Selamun aleykum Hocam nasılsınız?Hocam vadesiz altın hesabı var benim ziraat bankasında.internet üzerinden alıp satma işlemi yapabiliyorum.hesabı açtırırken istediğim zaman para ya da altın olarak alma imkanı var dediler.özetle yatırılan paranın karşılığı olarak bana fiziksel olarak banka altın veriyorsa bunda sıkıntı olmaz diye anladım konuyu doğru mudur Hocam?
Soru: Fazıl Karataş tarafından yazıldı. Kategori: Soru – Cevap
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Vadesiz altın hesabı, eğer şartlarına uygun şekilde gerçekleşirse olabilir. Bkz. http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/3705-altin-hesabi-2.html Ancak, internet üzerinden altın alım-satımı olmaz. Niçin olmayacağı hakkında detaylı bilgi için bkz. http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/907-sarraflikta-vade-taksit-kredi-karti-meselesi.html
Hayrunnisa ismini ölçebilir misiniz ve anlamı nedir?
Soru: Merve tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
********
Selamün aleyküm.
Öncelikle belirteyim; ismin ölçümü ile neyi kastettiğinizi bilmiyorum. Ama maksadınız, Hayrunnisa isminin numeraolojisi, bu isme ait istatistikî bilgiler, kader sayısı, harf analizi ve saire ise, kusura bakmayın bunlarla ilgimiz de bu hususlara dair bilgimiz de, onlara ayıracak vaktimiz de yok. Ayrıca meşgul olmayı pek de gerekli ve faydalı da bulmayız. Size ancak bu ismin kelime-terkip ve anlam tahlili hakkında yardımcı olabiliriz.
Şöyle ki:
Hayru’n-nisa’ tabiri, görüldüğü gibi Arapça iki lafızdan yani ‘hayr’ ve ‘nisa’ kelimelerinden mürekkep bir isimdir. Manası da, kadınları hayırlısı, iyisi, faydalısı demektir. Öteden beri kullanıldığı üzere kız çocuklara isim olarak verilebilir, herhangi bir mahzuru olmaz.
Tahliline gelince…
Hayr’ın manası; iyi, faydalı, hayırlı, yararlı olan demektir. Mesela Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) hakkında; insanlığın, halkın, âlemin hayırlısı manasında Hayru'l-beşer, Hayru’l-enâm terkipleri kullanılır. Bu kelime aynı zamanda meşrû iş, faydalı, ecirli-sevaplı-mükâfatlı, nûrlu-feyizli amel manalarına da gelir. Ve yine halkın rağbet ettiği akıl, ilim, ibadet, adalet, ihsan, mal gibi nimetler hakkında da müstâmeldir.
Babasından sonra kalan hayırlı oğul-evlat karşılığı olarak da, hayru’l-halef denir. Halef, birinin ardından gelip onun makamına / yerine geçen kimse demektir. Bir vazifede, bir makamda-mevkide kendinden önce bulunmuş olan kimse anlamındaki selef kavramının zıddıdır.
Nisa’ ise, kelime olarak kadınlar demektir. Kur’an-ı Kerim’de 4. surenin adı da Nisa suresidir. Bu sure birçok şer'î hükümleri ve teklifleri şamildir. Baş tarafında Allahu Teâla'nın hakları, bütün insanlığın kardeşliği, çocuklara, kadınlara, yetimlere acıma, şefkat gösterme ve haklarının verilmesi, mallarının korunması, evlenme ve miras gibi hususlarla ilgili emirler ve hükümler ile başlamış, sûrenin sonu da bu mevzularla bitmiştir. Orta kısmında da aile terbiyesinden başlaması lazım gelen temizlik, namaz, cihad, ülû’l-emre itaat gibi emirleri ve yükümlülükleri tazammun etmiş / kapsamına almıştır. Bütün bunlar, insanın yaratılışı ile ilgili ve terbiye esasına dayalı bulunduğundan dolayı sûre, "Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının..." hitabı ile başlamış ve bu mevzularda kadının ve kadınlığın çok önemli bir yeri bulunmasından dolayı da ilk âyetinden itibaren kadının yaratılışına ve şerefine dikkat çekilmiş, ismine de ‘Kadınlar sûresi’ anlamında ‘Sûretü’n-Nisâ’ denilmiştir. [Bkz. Elmalı’lı, Hak Dini Kur’an Dili, a.g.s. tefsiri]
Selamün aleyküm çok değerli pek kıymetli hocam. Vermiş olduğunuz bilgilerden dolayı Allah razı olsun. Nasılsınız, afiyettesiniz inşallah. Hocam Şafii mezhebinde ‘çizme dolusu kan abdesti bozmaz’ diye hüküm var. Buradaki çizme dolusundan kasıt nedir acaba..? Şimdiden teşekkürler hayırlı çalışmalar.
Soru: AbdüsSamet Aydan tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
*******
Ve aleyküm selam kardeşim; güzel temennileriniz için teşekkür eder, bilmukabele hayır-dualar ederim.
Sorunuzu vaktimiz ve imkânımız nisbetinde etraflıca cevaplamaya çalışalım. Ancak unutmayalım ki, bunlar bu mevzularda birer bilgilenmeden, mâlumattan ibarettir. Aslolan kendi mezhebinin hükümlerine uymaktır. Mezhepler arası taklit, sadece çok zaruri ve istisnai hallerde müracaat edilebilecek bir çaredir. Onu da öyle kendi kafamıza göre değil, ilim ehline havale etmemiz, onlara danışarak yapmamız icap eder.
Bu önemli hatırlatmayı yaptıktan sonra, dilerseniz gelelim söz konusu etttiğiniz meseleye…
Evet, Şâfiî ve Mâlikî mezheblerine göre, önden ve arkadan başka herhangi bir uzuvdan gelen kan, irin ve sarı su ile abdest bozulmaz. Sizin de bahsettiğiniz gibi, ‘çizme dolusu kan abdesti bozmaz’ da denilmiştir. Tabii ki bu söz, çokluktan kinâyedir. Yani çıkan kan ne denli fazla olursa olsun, abdesti bozmaz demektir. Bu cümleden olarak mesela kişi bayılmadıktan sonra kendisinden ne kadar kan akarsa aksın, Şâfiîlere göre onun abdesti bozulmuş olmaz.
İdrar ve dışkı yollarından gelen kanamanın abdesti bozduğunda ise, mezhepler arasında herhangi bir görüş ayrılığı yoktur. Farklılık, vücudun diğer azalarından akan kan hususundadır. Şöyle ki:
Hanefî mezhebine göre önden veya arkadan kan çıkması halinde abdest bozulur. [Bkz. Ebu Dâvud, Sünen, Taharet, 109, 115; Nesâî, Sünen, Taharet, 137, Hayız, 6] Bunun haricinde ağız, burun veya bedenin diğer herhangi bir uzvundan kan, irin veya cerahat gibi şeylerin çıkması da abdesti bozmaktadır. [Bkz. Zeylaî, Nasbu`r-Râye, 1, 37-38, 44] Mesela ağızdan çıkan akıcı kan tükürükten daha çok veya eşit ise, abdesti bozar, değilse bozmaz. Bu da, renginden anlaşılır. Diğer uzuvlardan çıkan kan ise, çıktığı yeri geçip yanlarına yayılınca abdesti bozar; yoksa iğne ucu gibi çıkıp da yerinde kalan bir kan damlası abdeste mâni değildir. Böyle bir kanın el veya pamuk ile silinmesi de abdeste zarar vermez.
Yaradan çıkan irin, sarı su hakkında da hüküm böyledir. Bu husustaki diğer bir görüşe göre ise, bunlar abdesti bozmaz. Ama ihtiyat ve takva bakımından ilk görüşe uymamız iktiza eder.
Hanbelî mezhebine göre ise, bu noktada Hanefi mezhebinden farklı olarak, akan kanın çok miktarda olması şartı vardır.
***
Şâfiîlere göre abdesti bozan şeyler ve izahları
1. Ön ve arka menfezlerden herhangi bir şeyin çıkması.
2. Makadın iyice yerleşmemesi halinde uyumak.
3. Hastalık veya sarhoşluk sebebiyle aklını kaybetmek.
4. Hâilsiz olarak (arada bir perde, mâni, engel bulunmaksızın) mahrem sayılmayan (nikâh düşen) bir erkekle bir kadının, şehvetli olsun veya olmasın birbirinin tenine dokunmaları, her iki tarafın da abdestini bozar.
5. İnsanın tenasül uzvuna elin iç kısmıyla dokunmak.
6. Kavl-i cedîde (İmam Şâfiî’nin yeni görüşüne) göre dübür halkasına elin iç kısmıyla dokunmak. (Mesela basur hastalığı olanın mak'adının dışarı çıkmasıyla ellerinin iç kısmı değerse abdesti bozulur.) [Kavl-i kadîm, İmam Şâfiî’nin Irak dönemine ait, kavl-i cedîd ise Mısır’a gittikten sonraki görüşünü ifade eder.]
***
Söz konusu maddelerin açıklaması
“...yahut biriniz tuvaletten gelmişse...” [Maide suresi, 6] buyrulmuştur.
“Uykuya dalan kimse abdest alsın.” buyurmuştur. [Bkz. Ahmed b. Hanbel, Ebu Dâvud ve İbni Mace rivayet etmişlerdir. Bu hadisin manası şudur: Uyanıklık dübürün bağıdır. Yani onun içinde bulunan şeyleri dışarıya çıkmaktan korur. Çünkü o uyanık olduğu sürece kendisinden çıkan şeyleri far keder. Neylü'l-Evtâr, I, 192] Ama bağdaş kurup uykuya dalan kimsenin abdesti bozulmaz. Nitekim Enes (r.a.) şöyle demiştir:
“Peygamberimiz (s.a.v.) birisiyle yavaş-yavaş konuşurken, namaz için kamet edildi. Fakat ashabı (oturdukları halde) uyuyuncaya kadar ona gizli-gizli konuşmasından ayrılmadı. Sonra geldi ve onlara namaz kıldırdı.” [Ebu Dâvud, Müslim ve Tirmizî rivayet etmişlerdir. Bkz. Neylü'l-Evtâr, I, 193] Bu hususta gene Hz. Enes’ten gelen benzer bir rivayet de şöyledir: “Rasûlullah’ın (s.a.v.) ashabı yatsı namazını beklerlerdi. (Uykudan dolayı) başları önlerine düşer, sonra da abdest almaksızın namaz kılarlardı”
"...yahut kadınlara dokunmuşsan..." [Nisa suresi, 43]
Şehevî duygulardan anlamayan yedi yaşın altındaki çocuklardan abdest bozulmaz. [Muğni’l-Muhtâc, (Nevevî’nin Şâfiî fıkhına dair Minhâcü’t-Tâlibîn adlı eseri üzerine Hatîb eş-Şirbînî’nin (ö. 977/1570) yazdığı şerh)1, 35]
Ümmü Habîbe'den (r.anha) rivayet edilen bir hadis-i şerifte Rasûl-i Ekrem Efendimizin (s.a.v.) aşağıdaki hadis-i şerifleridir:
“Her kim fercine (tenasül uzvuna) fercine dokunsa abdest alsın.” [Kadı Ebu Şuca’, Ğâyetü’l-İhtisâr ve Şerhi, Ravza Yayınları, 99-100] Hadis-i şerifteki geçen "ferc" kelimesi, hem erkeğin hem de kadının cinsiyet organıdır. Yukarıda ifade edildiği gibi, İmam Şâfiî'nin (rh.) yeni içtihatlarına (Mısır’a geldikten sonraki görüşlerine) göre, elin iç kısmıyla insanın dübür halkasına dokunmak da abdesti bozar.
Tenasül ve dübür uzuvlarına elin iç kısmıyla dokunmak, herhangi bir yaş sınırı olmaksızın abdesti bozar. Şu halde, bir anne bebeğinin altını temizlerken çıplak elinin içi bebeğinin ön veya arkasına değerse abdesti bozulur. Ona göre dikkat etmesi, bunu hatırdan çıkartmaması gerekir.
Selamün aleyküm hocam. Bir kimse namaz kılarken diğer namazın vakti girerse yine de kılmış olduğu o namazı vaktinde kılmış sayılıyor diye biliyorum. Peki bu sahibi özür için de geçerli mi? Çünkü sahibi özür olan kimseler, sizce de malum olduğu üzere, her vakit girdiğinde tekrar abdest almaları gerekiyor. Namaz kılarken diğer namazın vakti girerse, yeni giren vakitte abdestsiz sayılıp namazlarının kabul olunmama durumu olur mu? Ve bu rabıtada da geçerli mi? Mesela gündüz rabıtaya başladı ve rabıta esnasında öğlenin vakti girdi. Kalkıp abdest alması gerekir mi? Allah razı olsun. Allah sizi salihlerden kılsın. Hayırlı geceler.
Soru: Abdullah Fakir tarafından yazıldı. Kategori: Soru – Cevap
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Evet, bir vakit namazını kılarken diğer namazın vakti girse, bu namaz tamamlanır ve edâ edilmiş sayılır. Ancak sabah namazını kılmakta iken güneş doğarsa, şer’an bu namazın vakti çıkmış olduğundan dolayı, kılınan namaz bozulur, bunu yeniden kılmak gerekir. Ama bir kimse ikindi namazını kılmakta iken güneş batsa namazı bozulmaz. Çünkü bir namazın vakti çıkmış, yeni bir namaz vakti de girmiştir. İkinci şıkta yani sabah namazı meselesinde ise, bir namaz vakti çıkmış, lakin yeni bir namaz vakti girmemiştir.
***
Sahib-i özrün durumuna gelince…
Mâlum olduğu üzere Hanefîlerde, özürlü olanların abdestleri, namaz vaktinin girmesi ile bozulmaz, vaktin çıkması ile bozulur. Bu hüküm İmam-ı Azam (rh.) hazretlerine göredir. Tercih edilen görüş de budur. Buna göre, öğle namazı vakti girmeden abdest alan özürlü bir kimse, o abdestle öğle namazını veya cuma namazını kılabilir.
İmam Ebû Yusuf'a (rh.) göre, özürlünün abdesti, hem namaz vaktinin girmesiyle, hem de çıkmasıyla bozulur. Bu bakımdan güneş doğduktan sonra özürlünün aldığı abdest, öğle vaktinin girmesi ile bozulur.
İmam Züfer'e (rh.) göre ise, özürlünün abdesti, yalnız namaz vaktinin girmesi ile bozulur, çıkması ile bozulmaz. O sebeple, özürlünün sabah namazı için aldığı abdest, güneşin doğup vaktin çıkması ile bozulmaz, ancak öğle vaktinin girmesi ile bozulur.
[İmam Şafiî'ye (rh.) göre, özürlünün her namaz için ayrı-ayrı abdest alması gerekir. Onun abdesti, kıldığı namazın sona ermesi ile bozulur.]
[Mâlikî mezhebine göre ise özürlünün abdesti, vaktin girmesi veya çıkmasıyla bozulmaz; abdesti bozan başka bir hâlin meydana gelmesiyle bozulur. (Bkz. İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, l, 47)]
N e t i c e
Özür sahibinin abdesti, Hanefi mezhebinde benimsenen İmam-ı Azam hazretlerinin içtihadına / görüşüne göre, namaz vaktinin çıkması ile bozulur, dolayısiyle kıldığı namaz da bozulmuş olur. Hanefî olan özür sahiplerinin bunu böyle bilip, bozulan o namazı kaza etmeleri lazımdır. Böylesine basit meseleler için hemen taklit yollarına tevessül edilmemelidir. En önemlisi de namazlarımızı vaktin evvelinde, evvelinde olmazsa ortasında, bu da mümkün olmamışsa hiç değilse son cüz’ünde eda etmeye gayret etmeli, kritik ana / vaktin çıkışına kadar ertelememeliyiz. Özürlü özürsüz hepimiz için bu cümleler mutlaka kulağımıza küpe, kalbimize nakş olmalıdır.
Bahis mevzuu manevi vazifeleri ise, şer’î bakımdan zaruret hallerinde abdestsiz yapmak her ne kadar caiz olsa da, meseleye takvâ cihetinden bakıldığında, kalkıp abdest almanın mümkün olduğu şartlarda, buna abdestsiz devam etmek rızâ-i İlahiye, tasavvufî usûl ve âdâba muvafık düşmez. Binaenaleyh kişi madem özürlüdür ve rabıta-zikir esnasında abdestinin süresi bitmiştir, maksûd olan nûr-i İlahî ve matlûb olan feyz-i Muhammedî’yi kâmil mânâda hâsıl (letâifine ahz u feyz) edebilmek için, hemen zikr u fikrine ara verip abdestini alması (tazeleyip yenilemesi) iktiza eder. Zira Üstâzımız (k.s.) Hazretleri, abdestsiz zikr u fikr ile meşguliyet bir yana, abdestsiz dolaşmayı dahi tasvip buyurmadıkları için, abdest alacağım yerine, abdest tazeleyeceğim denmesini tavsiye buyurmuşlardır.
Vesselâm…
Hatırlatma:
Bundan böyle mesajlarını direkt siteye yazar gönderirsen memnun oluruz. Böylece gözden kaçıp gecikme ve unutulma durumu da olmaz. H.E.
Rukye ile Kuran ayetlerinin okunarak cin çıkarılması caiz midir?
Soru: turan tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
*******
Selamün aleyküm.
Kusura bakmayın, sözünü ettiğiniz işlerle ilgimiz olmadığı gibi bilgimiz de yok. Ancak bu mevzularda dinî-ilmî açıdan sıhhatli ve teferruatlı bilgi için, -lütfen- daha önce sorulup cevapladığımız aşağıdaki linklere bkz. ve dikkatlice okuyunuz:
http://halisece.com/sosyal-meseleler/2972-muska-tasimak-caiz-mi.html
http://halisece.com/sorulara-cevaplar/2062-karabasan-ve-manevi-tedavisi.html