Selamün aleyküm hocam, İslamda kabir nasıl olmalı, Süleyman Efendi Hazretlerinin kabrinde yedi sütun olmasının bir nedeni varmıdır? A. İhsan Gökyayla - Almanya
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
1) Kabir kazılıp hazırlanırken dikkat edilecek hususlar:
Kabir, bir adam boyu veya göğüs hizasına kadar kazılır. Ölüyü daha iyi koruyacağı düşüncesiyle, eğer mümkünse daha derin de açılabilir. Toprak sert ise kabrin Kıble tarafına bir lahd (oyuk) açılır. Eğer lahd açıldığında toprak göçecek kadar yumuşak olursa, o zaman kabrin ortasında ölünün sığacağı kadar bir yer açılır ve oraya defnedilir.
Kabrin, yerden bir-iki karış yükseltilmesi, şeklinin deve hörgücü gibi olması, kerpiçle yapılması, kabrin baş tarafına bir taş konulması ve ölünün isminin yazılmasında bir mahzur görülmemiştir. Ancak kabrin üstüne mescit gibi bina inşa edilerek buranın mâbed edinilmesi hadisle yasaklanmıştır.
Hz. Âîşe (r.anha), Rasûlullah’ın (s.a.v.) son hastalığında şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“Allah (c.c.), Yahûdi ve Hıristiyanlara lânet etsin. Onlar, peygamberlerinin (aleyhimüsselâm) kabrini mâbed haline getirdiler.” Hz. Âîşe validimez devamla diyor ki:
“Eğer bundan korkulmasaydı, Rasûlullah’ın (s.a.v.) kabri dışarıdan belli olacak şekilde yapılacaktı”. [Buhâri, Sahih, Cenâiz, 916]
Rasûl-i Ekrem Efendimizin ve Hz. Âîşe vâlidemizin ifadelerinden; kabrin dış şekli üzerinde titizlikle durulmasının ve bazı yasaklar konmasının sebebinin, Ehl-i Kitab’a muhalefet etmek ve bid’atlere düşülmesini önlemek olduğu anlaşılmaktadır. Tabii daha sonraki dönemlerde, ulemânın fetvâlarıyla bir takım hikmet-maslahat ve sebeplerle, başta Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) olmak üzere mezarları tesbit edilebilen diğer peygamberler, Allah dostları ve bazı büyüklerin kabirleri hakkında bugünkü bilinen düzenlemelere gidilmiştir. Müstesnalar kaideyi bozmaz. Maamafih, uygulamaların hiç birisinde de oraları mescit edinme gibi bir durum yoktur. Farklı davranışların sorumluları ise şüphesiz, bizatihi o halleri-fiilleri sergileyenlerin kendileri olacaktır.
Diğer yandan İslâm dini, israfı yasaklamıştır. İsraf, malın lüzumsuz yere ve ölçüsüz harcanması, sarfedilmesi demektir. Fakir-yoksul, aç-açık, bî-ilaç, eşsiz, işsiz, tahsilsiz, muhtaç Müslümanlara yardım etmek yerine, büyük masraflarla heybetli, süslü ve masraflı kabirlerin inşa edilmesi israf sınırları içine girebilir.
Cenaze için namaz kılındıktan sonra cemaatle birlikte yaya veya ihtiyaç olunca vasıtayla kabristana gidilir. Derince ve uygun boyda açılan kabre cenazeyi gömmek farz-ı kifâyedir. Cenazeyi taşıyanlar gibi kabre indirenlerin de; “Bismillah ve alâ milleti Rasulillah” demeleri müstehaptır.
Ölü, kabirde yüzü Kıbleye gelmek şartıyla sağ yanı üzerine yatırılır. Sonra kefenin düğümleri çözülür. Kabrin taşı ya da tahtası dizildikten sonra kürekle veya elle üzerine toprak atılır. Kabrin üstünü biraz yükseltmek menduptur. Toprak pekişsin diye kabrin üzerine su serpilebilir.
2) Sorunuzun ikinci kısmına gelince…
Kısaca ön isimleriyle kabr-i şeriflerinden bahsettiğiniz zât, yazılarımızda sıkça zikrettiğimiz Üstâzünâ Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) hazretleridir. Zât-ı âlîleri Tarîkta-ı Aliyye-i Nakşibendiyye’nin Müceddidîn kolu silsilesinin son hakasını teşkil etmektedirler. Nakşilikte ise 7 (yedi) rakamı mühimdir. Kezâ mâlum olduğu üzre, Allah dostlarının kendilerine hâs esrarlı rakamları vardır. Mesela 3, 5, 7, 11,… gibi. Şâh-ı Nakşibend (k.s.) hazretlerinin esrarlı rakamı da yedidir.
İnsan vücudunda enmûzeci (misâli-örneği) bulunan ve asılları Âlem-i Emr’de olan letâifin adedi de 7’dir; kalp, ruh, sırr, hafî, ahfâ, nefs-i nâtıka, nefs-i küllî.
İşte o 7 sütunun bu 7 latîfeyi temsil ettiğini, orada bulunan zâtın, Rasûl-i Zîşân Efendimizin zâhir ve bâtın cihetiyle verâset-i tâmmesine sahip olmaları hasebiyle bütün o menâzili kat‘ u itmâm ve ikmâl ettiğini ve ilâ mâşâallah pek azîm, pek ulvî mertebelere nâil ü mazhar olduğunu mülâhaza edebiliriz.
***
Yedi sayısının daha pek çok hikmeti vardır. Dilerseniz bunlardan bazılarını saymaya ve kısa da olsa açıklamalar yapmaya çalışalım.
Ve bunlar gibi yedi rakamının bu umumi hikmetleri yanında, burada sayamadığımız-sayamayacağımız kadar daha pek çok hususi spesifik (çok özel, özellikli, bulunduğu yere göre kendini gösteren) hikmetleri de vardır.
Mesela son olarak bunlardan birkaçına daha işaret ederek yazımızı noktalayabiliriz:
Sa hayırlı akşamlar hocam kim rebiulevvel ayının girdiğini birbirine haber verirse cennete gider hadisi serifinin kaynağı nedir hocam
Hocam bir soru surmustum.
Böyle bir hadisi şerif varmi? 15 Aralık 2015 11:18:
Soru: Peri Kardelen tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
*******
Ve aleyküm selam, hayırlı akşamlar kardeşim;
Hadis kaynaklarında böyle bir rivayete rastlayamadık. Ama biz rastlayamadık, göremedik diye, ceffelkalem onun yok olduğunu söylememiz doğru olmaz. Aksi yönde delili olan kardeşlerimiz bulunur ve lütfedip haber verirlerse memnun oluruz. Maamafih sahih olmama ihtimâlinin kuvvetli olduğunu söyleyebiliriz. Lakin unutmamak lazım ki; bu sözün hadis olmaması, Rebîu’l-evvel ayının kıymetinden ve ondaki İlahî esrâr ve envârın büyüklüğünden herhangi bir eksikliğe, şüpheye sebep teşkil etmez. Mü’minlerin bunda -hâşâ- bir tereddüdü yoktur.
***
Bilindiği gibi Rebîu’l-evvel ayı, Ay'ın hareketleri esas alınarak teşekkül ettirilen (oluşturulan) İslamî takvimin aylarından biri, yani 12 olan Hicrî-Kamerî ayların üçüncüsüdür.Hicri takvimde yılbaşı Muharrem ayının ilk günüdür. Muharrem ayını, Safer, Rebiyülevvel, Rebiyülâhır, Cemaziyelevvel (Cumadelûlâ), Cemaziyelâhir (Cumadelâhire), Recep, Şaban, Ramazan, Şevval, Zilkâde ve Zilhicce ayları takip eder.
Kamerî aylardan üçü, ‘şehr’ kelimesiyle beraber özel isimdir. Bunlar; Şehr-i Ramazan (Ramazan ayı), Şehr-i Rebîu'l-evvel (Rebîu'l-evvel ayı), Şehr-i Rebîu'l-âhir’dir (Rebîü'l-âhir ayıdır). Şu kadar ki, kolaylık için ‘şehr’ kelimesinin söylenmediği zamanlar da vardır.
Ramazan'dan şehr kelimesinin hazfedilmesinin tenzîhen mekruh olduğu İmam Muhammed'den (rh.) rivayet edilmiş ise de, kötü bir vehme sebep ve karışıklık olmayacak yerlerde kolaylık için sadece ‘Ramazan’ demek mekruh değildir. Nitekim Hadis-i Nebevî'de de, “Her kim inanarak ve mükâfatını Allah'tan bekleyerek Ramazan'da oruç tutarsa, onun geçmiş günahları bağışlanır” buyrulmuştur. [Bkz. Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, IV, 201-2002]
Ve yine Ramazan kelimesinde iki görüş vardır:
1- Mücahid'den (rh.) rivayet edildiği üzere Allah'ın isimlerinden bir isimdir. Ramazan ayı demek ‘Allah'ın ayı’ demektir. Bir hadis-i Nebevî olmak üzere şöyle rivayet edilmiştir: “Ramazan geldi, Ramazan gitti, demeyiniz. Ramazan ayı geldi, Ramazan ayı gitti, deyiniz. Çünkü Ramazan Allah'ın isimlerinden bir isimdir.” [Bkz. Buhar3i, Sahih, İman, 28, Leyletü’l-Kadr, 1, Sav, 6; Müslim, Sıyâm, 204, Müsâfirûn, 175; İbn Mâce, ikame, 173, Sıyâm, 2, 33; Ebû Davud, Sünen, Ramazan, 57] Bununla beraber Beyhakî (rh.), bu hadise zayıf demiştir.
2- (Ramazan); Receb, Şaban gibi belirli bir ayın ismidir.
Birincisine göre "şehr" dâhil olmak üzere: ‘Ramazan ayı’ terkibinin tamamı bir özel isimdir. İkincisine göre isim yalnız Ramazan olup, ‘Şehru Ramazan’ genel olanın, özel olana izafeti cinsinden bir izafet-i beyâniyedir.
Geri kalan dokuz ayın isimleri: Muharrem, Safer, Cumadelûlâ (Cemâziyelevvel), Cumadelâhire (Cemâziyelâhir), Receb, Şaban, Şevval, Zilkade, Zilhıcce, Şehr'siz olarak özel isimdir. Yalnız Receb ayının, Ramazan gibi olduğu da söylenmiştir. [Bkz. Elmalı’lı, Hak Dini Kur’an Dili, Bakara suresi, 185’in tefsiri]
Rebîu’l-evvel ayı adını, Arapça rebî‘ kelimesinden almıştır. Rebî‘ de ‘bahar’ demektir.
Araplar ‘Rebîu'ş-Şuhûr’ ve ‘Rebîu’l-Ezmine’ terkiblerinde iki baharlı bir zaman anlayışına sahiptiler.
Rebîu'ş-Şuhûr, Safer ayını takip eden iki aydır, yani Cumadelûlâ, Cumadelâhire'dir.
Rebîu’l-Ezmine ise, bahar ve güz mevsimlerini ifade etmektedir.
Çiçeklerin açtığı zamana Rebîu’l-evvel, meyvelerin olgunlaştığı zamana da Rebîu's-sânî denilmekteydi.
Araplar, ilk başlangıçta seneyi dört mevsime ayırmış, ilk mevsimi Sayf yani ‘yaz’ kabul etmişler ve ilkbahara tekabül eden (karşılık gelen) dördüncü mevsime de Rebî‘ (bahar) demişlerdir.
Ancak Kamerî ayların 29-30 çekmeleri sebebiyle, bir senede Şemsî sistemden (Güneş takvimi) on küsûr günlük bir eksikliği olduğu için bu aylar, bazan yaza bazan da kışa denk gelerek sene, 33 (otuz üç) yıl gibi bir zaman zarfında deverân etmekte, yani bir sene fark atmaktadır.
Rebîu’l-evvel’den sonraki Rebîu’l-âhir ayı, eski belgelerde ‘ ر (Ra harfi) ‘ şeklinde kısaltılarak gösterilmektedir.
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.), Rebîu’l-evvel ayında dünyaya geldiği için, bu ay, ayların şereflilerindendir. Ekseriyetin kabul ettiği görüşe göre, Fahr-i Kâinat (s.a.v.), bu ayın on ikinci gününde doğmuştur. Doğum vakti, sabaha yakın bir zamandır. Mekke’nin Haşimoğulları mahallesinde, Safâ tepesi yakınında bir evde dünyaya geldi. Bu gün, Mîlâdî takvime göre 20 Nisan 571 tarihine rastlamaktadır. O gün henüz Güneş doğmadan âlem nûr ile doldu. Böylece ilk insan ilk Peygamber atamız Âdem aleyhisselâmdan beri babadan evlâda intikal edegelen nûr asıl sâhibine ulaştı.
Binaenaleyh bu gün, Müslümanlar için günlerin en sevinçlilerindendir, öyle de değerlendirilir. Bundan dolayı, Rasûl-i Zîşân Efendimiz (s.a.v.) için yazılan mevlidler-kasideler ve diğer eserlerde, Rebîu’l-evvel ayının bu günü hususi bir kıymete / özel bir değere sahiptir. Süleyman Çelebi'nin (rahmetullahi aleyh) Mevlidi'nde (Vesîletü’n-Necât) bu tarih şöyle zikredilir:
‘Ol Rebîu'l-evvel ayın nîcesi / On ikinci gîce isneyn (pazartesi) gîcesi’.
Rebîu’l-evvel ayının böylesine azîm ve âlî (çok büyük ve pek yüce) bir hâdisenin tarihi olması sebebiyle Müslümanlar, bu ay içerisinde, bilhassa on ikinci gecesinde nâfile ibadetlerle (tesbih namazı ve hatm-i Enbiyâlarla), salavât-ı şerifelerle (Münciye-Nâriye-Fethiye) ihyâ ederek, hayır-hasenâtlar yaparak, ihtiyaç sahiplerine ikramlarda bulunarak, Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) manevî hatırasını canlı tutma ve bu gecenin feyzinden-nûrundan istifade ve istifaza yönünde a'zamî gayreti sarf ederler. [Bkz. Dua ve İbadetler, Fazilet Neşriyat, s. 18; Fazilet Takvimi, 21 Aralık 2015 Pazartesi günü arka yazısı]
Mevzu ile ilgili linkler:
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1285-mevlid-kandili-nin-ihyasi-oruc-ve-namaz.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1279-mevlid-gecesi-ne-zamandan-beri-kutlaniyor.html
http://www.halisece.com/mubarek-geceler/372-veladet-kandili-qmerhaba-ey-rahmeten-lil-aleminq.html
http://www.halisece.com/mubarek-geceler/388-ruyetullah-ve-mirac.html
halis hocam selamun aleykum 1000 tane vakia okumak ile ilgili fikriniz nedir ve 41 tesbih namazina niyet? Tuba İnci – Facebook
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
1- Malumunuz, maddî sıkıntılar sebebiyle Vâkıa suresi okunabilir. Nitekim Abdullah b. Mes’ûd’u (r.a.), ölüm hastalığında ziyâret eden Hz. Osman (r.a.),
- “Sana bir bağışta bulunulmasını emredeyim mi?” demiş. Abdullah (r.a.), buna ihtiyacı olmadığını söylemiş. Hz. Osman (r.a.),
- “Senden sonra kızlarına kalır.” demiş. O zaman Abdullah (r.a.) ona şu cevabı vermiştir:
- “Sen kızlarımdan yana endişelenme. Ben onlara Vâkıa suresini okumalarını emrettim. Ben, Nebî sallallahu aleyhi vesellemden şöyle dediğini işitmiştim: ‘Her kim her gece Vâkıa suresini okursa, ona fakirlik-yoksulluk dokunmaz.” [Kenzü’l-Havâs, 2, 66; Rezîn, Hadis no: 798]
Ancak bakabildiğim yerlerde daha başka okuma usûl ve adetleri de görmekle birlikte 1000 sayısına rastlamadım. Maamafih nafile ibadetlerde muayyen bir sınır yoktur, sınır kişinin tahammülüyle alakalıdır. Olabilir tabii, okuyabiliyorsan okursun. Ancak âcizâne mülahazam; bunun en kolay, uygun ve uygulanabilir olanı, hadis-i şerifte belirtildiği gibi her gece bir kere okumak olmalıdır, diye düşünüyorum. Ve bunu kendinize vird edinip 1000 gün devam ederek, adedi de 1000’e tamamlayabilirsiniz. Hatta ondan sonra buna alışıp ömrünüz boyunca sürdürebilirsiniz. Bu da güzel olur. Çünkü Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.), “Allah katında amellerin en makbulü, az da olsa devam üzere yapılanıdır.” [bk. Buhârî, Sahih, İman 32; Müslim, Sahih, Müsafirîn 215-218, Münafıkın, 78] buyurmuşlardır. Orası sizin tahammül ve iradenize kalmış bir şey.
2- Tesbih namazı da gene bildiğiniz üzre nafile bir ibadettir. 40-41 gibi rakamlar da muayyen sayılarıdır, o kadar niyet edip kılınabilir tabii… Ama bendeniz böyle bir usûl bilmiyorum. Bildiğim, Resûl-i Ekrem Efendimizin (s.a.v.) muhterem amcaları Hz. Abbas'a (r.a.) hitaben Tesbih Namazı ile alakalı tariflerinin sonunda yaptıkları şu tavsiyelerdir:
“…Ey amcacığım! Eğer güç yetirebilirsen, her gün bu namazı bir defa kılarsın. Buna güç yetiremediğin takdirde, her cuma (hafta) bir defa kılmaya çalışırsın. Bunu da yapamazsan, her sene bir defa kılmaya çalış. Bunu da yapamazsan hiç olmazsa ömründe bir defa olsun kıl.” [Tirmizî, Sünen, Vitir, 19; İbn Mâce, Sünen, İkâme, 190; Ebû Dâvud, Sünen, Tatavvu‘, 14; Münzirî, et-Tergib ve't-Terhib, 1, 467, 469]
Böylece her gün kılmaya devam ederek 41 de, 141 de, ömrünüz yeterse, 1041 de kılarsınız inşaallah.
Ancak unutmamak lazım; her yolun kendine hâs usûl ve âdâbı, evrâd u ezkârı vardır, o yolun mensupları bunlara uymakla yükümlüdürler. İstifade ve istifazaları buna merbuttur. Malum, tasavvufta meşhur bir düstur vardır; “Müridin fıkhı mürşidinin (kavlidir) amelidir” denilir. Binaenaleyh mürid, kendisine söylenenleri yapmakla mükellef ve muvazzaftır; onları ihlâsla ifa ettiğinde, gereken her türlü istifade ve istifazayı hâsıl eder. Başka yerlerde bir şeyler aramasına, değişik formüllere müracaat etmesine gerek kalmaz. Kısacası İslâm’da hedefe ulaşmanın binbir türlü yolu vardır; meşhur tabiriyle, ‘kişiyi Allah’a götüren yollar, mahlûkatın nefesi adedincedir.’ Pîrân bu yollardan bize en muvafık-münasip ve en kestirme olanını haber vermişlerdir. Ayrıca çeşitli maddî ve manevî sıkıntılar için reçeteleri, tarif buyurdukları usulleri de mevcuttur. Öncelikle bunları tatbik etmeye gayret etmemiz icap eder.
Bu mevzuda detaylı bilgi için lütfen bkz. http://halisece.com/sorulara-cevaplar/2393-esmaul-husna.html
Hayırlı geceler hocam. Bir hadis i Şerif gördüm ama pek anlayamadim.hadis su: "Bir kimse, bir kaç zaman daha içinde oturmak şartı ile bir evi satarsa bu akit geçersizdir.. Zira; tek taraflı bir menfaat getiren şart vardır.. Lübab fi Şerhi'l Kitap Şimdi biz emlakciyiz ve evi satarken evi alan kişi diyor ki ben eve 5 ay sonra oturucam sen o vakte kadar otur bana kira ver.satis öncesi bunu konuşup anlasiyorlar ondan sonra satış yapılıyor.hadis i Şerif e göre bu durum yanlış mı acaba?
Hadis i Şerif değil sanirim bu.bulamadim ne ama anlayamadım da zaten siz biliyorsunuzdur muhakkak. E-Dekor Yapı Emlak – Facebook
*******
Selâmün aleyküm.
Hayırlı geceler kardeşim;
Tırnak içerisinde kaydettiğiniz cümle hadis değil, fukahanın açıklamasıdır. Evvela bunu tesbit edelim. Fakat fukahanın bu hükmüne medâr (dayanak) olan hadis-i şerif var elbette... Onu da aşağıda cevabımız içerisinde zikrederiz. Anladığım kadarıyla sizin sorunun özeti şu olmalı:
- Satıcı, içinde belirli bir müddet ücretsiz oturması şartıyla evini satabilir mi? Çünkü ücretli oturmasında, aralarındaki mukavele / anlaşma-sözleşme sebebiyle zaten bir mesele olmaz.
Şimdi gelelim bunun cevabına:
Akdin muktezasından yani sözleşmenin gereğinden olmayan, satış akdine uygun düşmeyen, örf haline gelmemiş olan ve taraflardan birine faydası dokunan bir şeyin akit esnasında şart koşulması, Hanefîlere göre sahih olmadığı için bu şekilde yapılan bir alış-veriş akdi fasit olur. [Merğinani, el-Hidaye, Beyrut, ts. , III, 48-49] Delilleri, Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) şartlı satışı men etmesidir. [Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, IV, 248, Kahire, ts. ; ayrıca bkz. Buharî, Sahih, Büyu‘, 73]
Açıklama: Hidâye müellifi Merginânî (rh.) akdî şartlardan bahsederken, "bir akid içinde iki akid" hadîsini naklediyor ve buna örnek olarak da, "satıcının bir ay kullanmak şartıyla bir köleyi, içinde oturmak şartıyla bir evi satması yahut da satın alanın hediye veya borç vermesini şart koşmasını" gösteriyor.
Fethu'l-Kadîr ismiyle Hidâye'yi şerh eden İbn Hümâm (rh.) da, hadîsin tahricini yaptıktan sonra müellifin hadîsi tefsirini uygun buluyor.
İbn Hibbân'ın (rh.) "bir akid içinde iki akid ribâdır" mealindeki mevkûf rivâyeti de, İmam Merğinânî'nin tefsirini te’yid etmekte / desteklemektedir. Binaenaleyh satıcının kullanma veya oturmayı şart koşması ribâ / faiz mahiyetindedir. [Fethu'l-Kadîr, Bulak, 1316, 5, 215-218]
Mâlikî ve Hanbelîlere göre ise, akdin gereği olmayan, ancak akdin muktezasına (gereğine) da aykırı düşmeyen bir şeyin şart koşulması caizdir. [İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, Beyrut, 1989, II, 263] Çünkü Rasûlüllah (s.a.v.) bir sefer esnasında Hz. Câbir’den (r.a.) devesini satın almak istemiş, o da, Medine’ye kadar binmesi şartıyla satabileceğini söyleyince, Nebî (s.a.v.) bu şartı kabul ederek deveyi satın almıştır. [Müslim, Sahih, Müsâkât, 113] Buna göre satıcının, içinde bir müddet ücretsiz oturması şartıyla evini satması, Mâlikî ve Hanbelîlere göre sahihtir / geçerlidir.
Ancak dikkat etmek gerekir; fevkalâde zarurî-mecburî bir durum olmadıkça mensubu bulunduğunuz mezhebin hükmüne göre amel etmeye, muamelenizi / uygulamalarınızı ona göre yapmaya gayret edin. Hanefî iseniz, ki muhtemelen öyledir, diğer mezheplere göre uygulama yapmaktan sakınınız.
***
Alış-veriş akdindeki bu fasit (geçerliliği olmayan) şartın biraz daha genişçe izahına gelince…
Buna daha açık bir ifade ile ifsad edici (bozucu) şart da denilebilir. Bunlar sahih şartın niteliklerini taşımayan, yani akdin gereği olmayan, akde uygun düşmeyen, âyet ve hadislerde kararlaştırılmayan (öngörülmeyen) veya insanların da örf haline getirmediği, fakat satıcı veya alıcı için tek yanlı yarar sağlayan şartlardır.
Meselâ;
- Satıcının öğütmesi şartıyla buğday satın almak…
- Satıcının gömlek veya elbise dikmesi şartıyla kumaş satın almak…
- Satıcının deposunda bir ay daha kalması şartıyla buğday satın almak…
- Satıcının bir yıl daha içinde oturması şartıyla evini satması…
- Bir yıl kendisi ekmek şartıyla arazi satmak…
- Bir ay süreyle binmek ve ondan sonra alıcıya teslim etmek şartıyla otomobili satmak…
- Alıcının, kendisine borç vermesi yahut kendisine bir bağışta bulunması şartıyla satış yapmak gibi durumlarda satım akdi fasit olur (bozulur).
Çünkü bir akitte taraflardan birisi lehine öne sürülen üstün yararlanma riba yani faiz niteliğindedir. Zira bu, satım akdinde bedel olarak karşılığı bulunmayan bir fazlalıktır.
Faizin bulunduğu satış ise fasit olur. Faiz şüphesi de gerçekten faiz varmış gibi satışı fasit kılar.
Yukarıda verilen örneklerdeki muamelelerde faizden sakınmak için, bunları şu şekilde uygulayıp çözümlemek icap eder:
- Buğday satın alan kimse bunu un haline getirmek istiyorsa; yeni bir sözleşme ile buğday satıcısına veya başka birisine öğütme ücreti ödeyerek bunları un haline getirebilir.
- Kumaş satın alan kimse bundan gömlek veya elbise diktirecekse; kumaşı satan tüccar terzi veya başka bir terzi ile anlaşarak diktirebilir.
- Buğday satın alan kimse, bir ay süreyle koyacak yeri yoksa satıcı ile kira sözleşmesi yaparak bir ay buğdayı onun deposunda emanet olarak tutabilir. Ya da başka bir yer kiralayarak orada depolayabilir.
- Evini satan kimse, bir yıl daha bu evde oturmak istiyorsa, alıcı ile bir kira sözleşmesi yapması gerekir. Böylece alıcı sıkıntıya sokulmamış olur. Kendine gerekli ise kiraya vermeme hakkı doğar, ayrıca bir yıllık kira bedeli takdir edilir. Ancak alıcı, satıcının bir yıl süreyle ücretsiz olarak oturmasına izin de verebilir. Bu takdirde kira bedeli hakkını ona bağışlamış olur.
- Arazisini satan da bir yıl ekmek isterse yeni bir kira sözleşmesi yapmalıdır. Otomobile bir ay daha binmek isteyen satıcı, alıcı ile kira anlaşması yaparak bunu sağlayabilir, ya da başka kiralık bir araç bulabilir.
- Yine alıcının kendisine borç vermesi veya bir bağışta bulunması şartıyla satışta da sıkıcı ve tek yanlı yarar sağlayan bir özellik vardır. Satıcı, malının satışını öne sürerek böyle ziyade bir yarar sağlama yoluna gitmemelidir. Çünkü bu tek yanlı fazlalıklar faiz şüphesi doğurmaktadır.
Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) şu hadisleri bu mevzuyu düzenlemekdedir: “Hem ödünç hem satış ve bir satış içinde iki şart helâl değildir.” “Nebî sallallahu aleyhi vesellem bir akit içinde iki akit yapmayı nehyetti (yasakladı).” [İmam Mâlik, Nesâî, Ahmed b. Hanbel, Tirmizî gibi muhaddisler rivâyet etmişlerdir. el-Muvatta', Kahire, 1951, c. II, s. 663; Nesâî, Sünen, c. VII, s. 295; Ebû Dâvud, maa şerhi İbnu'l-Arabî, c. V, s. 238.31]
selamun aleykum hocam. enflasyon oranınca faizin caiz olduğunu söyleyenler var, diyanetin de böyle fetvası varmış, bu hüküm doğru mudur? doğruysa bunlar neye dayanmış oluyor? a. faruk serinyayla - istanbul
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Yapılan muamele eğer faiz hükmünde ise, oran ne olursa olsun helal olmaz. Bu sebeple faiz her zaman haramdır.
Ancak enflasyon oranında, hele ki enflasyonun altındaki bir fazlalık faiz değildir. Mesela, birine 100,- lira ödünç verseniz, alt ay sonra enflasyon yüzde otuz olduğu için 130,- TL alsanız bu otuz liralık fazlalık miktar faiz hükmünde olmaz. Çünkü bu meblağ (130,- TL.), altı ay önce verdiğiniz 100 TL.’nin satın alma gücü bakımından eşit karşılığıdır.
***
Paranın tedavülden kalkması veya değer kaybetmesi halinde nasıl hareket edileceği meselesi…
Bu hususta Hanefî imamları arasında farklı görüşler vardır. İmam-ı Âzam (rh.) şöyle der:
“Alınan borcun sayı olarak aynı miktarı verilmelidir. Paranın değeri ister yükselsin, isterse düşsün, borçlu aldığı paranın mislini verir. Yüz lira borç aldıysa yüz lira ödeyecektir.” [İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtar, 4, 174. Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi‘, 7, 394]
İmâmeyn yani İmam Muhammed ile İmam Ebu Yusuf (rahımehumallah) ise, “Borçlu, aldığı borcun mislini vermez; ödeme esnasındaki kıymetini, değerini verir.” demektedirler. Fetvânın da bu şekilde verildiği bildirilmektedir.
Buna göre, birisine bir seneliğine iki milyon borç veren kimse, -aradan bir sene de geçmiş olsa- yine bu miktar alacağının olduğunu bilmelidir. Fakat ödeme esnasında borçlu, paranın yıllık değer kaybını dikkate alarak ona göre bir fazlalık verirse, aldığı borcun kıymetini vermiş olacağından, İmâmeynin kavline göre amel etmiş, hem de alacaklının hakkını üzerinde bırakmamış olur. Bu meselede fazlalık baştan şart olarak koşulmamış, sadece borçlu alacaklıyı düşünerek zararını telâfi etmeye çalışmış olur.
Bu meselede şöyle bir yol da tercih edilebilir ki, bu en sâlimi ve en sıhhatlisidir:
Borç verme, döviz yoluyla olabileceği gibi, altın üzerinden de yapılabilir. Böylece faiz şüphesi de ortadan kalkmış olur.
Buna göre, borç alıp verirken ya döviz alınıp verilir veya altın alınıp verilir… Yahut da sâbit değeri olan ticarî malların fiyatı dikkate alınır, borç onlar üzerinden alınıp verilir. Bunların haricinde bir sene sonraki fazlalık belirtilerek verilen borç doğrudan faize girer, dolayısıyla câiz olmaz, haramdır.
* * *
Düşük de olsa faiz hükmündea olan bir muameleye girmek, hiçbir şekilde caiz değildir. Hâlihazırda yaptıkları muamele faiz sayıldığına ve istikbaldeki durumu meçhul olup her an değişmesi mümkün olduğuna göre hüküm değişmez.
Ancak, borcu kapatmak hususunda İmam Ebu Yusuf’a (rh.) göre durum değişir. Mesela;
Bir kimse bir milyon liralık parayı, bir seneliğine faizle bir buçuk milyona verirse, bu muamele faizli olduğundan haramdır. Yalnız bir sene sonra daha önce verilen bir milyon para enflasyon sebebiyle ödeme anında bir buçuk milyona tekabül ederse, onu yani başlangıçta verdiği bir milyon mukabilinde bir buçuk milyonu alması caizdir. Çünkü bu para altın ve gümüş olmayıp değeri itibarî olduğu için, kendisine itibar edilen değere göre muamele görür. [Bkz. Halil Günenç, Günümüz Meselelerine Fetvalar, 1, 320-321]
Velhasıl, fukaha enflasyon altındaki farkın caiz olduğunu söylüyor. Mesela on altın yüz milyon lira karşılığı iken, bir arkadaşınıza yüz milyon lira borç verdiniz. Bir sene sonra yüz milyon liranız geri geldi, lakin değer kaybından dolayı yüz milyonunuz sadece sekiz altın alabiliyor. Siz iki altın farkını alsanız faiz olur mu? Sorusuna İmam-ı Azam (rh.), “Bilmiyorum” demiş. Bazı ulema ise "Caizdir" demiş. Çünkü zarara uğramak söz konusudur. Şimdiki uygulamalarda özellikle şu problem göze çarpıyor:
- Enflasyon miktarının belirlenmesi için yapılan hesaplamalar ne derece güvenilir? Var sayalım ki enflasyon hesabı doğru yapıldı. O takdirde problem yok. Ama görülen o ki, bu noktada da gene sabit değeri olan meta üzerinden hesapları yapmak, doğruya en yakın olan yoldur.
Neticede zararsız yolları, zararlı yollara tercih etmemiz daha isabetli ve hesabının da daha kolay olduğu muhakkaktır. Bu durumda mü’minlere düşen, faiz hükmündeki her türlü muamelelerden şiddetle kaçınmaktır. Meseleyle ilgili detaylı bilgi için bkz.
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/693-alacak-ve-faiz-iliskisi.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/536-faiz.html
http://halisece.com/sorulara-cevaplar/698-cek-senet-kirdirmak.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/613-devlet-kredisi.html