatan daha pek çok ayet ve hadis mevcuttur. Merak edenler kaynaklara müracaat edebilir.
Delâil-i Hayrât nedir kitabını nerde buluruz, tavsiye edilen kitaplardan mıdır, herkes okuyabilir mi?
Soru: İsmi mahfuz bir okuyucu tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap