Peki hocam yazdıklarınıza kimse yanlış diyemez âmenna. Lakin bizim televizyonlarda izlediğimiz Profesör ilahiyatçılar müslüman değil midir ki bize yalan yanlış söylesinler. Onların da dediği şu günümüzde teknoloji yeterince gelişti ve temkin vaktine gerek kalmadan tam anlamıyla ölçebiliyoruz diyorlar. Böyle bir durumda yüzyıllar boyu kullandığımız şekliyle bugünü kıyaslamak sizce ne kadar mantıklı? Sonuçta imkanlar aynı değil. Belki bu durum hakkında eksik düşünüyor olabilir misiniz? 

Soru: Ceyhun tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap

*******

Selamün aleyküm.

Değerli kardeşim;

Biz kimseyi İslâm’ın dışında olmakla filan itham ettiğimiz yok. Söylediklerimiz hemen her platformda dile getirmeye çalıştığımız yanlışlardır. Bir insanın adının önünde prof. titrinin olması onu ilimde-bilimde zirveye oturtmuyor, konuşmalarında ve yaptıklarında da temize çıkartmıyor ki! Yapılan hata ortada. Mızrak çuvala sığmıyor. Geçenki cevabımızda verdiğimiz linkleri http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/3967-imsak-vaktinden-sonra-yeyip-icmek-ve-sabah-namazinin-vakti.html dikkatlice okuduysanız eğer, meseleyi tekrar yazmaya bile gerek kalmazdı, çünkü oralarda neyin ne olduğu ya da nasıl olması gerektiği gayet açıkça anlatılmıştır. Söz konusu takvimin 1992-2002 yılları arası bendenize aittir, tarafımızdan hazırlanmıştır. Kısacası eski bir takvimciyiz. Konuştuklarımız-yazdıklarımız işkembe-i kübradan değil, tamamen ilmî ve teknik esaslara dayanmaktadır.

Dilerseniz onların, günümüzde teknoloji yeterince gelişti ve temkin vaktine gerek kalmadan tam anlamıyla ölçebiliyoruz iddialarını kısaca bir tahlil edelim.

…Ve hemen belirtelim ki, önceki yapılan hesaplamalarla günümüzde yapılanlar (doğrusuyla-eğrisiyle) formül olarak aynıdır. Aradaki fark, sadece birisinin elle, öbürünün makineyle-bilgisayarla yapılmasından ibarettir. Ölçüm o gün ne idiyse bugün de aynıdır. Bu noktada teknolojinin herhangi bir katkısı söz konusu değildir, var diyene de gülerler.

O halde problem nedir, nereden kaynaklanmaktadır?

İsterseniz onu görelim. Zaten meselenin bam teli de burasıdır. Yani “TEMKİN” ve tabii bir de “DERECE”…

Linkini verdiğimiz yazılarda da belirttiğimiz gibi Diyanet, vakitlerden hem TEMKİN’i kaldırdı, hem de DERECEyle oynadı. Evvela DERECE’yi ele alalım.

Ehl-i Sünnet âlim ve astronomlarının kahir ekseriyetine (büyük çoğunluğuna) göre mesela, dünkü cevabımızda da işaret ettiğimiz üzere, imsak için 19 derece esastır. Yani güneş 19 derece ufka yaklaştığı an imsak vakti taayyün eder. Mevcut veriler (koordinatlar) dâhilinde yapılan hesaplamalarla ortaya çıkan vakitten / saatten 10 dk.lık TEMKİN süresi düşülerek imsak vakti tesbit edilir. Peki, ulemanın çoğunluğunun kabul ettiği 19 dereceyi tutup 18’e düşürürsen ne olur, 4 dakika fark eder; 10 dk.lık temkinin de ilavesiyle, toplamda eder 14 dk.

Demek ki fark, teknolojik gelişmeler ve ölçümlerle değil, hesap üzerinde böylesine yapılan oyun ve oynamalarla meydana gelmiş oluyor.

Şimdi de TEMKİN’i görelim.

Bir yerin namaz ve imsak vakitlerinin doğru olarak hesaplanabilmesi için, sadece ‘geometrik değerler’ kâfi değildir. O bakımdan filasıl fıkhî ölçülere uygun olan, ‘görülen değer’ neticelerinin de esas alınması gerekir. Mesela güneşin doğuş-batışı için de‘geometrik doğuş-batış’ da kriter olmakla birlikte, çıplak gözle gözlelenebilen ‘görülen doğuş-batış’ ölçüsü asıldır. Zira sadece geometrik değerlerin hesaplanması ile elde edilen sonuçlar, bunların sapmasına sebep olan pek çok unsurdan dolayı kimi zaman gerçek değerleri karşılayamamaktadır.

Bu sebeple İslâm âlimleri, şer’i delillere istinaden bazı zaruri tedbirler almışlardır. Bu tedbirlere ‘TEMKİN’ adı verilmektedir. Vakitlerde temkin, öyle ulu-orta söylendiği gibi güya değerlerin tam olarak ölçülemediğinden dolayı daha ihtiyatlı olmak için filan yapılmış ilave değil, fıkhî olarak uygulanması zaruri bir işlemdir. İşte bu – ve + (artı ve eksi) temkinler neticesinde ortaya çıkan değerlerle vakitler, fıkhî ölçülere uygun hale gelmiş oluyor.

Kısacası fıkhî esaslara göre vakit hesaplamaları yapılırken enlem derecesi, boylam, saat dilimi, yükseklik, arazi-alan genişliği gibi bir çok astronomik, klimatolojik ve jeolojik unsurlar göz önünde bulundurulmaktadır. Çünkü bunların her biri vakte tesir eden faktörlerdir. Mesela dünyanın önemli şehirlerinden New York’ta 114 katlı bir binanın giriş katıyla son katı arasındaki iftar-imsak farkı, irtifadan (yükseklikten) dolayı  7 dk.yı bulmaktadır. Temkini kullanmadığınız zaman bu farkı nasıl kapatıp çıkan vakti o şehrin tamamına, hatta o binada oturanların hepsine teşmil edebilirsiniz? Bu mümkün mü? Değil.

Gelelim ülkemize…

İstanbul için de diğer şehirlerimiz için de aynı problem söz konusudur. Tabiri caizse yapılan hesap nokta hesabıdır, orada belli bir alanı içine alır. Peki en basitinden yüksekliklerden ve alan genişliğinden dolayı ortaya çıkacak olan farklılıkları vs.yi neyle gidereceksiniz? Tabii bir şehrin her mahalline, her farklılık olan yerine ayrı-ayrı takvimler yapamayacağınıza göre… Gerçi hesaplamak kolay, yani yapmasına yaparsınız da, bunun paritikte bir değeri olmaz, çünkü uygulaması imkânsız denecek kadar zordur.

Ayrıca TEMKİN olarak adlandırdığımız bu değer, şer’î deillerden Kitab’a yani Kur’an-ı Kerim’e dayanmaktadır. Onun bunun uydurması da değildir. Bakara suresi 187. ayette Mevlâmız, oruç ve onunla ilgili hükümleri ve özellikle imsak’ı bildirdikten sonra, “…Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır, sakın onlara yaklaşmayın…” buyuruyor. Yani sınıra gelip dayanın değil, bilakis ‘yaklaşmayın’ diye emrediyor. İşte, TEMKİN’i basit ve lüzumsuz görenlerin düştükleri onulmaz hataların en başta gelenlerinden biri de budur.

Demek ki Ceyhun bey mesele, sizin Böyle bir durumda yüzyıllar boyu kullandığımız şekliyle bugünü kıyaslamak sizce ne kadar mantıklı? Sonuçta imkanlar aynı değil. Belki bu durum hakkında eksik düşünüyor olabilir misiniz?’ dediğiniz kadar basit değil. Keşke öyle olsa / olabilseydi!

Şunu hiçbir zaman hatırdan çıkartmamak gerek; yüzyıllar da geçse, hatta yüz milyarlaca sene dahi geçse, hakikatler değişmez. Hele ki bu hakikatler Edille-i Şer’iyye-i Erbaa’nın üssü’l-esası olan Kur’an-ı Kerim’e istinad ediyorsa, asla değişmekten söz edilemez! İmkânlar ne olursa olsun, kullanılan metod nasıl olursa olsun değişmez. Doğru ile eğriyi kıyaslamaya kalkışmak da ilimle-mantıkla bağdaşmaz. Keşke dediğiniz gibi ‘eksik düşünüyor’ olabilseydik…

Emin olun, bu meselenin düzeltilmesi için verdiğimiz mücadelede yaşadıklarımızı, bahusus Diyanet’le olanları, dinleyip şahit olduklarımızı kaleme alsak, ciltlerle kitap olur. Ama neye yarar? Bizim bekçiyle işimiz olmaz, meselemiz üzüm yemek… Yeter ki düzeltsinler ve hem kendilerini hem diğer Müslümanları bu vebâlden kurtarsınlar…

Son olarak hatırlatmakta yarar görüyorum: Yurt dışı ile ilgili takvimleri de apayrı bir fecaat! Bkz. http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/3898-almanya-da-imsak-vakti.html

Bunca zaman hemen-hemen bütün zeminlerde, tüm mehafil ve platformlarda her vesile ve vasıtayla anlatmaya çalıştık. Görüldüğü üzere halen de mücadelesini vermeye gayret ediyoruz. Daha ne diyelim;

Rabbimiz (c.c.), şayet kabiliyetleri varsa iz’an-idrak-insaf ve şuur ihsan eylesin. Amin…

Go to top