Selamun aleyke hocam bi işi yapıp o işten komisyon parası almak caiz mıdır bir de devletin açtığı çeyiz destek kredisini kullanmak caiz mıdır?
Duha tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
*******
Ve aleyküm selam.
İlk sorunuzun cevabı için bkz. http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/2107-emlak-komisyonculugu-ile-ilgili-birkac-soru.html
İkinci sorunuzun cevabı: Eğer başka çareniz yok, ihtiyacınız var ve bunu almaya mecbur iseniz alabilirsiniz. Ama bizim tavsiyemiz; mümkün mertebe faizli muamelelere bulaşmamanızdır. Dinde azimet, ihtiyat ve takva bunu gerektirir. Detaylı bilgi için bkz.
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/2888-zaruret-halinde-banka-kredisi-ve-altin-hesabi.html
Selamün aleyküm muhterem hocam. Işık yayınlarından çıkan M.Asım Köksal'ın İslam Tarihi isimli eserinde Rasulullah s.a.v efendimiz ile Ebu Leheb arasında geçen bir hadise nakledilmektedir. Ebu İshak'tan intihal edilerek anlatılan bu hadisede Ebu Lehebin Efendimizi s.a.v himayesine aldığı vakit müşriklerin git sor bakalım senin baban hakkında ne diyor şeklindeki sualine istinaden Efendimiz s.a.v'e sual ediyor ve Rasulullah s.a.v efendimiz de Abdulmuttalib de Abdulmuttalib gibi puta tapa tapa ölenler de cehennemdedir şeklinde bir cevap veriyor diyor. Bizim farklı kitaplardan okuduğumuz ve bildiğimiz Efendimiz s.a.v efendimizin dedesinin hanif dini üzere olduğu cihetinde. Bu hususla alakalı olarak sizin malumatınız var mıdır? Teşekkür ederim şimdiden...
Soru: cihan tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
*******
Ve aleyküm selam.
Keşke adını zikrettiğin kitabın yazarını, yayınevini ve eserin yyy ile cilt ve sayfa numarasını, hatta o kısmın resmini de kaydedebilseydin… Naklin daha sıhhatli olurdu.
Ama hakikaten metin, orada ve orada gösterilen kaynakta kelime be kelime böyle ya da mefhum olarak burada yazdığın manayı müfid ise, bu sözü te’vil edip iyiye hamletmemiz iktiza eder, münasip olan yol ve usûl bu olur, edep bunu gerektirir. Öyle ya, nice ayet ve hadisleri te’vil ediyoruz da bunu mu te’vil etmeyeceğiz?!
Binaenaleyh o sözün manası, ‘Puta tapa tapa ölen, kim olursa olsun Cehennem'dedir… Hatta o kişi ceddim Abdulmuttalib dahi olmuş olsa, bu yine böyledir’ demektir diyebiliriz.
Hz. Fâtıma’ya radıyallâhu anha
Bu söz aynen, Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) pâk evladı Hz. Fâtıma’ya (r.anha) hitaben söylediği, “Ey kızım Fâtıma! Babam Nebî / Peygamber diye sakın güvenme. Rabbine (c.c.) karşı kulluk vazifeni yap. Eğer Allah’tan nefsini satın alamazsan, vallâhi ben bile seni kurtaramam.” [Müslim, Sahih, İman 89, Hadis no: 351] ikaz cümleleri gibidir. Bunun ötesinde bir şey düşünmek, tasavvur etmek muhâldir. Zira Fâtıma validemizin vaziyeti-âkıbeti, mânevi derece ve mertebesi bırakınız mü’minleri, alâ melei’n-nâs mâlumdur.
Bu meselede lâyık hatta elyak-ensâb ve evfâk olan budur, bu te’vilde hiçbir mahzur da olmaz.
Dedeleri Abdülmuttalib
Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) dedeleri Abdulmuttalib, Hz. ibrahim ve Hz. İsmail'den intikal eden ve Haniflik adıyla bilinen dinî-İslâmî bir an’âneye tâbi, bu inanç ve ibadet manzûmesinin mü'mini-âmili idi. Keza imanın temel esaslarından olan ahirete, ahiret ceza ve mükâfatına inanan bir insandı. Şöyle derdi:
“Vallâhi, şu dünyanın arkasında bir dünya daha vardır ki, iyilik edenler orada iyiliklerinin mükâfatını görecekler, kötülük edenler de orada kötülüklerinin cezasını çekeceklerdir!” [Şehristânî, el-Milel ve'n-nihâl, 2, 240]
Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) anne ve babaları hiç şüphesiz kurtuluş ehlidir, Cennet ehlidir, iman ehlidir. Ve yine onlar gibi dedeleri de ehl-i necâttır. Cenab-ı Hak Habibinin mübarek kalbini ve o kalbin taşıdığı re'fet ve rahmeti / şefkat ve merhameti elbette rencide etmez, boşa çıkarmaz. Bizim inancımız budur.
***
Abdulmuttalib’in başka isimleri ve bazı hasletleri
Abdulmuttalib’in, başka isimleri de vardır. Bunlardan birisi, başlıkta belirttiğimiz üzere Şeybe, Şeybetü’l-hamd idi. Saçlarının tepesinde bir miktar aklık olduğu için kendisine bu isim verilmişti. Abdülmuttalib’in diğer isimlerinden biri de Âmir’dir. Asil bir zattır. Hatta Mekke’de kıtlık olsa, onun hürmetine Allahu Teâla’dan yardım isterler ve yağmur yağardı. Bir gün Harem-i Şerif’te uyurken gördüğü rüyayı kâhinlere söylediğinde onlar:
“Senin neslinden bir çocuk doğacak; yer ve gök halkı ona iman getirecek.” dediler.
Ve yine Kureyş'in reisi olan bu zata rüyasında Zemzem kuyusu gösterilmiş ve bu işaret ve beşaretle, senelerdir yeri meçhul olan Zemzem tekrar ortaya çıkmış, onun şerefine de bir şeref daha katılmıştı.
***
Abdulmuttalib necât ehlidir
Hâsılı kelam netice-i meram; “Fetret devrinde gelen Abdulmuttalib hazretleri, Hanîf / İslâm dininden olup, ehl-i necâttır.”
“Fetret devri” demek, iki peygamber arasında geçen ve peygambersiz olan ara devredir. Bu durumda, Hâtemü’l-Enbiya Efendimiz’den (s.a.v.) önce her kavme müstakil peygamber gelme esasına binaen, iki peygamberin gönderilme müddetleri içinde yaşasa bile, önceki peygamber hususiyle kendilerine gönderilmeyen, yeni gelene de yetişemeyen kimse fetret devri insanı addedilir. Rasûlullahın (s.a.v.) ebeveyni, Hz. İsa Araplara gönderilmediği ve Efendimizin (s.a.v.) nübüvvetine de yetişmedikleri için fetret devri insanı sayılırlar. Ayet-i kerîme'de, kendilerine rasûl gelmeyen hiçbir kavmin sorumlu tutulmayacağı belirtilmiştir:
“Biz bir rasûl göndermedikçe azap da etmeyiz.” [İsra suresi, 15]
Kaldı ki, Hz. İbrahim'den bakiye kalan dinî bir an‘âne / gelenek, cahiliye devri Araplarında mevcut idi.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) her yönden olduğu gibi, aile, asalet ve nesep bakımından da insanların en üstünü, en faziletlisi, en muhteremi ve en mümtazı / seçkini idi.
Bir seferinde sahabe-i kiram, kendisine nesebini sordular. Efendimiz (s.a.v.) şu cevabı verdi:
“Cenab-ı Hak mahlûkatı yarattı ve beni en hayırlılarından kıldı. Sonra iki milletten (Arap ve Arap olmayan) en hayırlısından kıldı. Sonra kabileleri ayırdı ve beni en hayırlı kabileden (Kureyş’ten) kıldı. Sonra aileleri ayırdı, beni de en hayırlı aileden kıldı. Ben şahıs olarak da, aile olarak da insanların en hayırlısıyım.” [Tirmizî, Sünen, Menâkıb, 1]
Bir başka hadis-i şerif de şöyledir:
“Ben devirden devire, aileden aileye intikal ile seçilerek âdemoğulları soyunun en temizinden naklolundum. Sonunda şu içinde bulunduğum Hâşimî câmiasından neş’et ettim (dünyaya geldim).” [Sahîh-i Buharî Muhtasarı Tecrîd-i Sarih Tercemesi, DİB Yayınları, Ankara, 1975, 9, 272]
Rasûl-i Zîşân Efendimizin (s.a.v.) ecdat ve atalarının hepsi de asil, temiz ahlâklı, dürüst kimselerdi… Tevhid dinine bağlı insanlardı. O’nun (s.a.v.) hayatını ve mücadelesini anlatan siyer kitaplarında genişçe kaydedildiği gibi, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) nûrunun intikal şekli Hz. İsmail’den (a.s.) başlar, sonra Kinâne’den Kureyş’e, Kureyş’ten Haşimoğullarına kadar gelir. Bu tertibin uzaktan yakına doğru geldikçe terakki ettiği görülür.
Tabakatü’l-Kübrâ sahibi İbn Sa'd (rh.), Fahr-i Kâinat Efendimizin (s.a.v.) anneleri hakkında şu bilgiyi verir:
“Rasûl-i Ekrem’in (s.a.v.) beş yüz kadar büyükannesini tesbit ettim. Bunların hiçbirisinde Cahiliye devri ahlâksızlıklarından ne bir zinaya, ne de başka bir kötülüğe rastlamadım.” [Bkz. a.g.e. ve m., 1, 60]
Yine siyer kitaplarında yer aldığına göre, Âlemlere Rahmet Efendimizin (s.a.v.) dedelerinin ve büyük annelerinin İbrahim aleyhisselâmın dini olan Hanîf / İslâm dini üzere bulundukları rivayet edilir ki, hiçbirisinin küfrün ve şirkin çirkinliklerine bulaşmadıkları bildirilir. Çünkü Cenab-ı Hak insanların içinden seçtiği, kendine dost-habîb ve rasûl ü nebî olarak kabul ettiği bir insanın neslini her türlü kötülükten koruyacak, ona hususi lutuf ve keremini ihsan buyuracaktır.
***
Abdülmuttalib'de Nûr-i Ahmedî
Hâsılı, Kureyş'in reisi Abdülmuttalib de nûr-i Ahmedî'den nasibini almıştı. O nûr kendisine çok üstün meziyet ve sıfatlar kazandırmıştı.
Uzun boyu, büyükçe başı ve heybetli görünüşüne; parlak yüzü, tatlı sözü, haya sahibi oluşu / utangaçlığı, nezaket ve üstün ahlâkı da bir başka güzellik katmıştı.
Sabırlı, akıllı, anlayışlı, mert ve cömertti. Yoksul insanların karınlarını doyurmaktan büyük zevk alırdı. Hatta bu cömertliğini, bu yardımseverliğini hayvanlardan bile esirgemezdi. Dağ başlarında aç susuz kalan kurdu-kuşu da düşünürdü.
Cahiliye karanlıkları arasında aydınlık yoldan ayrılmayan bahtiyarlardan biri idi. Allahu Teâla'ya bağlı ve âhiret inancına sahipti. Verdiği sözü ne pahasına olursa olsun mutlaka yerine getirirdi. Nitekim, Cenâb-ı Hakk'a verdiği sözü yerine getirmek için, en çok sevdiği oğlu Abdullah'ı bıçağın altına yatırmaktan bile çekinmemişti. Kureyşliler müdahale etmeselerdi, onu kurban edecekti.
Cahiliye devrinin çirkin âdetlerinden uzak durduğu gibi, başkalarını da bunları yapmaktan men‘ederdi. O zamanın zalim bir âdeti olan kız çocuklarını diri diri toprağa gömmekten halkı sakındırırdı. Şaraptan, zinadan her zaman kaçınırdı. Bütün gücüyle Mekke'de zulme, haksızlığa meydan vermemeye çalışırdı. Misafir ağırlamaktan da büyük haz duyardı. Akrabalarıyla yakından ilgilenir, onlara şefkat ve merhamet gösterirdi. Bu büyük vasfı sebebiyle Kureyşliler ona "İkinci İbrahim" derlerdi. Ramazan ayı girince Hira Mağarasında inzivâya çekilip ibadetle meşgul olurdu. Bunu ilk defa âdet edinen de kendisi idi.
Amcası Ebu Talib ise Fahr-i Kâinat Efendimize (s.a.v.) iman etmemiştir. Ancak O’nu korumuştur. Cenâb-ı Hak onun bu hizmet ve fedakârlığını da elbette zayi etmeyecektir. Her ne kadar Hz. Abbas (r.a.), ölüm esnasında dudağının kımıldayıp, kardeşinin ağzına kulağını verdiğinde Kelime-i Tevhidi duyduğunu Peygamber Efendimimize (s.a.v.) söylemişse de, Efendimiz (s.a.v.), “Ben duymadım.” demiştir. Ebu Talib hakkında detaylı bilgi için bkz.
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/946-ebu-talip.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1184-ebu-talib-in-diriltilmesi.html
Rasûl-i Zîşân Efendimizin (s.a.v.) amcalarından Hz. Abbas ve Hz. Hamza (r.anhuma) ise iman etmiş, İslâm adına çok büyük hizmet ve fedakârlıklarda bulunmuşlardır.
***
Bu mevzuda geniş araştırma ve istifade için aşağıdaki temel eserlere müracaat edilebilir:
Selamun aleyküm Hocam iki sorum olacaktı 1-Namaz da bir rekatta secdenin 2 kere yapılması gerektiği Kuran da mı var yoksa sünnetle mi sabit? 2-İslam tarihi ile ilgili kitap tavsiye edebilir misiniz?
Soru: Erkan Canlı tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
1. ‘Namazda bir rek’atta secdenin 2 kere yapılması gerektiği Kur’an’da mı var, yoksa sünnetle mi sabit?’
Zaman zaman hatırlattığımız üzere, öncelikle ahkâm-ı şer’iyyenin sadece Kitap (Kur’an) ve Sünnet’ten birine istinat etmesi gerektiği gibi mâlum, meşhur ve mecruh zannın-kanaatin-düşüncenin yanlış olduğunu ifade etmekle söze başlayalım. İfade edelim ki, sorunuzu okuyanlar da bu yanlışa düşmesin, düşenleri de uyarmış olalım. Her şeyden evvel Şer’î deliller Kitap ve Sünnet’ten ibaret değildir, İcma‘ ve Kıyas’ı da uunutmak lazım. Yani şer’î hükümlerin dayandığı aslî deliller iki değil dörttür. Bunların yanında ayrıca yedi de Fer’î deiller vardır. Detaylı bilgi için bkz.
http://www.halisece.com/islami-makaleler/312-islam-hukukunun-asli-ve-feri-kaynaklari.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/712-usul-i-fikih-fer-i-deliller.html
Bu tesbiti yaptıktan sonra gelelim sorunuzun cevabına…
Bizler, sahih iman-ibadet, namaz-niyaz nedir bilmezken bunları bize öğreten, kılınış şeklini bildiren Âlemlere Rahmet Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) bizzat kendileridir.
Bu sebeple ister namazdaki rek’at sayıları olsun, ister namaz kılarken yapılan fiilller vb. olsun; bunun neden ve niçin böyle olduğu hakkında bilgimiz, ancak bunu bize ilk gösteren Rasûl-i Ekrem Efendimizin (s.a.v.) bildirdiği, O’nun vârisleri olan hakikat âlimlerinin haber verdikleri kadardır. Diğer izahlar-görüşler, neticede kişilerin tahminine, ilmî-fikrî mülahazalarına dayanan kanaatleridir. İsabetli de olabilir, isabetsiz de...
Esasen biz bunların hikmetlerini bilmekle yükümlü de değiliz. Bizim yükümlü olduğumuz husus, Kitap’ta emredildiği, Rasûl-i Zîşân Efendimizin (s.a.v.) gösterdiği, İcma‘ ve Kıyas’ta açıklandığı ve mezhebimizin müftâbih olarak ortaya koyduğu ictihadî hükme göre amel ve ibadet etmektir.
Aynıca unutmamak gerekir; emirler, ta‘lîlî ve taabbudî olmak üzere iki kısma ayrılır. Geniş bilgi için bkz. http://www.halisece.com/sosyal-meseleler/1097-islam-mantik-dini-midir.html
Namazın kılınış şekli hususunda Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.) , “Beni nasıl namaz kılar görüyorsanız, siz de öyle namaz kılınız” buyurmuştur. [Buhari, Sahih, Ezan, 18, Hadis no: 605, 1/226; Ahmed b. Hanbel, Musned, 5/53; Dârakutnâ, Sünen, Salât, H. no: 10; 1/346; İbn Hibbân, Salât, H. no: 2131, 5/503; İbn Hüzeyme, Sahih, Salât, 48; 1/206]
Bununla beraber namazdaki rukû ve secdenin mânâ ve hikmetleri hakkında çeşitli izahlar-te’viller-tefsirler de yapılmıştır. Bunlardan bir kısmını aktarabiliriz. Şöyle ki:
Rukû'da deve, koyun-keçi gibi hayvanların ve sürekli rukû halinde olan meleklerin ibadetlerini temsil ediyoruz.
Keza secdede ise sürüngenlerin, otların ve sürekli secdede duran meleklerin ibadetlerini temsil ediyoruz.
Secdeyi iki kere yapmanın hikmetini de bazı âlimler şöyle açıklamışlardır:
"Şeytan bir kere dahi secde etmekten ictinab etmiştir. Biz ise iki kere secde ediyoruz ki, hem Allaha şükrümüzü eda edelim hem de şeytanın yüzünü yere sürtelim."
Hâsılı, secdeyi veya herhangi bir ibadetteki fiilin / amelin nasıl veya kaç defa olacağı ile ilgili hususlar, esasen Müslümanı ilgilendiren meseleler değildir. Bize düşen; Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) eda ve ifa buyurduğu gibi namazımızı dosdoğru kılmaktır. Bunu yaptığımızda mesele bitmiştir. Bunun sebebi ve hikmeti hakkında Kur’an ve Sünnet’ten kesin bir delil var mı, yok mu istifhamlarının çok da bir anlamı yoktur.
Ancak mademki sormuşsunuz, soruluyor, o halde yukarıdaki ifadeler çerçevesinde bir nebze beyande bulunabiliriz.
Evet, namaz kılarken her rek’atta bir rukû yaparken neden iki defa secde ediyoruz? Bunun sebebi-hikmeti nedir?
Bilindiği gibi Kur’an-ı Kerim Allahu Teâla tarafından mûcize olarak indirilmiş ve yüce dinimiz İslâm’ın ana hatlarını çizmiş, temel kalıpları tayin ve tesbit etmiştir. Bu hatlar ve bu kalıplar içinde nasıl amel edilmesi gerektiğini ise Rasûl-i Zîşân (s.a.v.) Efendimize bırakmıştır. Binaenaleyh Fahr-i Âlem Efendimizin (s.a.v.) ibadet şekli elbetteki bizim de ibadet ederken takip edeceğimiz yol olacaktır. Zira rehberimiz-kılavuzumuz O’dur.
Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz de bu ibadet şeklini bazen ilham yoluyla bazen de Cebrâil aleyhisselamın göstermesiyle almıştır. Bu itibarla, yapılan her harekete bir mânâ yüklemeye ihtiyaç yoktur. Önemli olan, emredileni emredildiği gibi yapmaktır.
Maamafih Efendimiz (s.a.v.) şöyle de buyurmuşlardır:
“O iki secde Şeytan’a karşı tavır içindir.” [Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/87; Müslim, Sahih, Mesâcid, 88; Ayrıca bkz. İbn Mâce, Sünen; Ebu Davud, Sünen; Nesai, Sünen; İbni Hibbân, Müsnedü’s-Sahih]
Bu hadis-i şerifi izah sadedinde denilmiştir ki; secdeler, Şeytan’a olan muhalefet ve karşı tavrı onun burnunu sürtecek şekilde ortaya koymak için ikidir. Ona secde etmesi emredildi, o etmedi. Biz onun bu tavrına karşılık iki defa secde ediyoruz.
Bazı âlimler bu meseleyi şöyle te’vil etmişlerdir: Secde eden kimse, birinci secdeyle topraktan yaratıldığına, ikinci secdeyle de tekrar toprağa döneceğine işaret eder. Nitekim Allahu Teâla: “Sizi yerden (topraktan) yarattık, (ölümünüzden sonra) yine ona döndüreceğiz. Hem de ondan sizi bir kere daha çıkaracağız.” [Taahaa suresi, 55] buyurmuştur.
N e t i c e
Esasen bu sorunun cevabı, “ibadet” lafzında / kavramında mündemiçtir. Mâlum, ibadet ‘kulluk etmek’ demektir. Bunu emreden ise Allahu Teâla’dır. Allah Teâla bazı emir ve nehiylerinin sebebini-hikmetini beyan buyurmuş, bazı emir ve yasaklarının ise sebeplerini bildirmemiştir. Biz bunları kul olduğumuz için, neden-niçin aramadan / sorgulamadan eda ve ifa eder, vüs’atimiz yettiğince hakkıyla-kemâliyle yerine getirmeye gayret ederiz. ‘Neden sabah namazı iki rek’at da akşam namazı üç ya da diğerleri dört? Bir rek’atta tek rukû varken, neden iki secde var’ gibi hususlara kafa ve gönül yormayız. Belki bunların sebep ve hikmetleri Allahu Teâla ve Rasûlü Efendimiz (s.a.v.) tarafından bildirilmiş, fakat biz henüz anlayıp kavrayamamış da olabiliriz... Günü geldiğinde tezahür edebilir, edecektir diye de inanabiliriz. O bakımdan bizim için aslolan;
Şâri‘ (Allah ve Rasûlü) böyle buyurup öyle emrettiğinden, emredileni emredildiği gibi yapmaktır. Gerisi lâf u güzâftır.
2. ‘İslam tarihi ile ilgili kitap tavsiye edebilir misiniz?’
İslâm tarihi ile ilgili, muhtasar ve mufassal olmak üzere hayli kalabalık bir liste vermek mümkün. Ancak ilmî usûl ve esaslar ve de müellifleri nazar-ı itibara alındığında iki temel eser aklımıza geliyor:
a) Ahmed Cevdet Paşa’nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası (Tarih-i Cevdet’ini de hatırlatmış olalım),
b) Mustafa Asım Köksal’ın İslam Tarihi.
Bu iki eseri satır-satır, dikkatle, taakkul, tezekkür ve tefekkürle anlamaya çalışarak okumanızı tavsiye ederim.
Bilginize, ilginize…
Esselamün aleyküm Halis hocam, Allah sağlık, sıhhat, afiyet, güzellikler ve hayırlı uzun ömürler versin. İstikametten ayırmasın. Mümkün ise size bir soru sormak istiyorum. Birkaç yıl önce bir kardeşimizden abdestten sonra okunması tavsiye edilen 9 ayrı sure-dua şeklinde not almıştım ve o kardeşimiz bu tavsiyenin Seyfettin Alkan abi tarafından yapıldığını söylemişti. Notu alırken hızlı yazdığımdan gerek sırası gerek sayıları hakkında emin olamadım ve o kardeşimiz defterini kaybettiğinden kontrol de edemedim. Bu tavsiye ile ilgili malumatınız var ise bizimle paylaşır mısınız? En başında malumat sahih midir? Hikmetleri nelerdir? Allah'a emanet olunuz. "Abdest aldıktan sonra dünya kelamı konuşmadan 1 terkip vardır ki bunları okuyan kişi mana alemine geçer. 1 defa kelime-i şehadet 1 defa kelime-i tevhid 1 kadir suresi 3 defa Yunus a.s duası 3 defa Fatiha-ı şerif 3 defa İhlas-ı şerif 3 defa Ayetül kürsi 2 defa Felak suresi 2 defa Nas suresi"
Soru: Mahfuz tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
*******
Ve aleyküm selam kardeşim; dualarınıza mukabil bizden de hayır-dualar…
Sözünü ettiğiniz tavsiyeye dair malumatım yok. Ancak Seyfi abi hayatta olduğuna göre kendisine sorabilirsiniz.
Bizim burada bu mevzuda paylaşabileceğimiz bilgiler; fıkıh, hadis ve âdaba dair eserlerde kaydedilen, ‘abdestin âdabı’ ile alakalı hususlar olacaktır. Şöyle ki:
Abdest esnasında bazı edebler olduğu gibi, sonrasında da vardır. Bunlar şunlardır:
a) Abdest tamamlanınca Kıble’ye karşı şehadet kelimelerini okumak. Bir hadis-i şerifin anlamı şöyle: "Sizden biriniz abdest alırda, abdestini noksansız tamamlar ve sonra, ‘Eşhedu Ellâ İlâhe İllallâh Ve Eşhedu Enne Muhammeden Abduhuu Ve Rasûluh (Şâhidlik ederim ki, Allahu Teâla'dan başka ibadet edilecek varlık yoktur. Hazret-i Muhammed de O'nun kulu ve Rasûlüdür)’ derse ona Cennet’in sekiz kapısı açılır. Artık dilediği kapıdan Cennet’e girer.” [Ebû Dâvûd, Sünen, Taharet, 65; Müslim, Sahih, Taharet, 17]
Bu hususta gelen bir başka rivayet de şöyledir:
“Biriniz abdest aldığında Besmeleyle başlasın... Abdesti bitirdiğinde ise ‘Eşhedu Ellâ İlâhe İllallâh Ve Eşhedu Enne Muhammeden Abduhuu Ve Rasûluh’ desin ve bana salavât getirsin. Kim bunu derse / yaparsa onun için rahmet kapıları açılır.” [Beyhakî, es-Sünenü'l-Kübrâ, 1, 44]
b) Artan abdest suyundan ayakta Kıble’ye karşı biraz içip, “Allâhümmec'alnî mine’t-tevvâbîne vec'alnî mine'l-mütetahhirîn (Allâh’ım! Beni, her günah işledikçe tevbe eden ve günahtan kaçınıp tertemiz bulunan iyi kullarından et)." diye dua etmek.
Şöyle de dua edilebilir.
“Allâhümme eşfinî bi şifâike ve devânî bi devâike va‘sıminî mine’l-vehli ve’l-emrâzı ve’l-evcâi (Allâh'ım! Senin şifanla beni şifalandır, senin ilacınla beni tedavi et. Beni korkudan, hastalıklardan ve ağrılardan koru).”
c) Abdestin sonunda bir veya birkaç defa “Kadr suresi”ni okumak. Enes b. Malik’in (r.a.) nakline göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Abdest aldıktan sonra Kadr suresini bir defa okuyan sıddîklar, iki defa okuyan şehitler, üç defa okuyan ise nebîlerle / peygamberlerle birlikte haşrolunur.” [Deylemî rivayet etmiştir. Bkz. Müttakī el-Hindî (ö. 975/1567), Kenzü'l-Ummâl, 5, 72]
d) Abdest aldıktan sonra, eğer kerahet vakti değilse, iki rek’at namaz kılmak.
Abdest aldıktan sonra kılınan bu iki rek’at namaza “sübha namazı” veya “salât-ı vuzû’” yani abdest namazı denir. Mekruh vakitler hariç, her zaman kılınır, kılınabilir.
Abdestten veya gusülden sonra vakit elverişli ise, yaşlık kuruyacak kadar bir süre geçmeden bu iki rek’at namazın kılınması menduptur. Hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur:
“Her kim abdest alır, abdesti güzel yapar, sonra kalkıp iki rek’at namaz kılarsa ve bu iki rek’ata (kalıbıyla Kıble’ye), kalbiyle (de tam olarak Allah’a) yönelirse, o kimseye Cennet vacip olur.” [Buhârî, Sahih, Vudû, 24; Müslim, Sahih, Tahâre, 5, 6,17; Ebû Dâvûd, Sünen, Tahare, 65]
Bu sayılanlar, anlatılanlar gerek dinî bakımdan gerekse sağlık açısından çok faydalı oldukları içindir ki abdestin âdabından olmuşlardır. Abdestin sünnet ve edeblerine aykırı olan şeyler ya tahrîmen, ya da tenzîhen mekruhtur, bunlardan da kaçınmak gerekir. [Bilmen, Ömer Nasuhi, B. İslam İlmihali, Bilmen Yayınevi, İstanbul, 1966, s. 79]
Dinî kaynaklarımızda daha başka ve daha farklı dualar da vardır. Ancak işin özü budur. Bunları yapabilene müjdeler olsun.
Son olarak Ahbab hocaefendi merhumun Üstazımız (k.s.) Hazretlerinden naklettiği gayr-i matbû Notları arasında geçen ve filasıl yukarda kaydettiğimiz bilgileri te’yid eden bir açıklamayı da burada -tebarrüken- zikretmeden geçmeyelim:
“Abdest aldıktan sonra Kelime-i Şehadetle abdest suyunun artığından Zemzem niyeti ile üç yudum içilir. ‘Allâhümmec'alnî mine’t-tevvâbîne vec'alnî mine'l-mütetahhirîn’ve üç ‘İnnâ enzelnâhu’ suresi okunur. Şifadır. Ayakta içilmesine ruhsat-ı şer’iyye vardır.” [A.g. Notlar, s. 26]
Selamün aleyküm hocam. Umrede ihramlıyken ihramlı olduğumu unutarak bir arkadaşımı traş ettim. Karşılığında fıtır sadakası vermek gerekiyormuş galiba. Acaba bu fıtır sadakasını memleketimde versem de olur mu yoksa Mekke-i Mükerreme'de mi vermem gerekiyor? Teşekkür ederim, Allah razı olsun. Hayırlı geceler.
Soru: Abdullah Fakir tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Evet, sorunuzu cevaplamaya çalışalım. Lakin, öncelikle tekrar hatırlatmış olalım; Hac ve Umre ile alakalı sorularınızı, Hisar Turizmimiz’in rehberlerine-hocalarına sormanız, hatta bunları oralarda sıcağı sıcağına sorup icabını yapmanız daha uygun, daha isabetli olur. Ayrıca şu linke de bakabilirsiniz: http://hisarturizm.com.tr/umre-sikca-sorulan-sorular/
***
Sualinizin izahına gelince…
Görüldüğü üzere sorunuz, hac ve umre ile ilgili yasaklar mevzuuyla alakalı…
Hac veya Umre için ihrama girmiş olanların dinî / şer’î bakımdan yapmaları yasak olan şeylere fıkıh lisanında “Cinayetü'l-Hacc” yani Hac Yasakları deniyor. Hanefî mezhebine göre bu hususta kasıd (bilerek-isteyerek yapma), yanılma, hataya düşme ve unutma birdir, hüküm değişmez. (Şâfiîlere göre ise hata ve unutma cezası bağışlanmıştır.)
Hac ve Umre'ye ait yasaklar (cinayetler) beş kısma ayrılır. Bu kısımlardan biri de, ‘Her birinin yapılmasından dolayı yarım sa' yani bir fidye / fitre mikdarı sadaka verilmesi gereken cinayetlerdir.’
Bunlar, İhramda bulunan bir kimsenin;
- Uzuvlarından (organlarından) birinin az bir kısmına hoş kokulu bir şey sürmesi, (Tedavi için hoş kokulu şey kullanılması, cezayı mucip ise de, zeytinyağı gibi bir yağ kullanılması ceza gerektirmez.)
- Bir günden az dikişli elbise giymesi veya başını örtmesi,
- Başının dörtte birinden azını traş etmesi,
- Yalnız bir tırnağını kesmesi,
- Başkasını traş etmesi, başkasının tırnağını kesmesi, (Yani ihramlı bir kimsenin, ihramsız bir kimseyi tıraş etmesi de sadaka-i fıtır gerektirir. Şâfiî ve Hanbelî mezheplerine göre ihramlı kimsenin ihramsız bir kimseyi tıraş etmesinden dolayı ceza gerekmez. Maliki mezhebine göre ihramlının ihramsız kimseyi tıraş etmesi dem gerektirir.)
- Abdestsiz olarak Kudûm tavafı veya Veda tavafı yapması gibi şeylerdir.
Velhâsıl, bu fiilleri işleyen kişinin bir fidye (bir fitre miktarı sadaka) vermesi, ayrıca tevbe ve istiğfar etmesi icap eder. [Bkz. İmam Mergınânî, el-Hidaye Şerhu Bidâyetü'l-Mübtedî, Kahire, 19651, 160; Ayrıca bkz. Şeyh Abdülganî, el-Meydanî el-Lübâb fî Şerhi'l-Kitab, Beyrut, 1400, 1, 203; Molla Husrev, Dürerû'l-Hükkam fî Şerhi Gureri'l-Ahkâm, Fazilet Neşriyat, İstanbul, tab’a esas olan nüsha: 1307, 1, 239]
Cezaların ödenme zamanı ve yeri
Hac ve umrede ihlâl edilen bir fiilin cezasını ödemek için belirli bir zaman yoktur. Bu cezalar, ihlâlin yapılışından sonra ömrün sonuna kadar her zaman ödenebilir. Ancak efdâl olan, cezaların bir an önce yerine getirilmesidir. Cezayı ölümüne kadar yerine getirmeyen veya bunu vasiyet etmeyen kimse günahkâr olur. Ölen kimse vasiyette bulunmamış olsa bile vârislerin bu cezayı ödemeleri geçerli olur, kişi borçtan kurtulmuş olur.
Oruç, sadaka ve bedel ödeme cezalarının belirli bir yeri yoktur, istenilen her yerde eda edilebilirler.
Ceza kurbanları ise (hac ile ilgili diğer kurbanlar gibi) ancak Harem bölgesinde kesilir, kestirebilir.
Sadakaların ve kurban etlerinin, sadece Harem bölgesindeki yoksullara verilmesi şart değildir. Başka yerlerdeki yoksullara da verilebilir.