Selamün aleyküm hocam. Benim babam Epilepsi hastası. Ayat-ı Hırz diye ayetler var bu ayetler belli bir usule göre okununca epilepsi hastalığına şifa olur diyorlar. Siz yolumuzun büyük ilim deryalarından olduğunuz için size sormak istedim. Bu ayetleri okuyabilir miyim? Karabük'te ki yurdumuzda bir hocamıza sormuştum kesin bir şey söylemedi. Size zahmet olmazsa sorumu cevaplarsanız çok memnun olurum. Allah'a emanet olun hocam. Aliveli Kırkdokuzelli - Facebook
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Öncelikle geçmiş olsun, Rabbim (c.c.) âcil, hasarsız ve kalıcı şifalar ihsan eylesin.
Hastanız için, Üstâzımız (k.s.) hazretlerinin tarif buyurdukları usûlü tatbik edebilirsiniz. Şöyle ki:
“123 Yâsîn-i şerifokuyup her ‘Mübîn’de su içerisineHz. Mevlâ’nın 'Huu' ism-i şerifi ile üflenir ve o su içilirse, hasta olan kişi ne kadar fena olsa, muhakkak müstefid olur (fayda görür).”
Bu usûlü uygulayıp, şifasını da Mevlâ-yi zû’l-Celâl’den beklersiniz. Bi-iznillah şifasını da görürsünüz.
Yâsîn-i şerifin farklı okuma ufsûlleri hakkında geniş bilgi için ayrıca bkz. http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1358-500-yasin-i-serif.html
***
Âyât-ı Hırz (korunma / sığınma ayetleri) ve faydalarına gelince…
Dinî kaynaklarımızda ve bahusus havâssa dair eserlerde belirtildiğine göre, bu ayetler cin ve şeytan şerrinden kurtulmak için, sara hastalığına ve sihre-büyüye karşı korunmak için yedi gün okunur. Bu ayetleri kişi, belli usûl çerçevesinde olmak kaydıyla (su geçirmedik yedi katlı bir şeye mesela muşabba ya da naylona sarılmak kaydıyla) aynı zamanda üzerinde de taşıyabilir.
Bu ve benzeri duaların okunma usûlleri ile faydalarına dair bilgiler, ekseriyetle âlim ve âriflerin, sâlih zâtların ilim ve tecrübelerine istinad eder. Nitekim İmam Süyûtî (rh.) bu mevzuda şunları söylemiştir:
“Müelliflerin ‘Kur’an-ı Kerim’in havâssı’ olarak zikrettikleri hususların büyük bir kısmı sâlih zâtların tecrübelerine dayanır.” [Bkz. el-İtkaan fî Ulûmi’l-Kur’an, 2, 434]
Bununla beraber, söz konusu ayetlerin koruyucu olduğuna dair Abdullah İbn Ömer’den (r.anhuma) rivayet edilen bir hadis-i şerifte mevzu, Rasûlullah Efendimize (s.a.v.) dayandırılmıştır.
(1) Bu rivayette geçen bahis mevzuu ayetler şunlardır:
- Bakara suresi: 1-5 (Mukattaa harfleri sayılmadığı için dört ayet denilmiş), 255-257;
- Bakara suresi: 284-286.
- A’râf suresi: 54-56.
- İsra suresi: 110.
- Saffât suresi: 1-11,
- Rahmân suresi: 33-34.
- Haşr suresi: 21-24.
- Cin suresi: 1-4 (Eli-Lâm-Mîm hariç ayetlerin adedi 33’tür).
İbn Neccar’ın (rh.) rivayet ettiği bu hadis-i şerif için bkz. Süyûtî, ed-Dürru’l-Mensûr, 1, 70-71.
***
(2) Bu mesele hakkında havâsla ilgili kitaplarda verilen geniş bilgilere göre ise, ‘Hırz ayetleri’ Kur'an-ı Kerim'deki sırasıyla şunlardır:
- Fâtiha suresi,
- Bakara suresi: 1-5; 163,164; 255-257 ve 285, 286. ayetler,
- Âl-i İmrân suresi: 18,19. Âyetten de sadece: "İnne’d-dîne indellâhi’l-islâm" kısmı, 26, 27, 154. ayetler,
- En'âm suresi: 17. ayet,
- A'râf suresi: 54-56. ayetler,
- Tevbe suresi: 51,128 ve 129. ayetler,
- Yunûs suresi: 107. ayet,
- Hûd suresi: 56. ayet,
- İbrâhim suresi: 12. ayet,
- İsrâ suresi: 43, 110 ve 111. ayetler,
- Mü'minûn suresi: 116-117-118. ayetler,
- Ankebût suresi: 60. ayet,
- Rûm suresi: 17 ve 18. ayetler,
- Fâtır suresi: 2. ayet,
- Yâsîn suresi: 83. ayet,
- Saffât suresi: 1-11 (ilk on bir ayet), 180-182. ayetler,
- Feth suresi: 27-29. ayetler,
- Rahmân suresi: 33-36. ayetler,
- Hadîd suresi: 1-5 (ilk beş) ayetler,
- Haşr suresi: 21-24. ayetler,
- Cin suresi: 1-6 (ilk altı) ayetler,
- Burûc suresi: 20-22. ayetler,
- İhlâs suresi,
- Felak ve Nâs sûreleri.
Bu iki tertipten kolayınıza geleni uygulayabilirsiniz.
Yukarıda da belirtildiği üzere bu ayetler, cin ve şeytan şerrinden kurtulmak için ve sara hastalığına ve sihre, büyüye karşı korunmak için yedi (7) gün okunur ve bu ayetleri kişi üzerinde de taşıyabilir.
***
Okumakta kolaylık için Âyât-ı Hırz’ın topluca geçtiği bir sitenin linki: http://www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=2003
Ayrıca Âyât-ı Hırz’ın arkasından, Muhammed Ma’sûm (k.s.) hazretlerinin üçüncü oğlu Muhammed Ubeydullah'ın (k.s.) Hazînetü’l-Maârif kitabının 148. mektubunda yazılı olan dua da var. Bu dua da okunmalıdır.
Hocam Es-Selamu aleykum..yapmış olduğumuz kısaltmalarla alakalı tarafıma uyarı babında bir yazı geldi..size sormak istedim..müsait olduğunuzda bakabilirseniz sevinirim..
PAYLAŞIM YAPAN KIYMETLİ ARKADAŞLARIMIZA KIYMETLİ BİR BİLGİ! İslâmiyet ile ilgili bilgiler internet de ve çeşitli kitablarda edebe uygun yazılmıyor! Bu ise okuyanların istifade etmesini engelliyor! Bu edebleri öğrenip Paylaşım yaparken bunları düzelterek paylaşmak güzel olur! Yanlışı: Allahû Teâlâ, Allah Teâlâ doğrusu: Allahü teâlâ. Olacak [teâlâ, tâzim sıfatıdır. Haşa Allahü teâlânın soy adı değildir!] Yanlış olanlar c.c S.a.v R.a Slm A.s Hz Gibi tüm kısaltmalar. Uygun değildir! Okuyanların bilmeden bilerek kısa okumasına SEBEB olunur! Çok çirkin bir durum ortaya çıkar! Doğrusu: Celle celalüh "Sallallahü aleyhi ve sellem" "Radıyallahü teâlâ anh" Selamünaleyküm Aleyhisselâm Hazreti Gibi UZUN ve doğrusunu yazmamız lazımdır! Buna dikkat etmek (Ehl-i sünnet) yolunun şiarıdır! ÖNEMLİDİR! Fazıl Karataş - Facebook
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Türkçe terkiple “Allah Teâla” demenin de, Arapça üslûpla harekeli olarak “Allahu Teâla” demenin de herhangi bir mahzuru olmaz. “Allah” lafzı malum, ism-i zâttır; “Teâla” da O’nun sıfatıdır; tâzıym (büyük görme, saygılı davranma) ve tebcîl (yüceltme) içindir. Hâşâ, sümme kellâ ve hâşâ, “soyadı” falan gibi abes şeyler mülahaza etmenin hiç mi hiç yeri ve anlamı yoktur, olamaz da… Bunu düşünebilecek bir ahmağın da olabileceğini zannetmiyorum, olsa da ender-i nevâdirdendir (azın azıdır). Daha doğrusu bunun ne olduğunu, hangi maksatla ve hangi manada kullanıldığını bilmeyen Müslüman neredeyse yok gibidir.
Zikri geçen kısaltmalara gelince…
Yazıda bu kısaltmaları yapmanın-kullanmanın herhangi bir sakıncası yoktur. Malum olduğu üzere söz konusu kısaltmalar, konuşmada değil, adı üstünde yazıda-yazışmalarda gerçekleşmektedir. Zaten konuşurken bu şekilde kısaltma yapılmaz, abes olur, yapılmasına gerek de olmaz.
Yazıda [celle celâluhu (c.c.): Azameti, büyüklüğü yüce ve aziz olsun] gibi kısaltmalar;
- Mevlâmızın Allah, Cenab-ı Hak ve sair isimleri geçtiğinde…
- (S.a.v.) ve benzeri kısaltmalar da Rasûlullah, Nebî, Hz. Muhammed, Peygamberimiz, Efendimiz tabirlerinin peşinde, okuyana, O’nun zât-ı âlilerine salavat-ı şerifeyi hatırlatmak...
- (A.s.) rumuzu, Peygamber Efendimiz dışındaki diğer peygamberlere dua ve saygı ifadesi olan aleyhisselâm’ı söylemelerini ihtar...
- Ashab-ı kiramın isimleri geçtiğinde ise, (r.a.) radıyallahu anh dua ve hürmet ifadesinin kullanılmasını hatırlatmak içindir.
- Selamün aleyküm terkibinin yazılmasında da, aynen Besmele’de olduğu gibi tabii ki anlaşılır belli bir rumuz kullanılabilir, bunun da bir mahzuru söz konusu olmaz.
- Hz. kısaltması da, saygı duymak / saymak manasındaki “Hazret” kelimesinin sembolüdür.
Hâsılı, yazılarda bu ve benzeri (anlaşılabilir) kısaltmaların kullanılmasına dinî bakımdan herhangi bir mâni yoktur. Zira bu kısaltmalarla, yukarıda da izah etmeye çalıştığımız gibi, anlatılmak istenen şudur:
Bu ismin akabinde Cenab-ı Hakk’ı tebcil eyle, şurada Rasûlullah’a salâvat getir, peygambere selâm et, sahabeye hürmetle duada bulun…
Hazret kelimesini de devamlı yazmak yerine, onun rumuzu olan Hz.’yi kullanmış oluyor.
Ayrıca şunları da hatırlatmakta fayda görüyorum:
Nice hadis-i şerif metinlerinde de sallallâhu aleyhi vesellem’in kısaltılmış şekli de mesturdur, vardır. Ve yine yakın zamanda yaşamış âlim-ârif ve fâzıllarımızdan da bu uygulamalar aynen sâdır olmuş, hatta ‘uzun uzadıya yazmak yerine kısaltılabilir, ben öyle yapıyorum’, ifadeleri de hafızamızdadır.
selamun aleykum hocam; bir esnaf vatandasın tarikat ehli tanıdığı biri varmış, bu kişi hatimlere katılıyormuş, lakin sigara içiyormuş, bunu hocalar bilimiyormuş, bi hoca arkadaşa söyledi, o hoca arkadasımız böyle kişilere munafik derim dedi, bende o sözüne karşılık, hocam yani disizlik diyebilrmiyiz dedim, evet dedi, eger bi yanlış anlama olmadı ise bu cemaatte munafiklık mümkün mu olabilir mi, ben munafiklıgı sadece peygamber zamnında biliyordum. Yaşar Erdoğan – Facebook
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Öncelikle dua edelim, Cenab-ı Hak o kardeşimizin İslâmî şuur ve imanî idrâkini arttırsın. Söz konusu belâdan bir an evvel kurtulmayı nasip etsin. Tabii bu arada siz de, o illetten vaz geçmesi için kendisine yardımcı olmaya gayret ediniz.
Mürşidân-ı kirâm (k.esrarahum) hazerâtı, râbıta esnasında sigaranın o pis kokusundan fevkalâde rahatsız olduklarını ifade buyurmuşlardır. Bilindiği gibi ruhunaniyet ve melekler de bundan muztar olurlar. Hâl böyle olunca, bütün bunları bilen ve düşünen şuurlu bir mü’min kardeşimiz de, öyle inanıyorum ki, bu çirkin ve haram fiile devam etmeyecektir. Bırakıncaya kadar, onu çember dışında tutmanın da bir faydası olmayacağına göre, sür’atle bunu terk etmesi yönünde çaba göstermek icap ettiği açıktır. Binaenaleyh gayretiniz bu yönde olmalıdır, diye âcizane mülahaza ediyorum.
Münafıkların ne zaman, nerede bulunup bulumayacağı ise bizim tayin ve tesbitimizde olan bir mesele değildir. Haliyle her zaman her yerde bulunabilir. Önemli olan, bizim dikkatli ve uyanık davranıp onların hile ve entrikalarından emin olmaya çalışmamızdır.
Rabbim (c.c.) cümlemizi, başta münafıklar olmak üzere her türlü eşrarın şerrinden hıfz u himaye ve vikaye buyursun.
Sorunuzun diğer yönüne gelince…
Kanaatimce hoca arkadaşımız o sözleriyle aslında imanî-itikadî nifakı değil, amelî nifakı kastetmiş olmalıdır. Ama cevap maksadı aşmıştır. Kendisine anlatıldığı zaman, o da bunu tasrih ve tashih edecek, açıklamada bulunacaktır mutlaka. En azından ben böyle düşünüyor ve inanıyorum. Ayak üzeri verilen cevaplarda -maalesef- genelde bu nevi sürçmeler olur, olabilir. Onun için daha bir dikkatli olmak gerekiyor haliyle.
Malum olduğu üzere münafığın alameti üçtür (başka bir rivayete göre de dörttür): Ebû Hüreyre’den (r.a.) anlatıyor: Rasûlullah (s.a.v.), “Münafığın alâmeti üçtür; konuştuğu zaman yalan söyler, söz verdiğinde sözünde durmaz, kendisine bir şey emânet edildiğinde hâinlik eder.” [Buhârî, Sahih, İman, 25; Müslim, Sahih, İman, 25] buyurmuşlardır.
Abdullah b. Amr (r.a.)’den gelen rivâyete göre benzer bir hadis de şöyledir:
“Kendisinde dört haslet (özellik) bulunan kişi mutlaka münafık olmuştur. Bu dört hasletten biri bulunursa o hasleti (huyu) terk edinceye kadar o kimsede münafıklık özelliği bulunmuş olacaktır. Konuştuğu zaman yalan söyleyen, söz verdiği zaman sözünde durmayan, davalaştığında aşırı giden, anlaştığı zaman anlaşmasını bozan.” [Buhârî, Sahih, İman, 25; Müslim, Sahih, İman, 25]
Bu hadisin mânâsı âlimlerce, “amelde olan nifak”tır. İnançla alakalı nifak, Rasûlullah (s.a.v.) zamanında yapılmış olan nifaktır. Sonraki devirlerde meydana gelen inançla alakalı nifakları ise bilmemize, sayılarını tesbit etmemize imkân yoktur. İşin aslı, muhakkak ki herkes kendi halinden korkmakta ve Rabbimizin engin rahmetine sığınmaktadır. Asr-ı Saadet’tekilerin sayıları hakkında da elbette ki kesin bir rakam söylemek mümkün değildir. Ancak Uhud Harbi sırasında, Abdullah bin Übey'e uyarak ayrılanların sayısı,üç yüz kadardı. Yâni bin kişilik İslâm ordusunun üçte biri kadar... Bu da, elbette küçümsenecek bir rakam değildi ve Medine siyasî hayatında ağırlıkları bulunduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.), bunların isimlerini, bu uhusustaki sırları Hz. Huzeyfe’ye (r.a.) bildirmekteydi. Nitekim Zeyd b. Vehb el-Cühenî (r.a.) şöyle anlatıyor: “Münafıklardan biri öldü, Huzeyfe bin Yeman cenaze namazına katılmadı. Bunun üzerine Hz. Ömer, ‘Bu da onlardan mıdır?’ diye sorunca Hz. Huzayfe, “Evet” diye cevap verdi. Bu defa Hz. Ömer:‘Allah aşkına ben de onlardan mıyım?’ diye sormaya başladı. O ‘Hayır!’ dedi ve ekledi, ‘Yemin olsun, senden sonra artık bunları hiç kimseye anlatmam.’” [Bkz. İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, 8, 637; Ebu Bekir el-Hallal, es-Sünne, Bâbu Münâkehâti’l-Murhile; İbn Hacer, Mukaddime, s. 404; Ali el-Muttakî, Kenzü’l-Ummâl, 13, 344]
S o n u ç
Tâbiîn’in büyüklerinden Hasan-ı Basrî (rh.) hazretleri şöyle der:
“Nifak iki türlüdür. Biri amelde olan nifak, diğeri de yalanlama (itikatta tekzip-inkâr) nifakı.”
Bize düşense; evleviyetle nifakın her nev’inden kaçınmak, sakınmak ve dikkat edip, amelî nifakla itikadî nifakı birbirine karıştırmamaya gayret etmek olmalıdır.
Hocam sa
Belediyeler tarafından sağlanan ücretsiz ulaşım imkanı sağlayan 65 yas ustu kart ve diğer hizmetler helal veya haram açısından bir değerlendirmeye tabimidir? Abdullah Gündoğmuş - Facebook
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Bunların nesini değerlendirmeye tâbi tutacaksınız ki? Hırsızlık değil, gasp değil, dolandırıcılık değil… Mevcut kanunlar çerçevesinde devletin ya da adı geçen müesseselerin belli kategorilere giren vatandaş gruplarına tanıdığı bir hak, sağlıdığı bir imkân ve kolaylık. Öyle değil mi? Vatandaş bunu zorla almıyor. Kaldı ki zorlasa da alamaz ya zaten…
Ayrıca maddi durumu iyi olup bundan rahatsız olan kişiye de bu zorla verilmiyor. Gönlü razı değil, içi rahat etmiyorsa bu ve benzeri yardımlardan elbette ki yararlanmayabilir. Bu da gayet güzel ve örnek bir davranış da olur. Ve yine kişi, dinde takvâ-azimet ve ihtiyat yolunu tercih edip, ihtiyacı olduğu halde, ‘kıt kanaat da olsa geçiniyorum, bu tip yardımlardan daha ziyada ihtiyacı olanlar faydalansın’ da diyebilir. Bu tutum ve davranış da tabii ki toplum nazarında takdire şâyan bir hareket, Cenab-ı Hak nezdinde de makbul bir amel olur. Hiç şüphesiz sevabı da defterine yazılır, ahirette mutlaka karşılığını görür.
Ancak, madem devlet veya belediyeler söz konusu vatandaşlarımıza bu imkânı tanıyorsa, elbette ki bundan faydalanabilirler… Şer’î bir mahzur söz konusu olmaz.
abi selamün aleyküm. inşallah afiyettesiniz. sayfanızda acele ile göremedim. bir kardeşimiz diyorki : Sohbette hatimde rabıtada elde edilen sevabın zahiri ibadetlere üstünlüğü ... hakkında ayet, hadis varmı diyor.selamlar. Hasan Bozkurt - Facebook
*******
Ve aleyküm selam, teşekkür ederim, sağlığınıza duacıyım.
Hasan kardeşim;
Hemen belirtelim ki; sorudaki ifade şekli, sualin sorulma kalıbı yanlış. Kalıp yanlış olunca, kalbin de doğruluğu düşünülemeyeceğine göre, öncelikle bunu tasrih ve tashih etmemiz gerekir.
Neden?
Çünkü bu üslûp, bu düşünce ve ifadeler, günümüzdeki nevzuhur “müçtehit olaçıkagelmişler”in “müçtehit taslakları”nın tarzıdır. Onun için sürekli hatırlatmaya çalışıyoruz; edille-i şer’iyye yalnızca Kitap ve Sünnet’ten ibaret değildir. Ahkâm-ı şer’iyye sadece bunlara istinat etmez ki, hemen ayet ve hadislerden delil arayalım. Kaldı ki filasıl bu iş, bizim işimiz değil, müçtehitlerin işidir ve bu hususları ifade ile işaret ve delalet eden nasslar da mevcuttur. Sitedeki mevzu ile ilgili risale ve makalelere bakılabilir.
Evet, ahkâm-ı şer’iyyenin aslî delilleri olan Kitap ve Sünnet’ten başka yine onlara istinad eden İcma’ ve Kıyas da var. Bunlara ilaveten edille-i şer’iyye-i feriyyeler var. Burada uzun uzadıya anlatacak değiliz. Daha önce çeşitli vesilelerle ele aldık. Bunlar hakkında teferruatlı bilgi için lütfen aşağıdaki linklere bkz. Fakat sadece bakmakla yetinmeyiniz, hazmederek okumaya ve mevzuyu öğrenmeye çalışınız.
http://www.halisece.com/islami-makaleler/312-islam-hukukunun-asli-ve-feri-kaynaklari.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/712-usul-i-fikih-fer-i-deliller.html
Ayrıca meselenin, sizin bu sorunuzu alâkadar eden bâtınî yönü var. Yani şeriatın zâhirî delillerinde nasıl zâhir ulemânın sözleri / içtihatları geçerli ise, bâtınî cihetinde de bâtın âlim ve âriflerin kavil ve fiilleri, keşif ve ilhamları câridir. Ve bu esas kıyamete kadar da bâkidir. Bu hususta bilgi için lütfen şu linklere bkz. ve dikkatle okuyunuz.
http://www.halisece.com/tasavvuf/21-rabita1/123-zahiri-ve-batini-ilimler.html
http://www.halisece.com/akaid/421-seri-hukumlerin-isbati-ve-ilhamin-dindeki-yeri.html
Bu makaleleri okuduğunuzda -biiznillâh- sorunuzun cevabının kendiliğinden tebellür ettiğine vâkıf olacağınıza inanıyorum. Maamafih özetle şu kadarını ifade etmeye çalışalım:
Ashab-ı kiram, ümmetin diğer fertlerinden niçin üstün?
Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) sohbetlerine nail oldukları için değil mi? Zira diğer amel ve ibadetlerde sair efrâd-ı ümmetle aynı cevelengâhtalar… Farklılık ve fazilet sohbetle tekevvün etmiyor mu?
Hatimler nedir? Zikir halkaları değil mi? Peki zikirleri, bahusus râbıtyla yapılan ve hafî olanları melekler yazabiliyor mu?
Hayır!
Neden?
Çünkü bunlardan haberdâr olamıyorlar da ondan... Öyle değil mi? Peki, onların mükâfatını tayin kime kalıyor? Mevlâ-yi zû’l-Celâl’e… O’nun keremine-cömertliğine had ve hudut var mıdır, yoktur. Zira O’nun hazinesi sonsuzdur, dilediğine dilediği kadar verir. Öyle zâhirî ibadetlerde tayin olunduğu gibi bire bilmem kaç değildir ecir. Tabii bu arada bazı müstesnalar da var elbette. Onlar da O’nun lutf u keremidir şüphesiz!
Bütün bunlar, bâtının zâhire olan üstünlüğünü göstermiyor mu?
Evet, gösteriyor, öyle değil mi? Yani ruh ve ceset gibi…
Hatta en basitinden tarihî bir misâli hatırlayalım:
Timurlenk rahmetullahi aleyh Yıldırım Bayezit rahmetullahi aleyh’e hangi sebeple galip geldiğini hatırlıyorsunuz değil mi? Nakşibendî dergâhı halılarının tozlarını yüzüne sürüp, onunla teberrük etmesi, o dergâha ve ehline olan saygısı-hürmeti bunda müessir değil mi? Oysa Yıldırım da Müslüman ve onun da bağlı bulunduğu manevi-bâtınî bir yolu ve şeyhi var. Fakat zikr-i hafî değil, zikr-i cehrî yolu…
Ve qıs aleyhim… Fefhemmm!!!