Selamün aleyküm hocam, en üstün zikir tevhid zikridir deniyor, bunun anlamı nedir, bu konuyu açabilirmisiniz? H. Burhan Uyar – Almanya
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Sorduğunuz mesele, İslâm’ın tasavvuf sahasıyla alakalı bir mevzu. Yani şeriatın bâtını / iç yüzü ile ilgili. Binaenaleyh kısaca cevapladıktan sonra, meselenin aslını-teferruatını Nakşî Yolu Müceddidîn Kolunun 23’üncü halkasını teşkil eden ve hicrî ikinci bin yılın müceddidi bulunan İmam-ı Rabbani (k.s.) hazretlerine bırakmamız en münasip yol olacaktır.
Bilindiği gibi bütün tarikatların temel unsuru olan zikir kelime olarak anmak, gaflet ve unutma halinde olmamak demektir. Istılah olarak Allah Teâla’nın isimlerini, muayyen duaları, tesbih-tehlil ve tahmidi çeşitli zamanlarda belli miktarda sesli veya sessiz söylemek, tekrar etmektir.
Zikirde esas unsur, “…(Mâsivâyı yani Allah’tan gayri her şeyi) unuttuğun vakit Allah’ı zikret (O’nu zikre o zaman başla)” [Kehf suresi, 24] ayet-i celilesinin mucebince, diğer varlıkları unutarak sadece Allah’ı anmaktır. Böyle yapılan zikre “zikr-i muttasıl (Allah’a ulaşan-kavuşan zikir)” denir. Dünya ile ilgili iş ve meseleleri kalben tasavvur ve tahayyülden atmadan, iç âleminde düşünceden çıkartmadan yapılan zikir ise, “zikr-i munfasıl (Allah’tan ayrılmış, On’dan ayrı ve uzak zikir)” ünvanını alır. Zikir için ayrıca bkz. http://halisece.com/tasavvuf/247-zikir-ve-zikrullah-nedir-kac-turlu-zikir-vardir.html
En üstün (efdâl-en faziletli) zikrin “Lâ ilâhe illallâh” kelime-i tevhidi olduğunu Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) beyan etmiştir. [Bkz. İbn Mâce, Sünen, Edeb, 65] Bâtın âlimleri / tasavvuf erbabı da bu hadis-i şeriften hareketle, bu mübarek cümleyi zikrin temeli olarak almışlar ve bunun üzerinde ısrarla durmuşlardır.
Kelime-i tevhidin birinci kısmı olan (Lâ ilâhe illallah) bu cümlenin ilk yarısı, “Lâ ilâhe: hiçbir ilâh yoktur” demektir. Bu menfî (olumsuz) kısmın adı “nefy”dir. İkinci kısmı ise “illallah: ancak Allah vardır” manasındadır. Bu ise “isbât” adını alır.
Te’vîlât-ı Necmiye sahibi Necmüddîn Kübrâ (k.s.) hazretlerine göre; nefy kısmı, kalp ve gönül hastalıklarına sebep olan, ruhu çeşitli meşgalelerle bağlayan, nefsi kuvvetlendirip güçlendiren zararlı maddeleri, manevi virüs ve mikropları yok eder. Bunlar şehevî arzular, kötü ahlâk ve hayvanî isteklerdir. İsbat kısmı ise, kalbin, dolayısiyle bütün letâifin sıhhat ve selâmetini temin ile rezil huylardan kurtarır.
“Lâ ilâhe illallâh” kelime-i tehlîli, nefy ve isbattan meydana gelmiş olan manevi bir terkiptir, ilaçtır. Tasavvuf erbabı mü’minlerin kalp-ruh ve sair latîfelerini nefs-i emarenin tasallutundan korur, tahribatlarını tamir eder / onarır, hastalıklarını tedavi eder. Şeytan ve nefisle mücadelede mü’mini te’yid ve takviyede bulunur.
Kelime-i tevhidle alakalı daha geniş bilgi, daha fazla istifade ve istifaza için, yukarıda hatırlattığımız üzere, İmam-ı Rabbani (k.s.) hazretlerinin bu mevzudaki açıklamalarına kulak ve gönül verelim. Bkz.
* * *
Z e y l
İslâm’ın şartı beştir, bu zikir de nerden çıktı diyenlere…
Zikir, mâlum olduğu üzere Allah Teala’nın emridir, pek çok ayet-i kerimede mü’minlere emredilir. [Bunlardan bazıları: Bkz. Ahzab suresi, 41; Ankebut suresi, 45; Nur suresi, 37; Zümer suresi, 22; Zuhruf suresi, 36; Âl-i İmran suresi, 41, 191; Nisa suresi, 103; Hadid suresi, 16; A’raf suresi, 205; Efnfâl suresi, 2; Nisa suresi, 142; ve daha niceleri…]
Âlimlerin çoğunluğuna göre mutlak emir sîgası ilk planda vücubu, yani o işin yapılmasının kesin ve bağlayıcı tarzda talep edildiğini ifade eder. Emir, vücub dışında kalan bir manaya ancak bunu destekleyecek bir karine bulunduğunda hamledilebilir. Binaenaleyh Kitap ve Sünnet’teki zikirle alakalı karineden mücerred emirler de vücub ifade eder. Demek ki mü’minlere ‘Allah’ı zikredin’ emri, Edille-i Şer’iyyenin iki ana kaynağı olan Kur’an ve Hadis’le sabittir. İlk telkin eden de Allah Teâla’nın Rasûlü Âlemlere Rahmet Efendimiz’dir (s.a.v.).
Demek ki neymiş efendim; İslâm’da zikir Allah’ın emri, Rasûlü’nün telkini, O’nun vârisleri olan hakikat âlimlerinin tâlim ve târifi ile sabitmiş… Hele hele bazılarının iddia ettikleri gibi, dinin dışında bir şey asla değilmiş…
Sâlihlere, âriflere, tasavvuf âlimlerine göre zikir telkini yapan ilk zât Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin bizzat kendileridir. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) dört halifesine de değişik usûllerle zikir telkin etmiş… Daha sonraki tarikatlar de bu usûllere göre zikirlerine istikamet, tertip ve düzen vermişlerdir. Binaenaleyh dinde mürekkep icma‘ halini almış böyle bir şeye nasıl itiraz edilir, bunu da anlamak herhalde mümkün olmasa gerek!
Bu dört nevi zikir telkini şöyledir:
1- Sıddîkiye: Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.), Mekke’den Medine’ye hicret ederken yâr-ı ğârı (mağara arkadaşı) Hz. Ebû Bekir’e (r.a.) râbıta usulünü tarif ile kulağına üç defa zikr-i hafîyi telkin etmiştir. Bu esnada Nebî sallallahu aleyhi vesellem uylukları üzerinde, Hz. Ebû Bekir (r.a.) ise murabba (ayakları önde kavuşturarak oturma) şeklinde oturmuştur. Hafî (gizli) zikir bu vak’aya dayanmaktadır.
2- Kübreviye: Hz. Ömer (r.a.) Müslüman olduğu esnada Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) ile kucaklaşmış, bu sırada Rasûlullâh (s.a.v.), ona kelime-i tevhîdi sesli (cehrî) olarak telkin etmiştir. Fakat Hz. Ömer (r.a.) ayakta duramayıp çöktüğü için, Kübrevîler murabba oturarak zikrederler.
3- Nurbahşiye: Hz. Osman’a (r.a.) da kalbî zikri “harfsiz ve sessiz” telkin etmiştir.
4- Cehriye: Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.), Hz. Ali’yi (r.a.) diz çöktürüp gözlerini yumdurmuş ve üç kere “Lâ ilâhe illallâh” demiştir. Daha sonra üç defa da aynı cümleyi ona tekrarlatmıştır. Zikri, cehrî (sesli) olarak yapan tarikatlar, umumi olarak silsileleriyle dördüncü halifeye bağlanırlar. [Aynî, Mehmet Ali, Tasavvuf Tarihi, s. 198-200]
Görüldüğü üzere zikir, hafî ve cehrî olmak üzere temelde iki kısma ayrılmaktadır. Bu hususta geniş bilgi için bkz. http://halisece.com/islami-makaleler/334-ilim-amel-ihlas-ve-kulu-allaha-kavusturan-yollar.html
Tarikatlarda mürşidân-ı kirâm, müridlere ferdî olarak yapmaları gereken zikir ve diğer ibadetleri târif ve telkin ettiği gibi, cemaat halinde (toplu olarak) yapılan zikir ve hatimleri de târif eder.
Selamun aleyküm. Halis hocam nsılsınız, iyi misiniz? Size mrk ettiğim bir konuyu sormak istiyorum; hocam melekler, cinler, ruh vardır sihir büyü vardır inanıyoruz… Bunlardan başka, hortlak, öcü, vampir, cadı, dev gibi şeyler var mıdır? Dinimiz nasıl bildirmiştir? Bazıları bunların birer cin ırkı olduğunu yani böyle şeylerin var olduğunu söylüyor, doğru mudur ve öyle filimleri seyretmek günah mıdır? Tşk. ederiz. nokta nokta – gmail.
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Sorduğunuz kavramların hiç birinin aslında dinî ıstılâhımızla (İslâm literatüriyle) bir alakası yoktur. Esasında hepsi efsanevî şeylerdir, saçmadır, uydurulmuş isimler / kelimelerdir. Ayrıca elfâz-ı müterâdife gibidirler. Biribirlerinin yerinde kullanılabilirler. Lafızlar ayrıdır, ama manaları arasında pek de fark yok gibidir. Bununla birlikte her birinin anlamları üzerinde bir nebze durabiliriz.
Hortlak: Daha çok geceleri mezarından çıkarak insanlara kötülük ettiğine inanılan ölü anlamında kullanılır. Hortlamak da, ölünün canlanarak mezarından çıkmasıdır. Mecâzen, yok edilmiş bir kötülüğün yeniden canlanması, birdenbire ortaya çıkması demektir. Hortlatmak; hortlamasına sebep olmak, bir fenalığın-çirkinliğin tekrar oluşmasına önayak olmaktır.
Öcü (umacı-kokor): Çocukları korkutmak için icad edilen / uydurulan korku verici hayalî varlık.
Vampir: Kan emdiğine inanılan hortlak, kan emici cânî, kan emen bir cins büyük yarasa anlamlarında kullanılmaktadır. [*]
Cadı: Dilimize Farsça’dan girmiş bir isim. Hortlak, büyücü kadın, çirkin ve kötü huylu koca karı manalarındadır. Türkçemizde bu kelimeyle üretilmiş bir tabirimiz, “Cadı kazanı”dır. Buna yüklenen mana; dedi-kodu, düşmanlık ve çatışmanın çok olduğu yer demektir. “Cadılaşmak” da, cadı haline gelmek, huysuzlaşmaktır, özellikle kadınlar için kullanılır. Cadılık: Kötü huyluluk, huysuzluk, geçimsizlik anlamlarınadır.
Dev: Farsça’dır, bir Hint tanrısı(!)nın adıdır. Masallarda ekseriya kötülük yapan, korkunç, iri ve kuvvetli yaratık olarak anlatılmak istenir. Cin, ifrit manasında da kullanılır. Zerdüştlükte kötülük ruhları demektir. Mecâzen; normalden çok büyük insan veya hayvan anlamındadır. Ve yine büyük başarılar gösteren insan için de kullanılır. Mesela: Şiirimizin son asırdaki devi Yahya Kemal gibi… İnsan veya eşyaya sıfat da olur: Dev adam, dev anası, dev eser gibi.
N e t i c e
Kâmil bir mü’minin bu efsanevî şeylerle ilgisi de ancak efsanevî olabilir. Bunları mevzu edinen filmleri seyretmek ise en azından vakitleri zâyi etmek / boşa harcamak olur ki, o da mezhep imamımız İmam-ı Azam (rh.) hazretlerine göre, ‘musibetlerin en büyüğüdür!’
___________________
[*] Dünyayı dolaşarak vampirliği araştıran Rosemary Ellen Guiley, çeşitli ülkelerdeki pek çok vampir derneği ve sayısız insanla görüşerek akademik çevrelerin ilgilendiği bir araştırma kitabı yayınlamıştır. Bu özelliği Guiley'i bir vampir araştırmacısı yapmaktadır.
Guiley araştırmasında etkileyici veriler elde etmiş ve şu sonuca ulaşmıştır:
“Aslında tümü saçma. Vampir tanımı kişiden kişiye değişse de, genelde filmlerden ve kitaplardan etkilenilir. Ortada hep ölümsüz (!), fiziksel ve cinsel yönden çok güçlü, yapmacık, geceleri yaşayan ve doğaüstü güçlere sahip bir yaratığın olduğu var sayılır. Bu saçma inançlara göre bir vampir, kötülük doludur, çünkü yaşayan insanların kanlarını emerek hayatını sürdürür. Oysa bu sözde tabiatüstülük ve ölümsüzlük için işe yaramaz. Sonuç olarak; bütün bunlar, vampir folklorunden kaynaklanır ve hakikatten uzaktır (gerçekle alakası yoktur)." Rosemary Ellen, Fenomen dergisi, Sayı: 7, Ekim 1996.
S.a. Kısmeti kapalı olan kimse neler okumali, bilgilendirebilir misiniz? Aysun Köksal - Facebook
*******
Ve aleyküm selam.
Öncelikle hemen ifade edelim ki, kısmeti açan da kapayan Allah Teala’dır. Bütün duamız-niyazımız-ilticamız O’na olmalıdır. Peki sihir-büyü ne oluyor, diyecek olursanız, tabii ki onların da tesiri vardır, şayet Allah izin verirse... Kötü niyetli kimselerin şerrinden Mevlâmız muhafaza buyursun. Fakat esas itibariyle bunun olup olmadığını bilmediğimize göre, zira var olduğunu söyleyenlerin, bu işlerle meşgul olanların büyük ekseriyeki hokkabaz, şarlatan insanlar… Güvenmemek, onlara gitmemek lazım. İllâ da kendimizde böyle bir şeyin olduğunu düşünüyorsak, en basit yolu;
Çokça Bakara suresini okumaktır. Bu, en tesirli çaredir. Onu okumaya devam ediniz. Bilhassa mübarek vakitlerde; Cuma günü ve gecesi, hemen her gecenin tehecüüd ve seher vakitlerinde… Ayrıca farz namazlarınızın akabinde de duayı eksik etmeyin: ‘Yâ Rabbî, kısmetimi açıver, hayırlı kısmetler ihsan eyle’, diye niyazlarda bulununuz. Ve unutmayınız, devamlı olarak ‘hakkınızda hayırlı olanı’ isteyiniz. İnşaallah müsbet bir neticeye varır, bizi de bilgilendirirsiniz. Ama sonuç ne olursa olsun, Allah'tan olduğuna inanıp, hayırlısının öyle olması iktiza ettiniğini kabul etmemiz, kısacası kaderimize râzı olmamız gerekir. Bizim de bir oğlumuz, bir kızımız var bekâr. Oğlan nerdeyse kırkına yaklaştı, kız da otuzunda… Hayırlısı neyse, Mevlâm onu versin.
Sonuç; biz dua ve niyazlarımızı yaparız, elimizden gelen vesilelere de müracaat ederiz, çıkan neticeye de râzı oluruz. Rabbim (c.c.) kaderimize râzı olmayı nasip eylesin cümlemize…
Ayrıca bizim sitedeki şu yazılara da bir göz atabilirsiniz. Faydalanacağınızı umarım:
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1143-islam-da-burclarin-yeri-nedir.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1678-yildizname-nedir.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/2396-buyu-ve-cin-tasallutu.html
Selamun aleyküm mrb hocam nasılsınız ya ben çok kötü durumdayım sizden akıl istiyorum bnm bi akrabam kaderine küfür etti bende birisine sordum dinden çıkartıyormuş. Dediki gidip ona bizzat söyliceksin tevbe et diye. Ben söyleyemiyorum çünkü kabul etmeyecek ve beni dinlemeyecek biliyorum sen dinden çıktın desem benle bidaha konuşmaz neyapmam lazım. Şimdi ona şu duayı yatarken oku desem bilerek bilmeyerek küfre sebep olan bir söz söyledimse bir iş yaptımsa pişman oldum beni affet duası varya, onu okusa, affolurmu kabul olurmu hocam birisi dediki öyle olur dedi olurmu..? Tekinoğlu ailesi - gmail
*******
Cevap 1: Ve aleyküm selam kardeşim;
Madem gidip söylemeniz aksi yönde tesir edecek, o halde dediğiniz gibi dolaylı yoldan tevbe edip iman tazelemesine vesile olmaya çalışmanız iyi olur. Veya siz değil de onun kıramayacağı birileri vasıta olsun... Bakarsın, tevbe edip inkâr ettiğini tasdik eder, tecdid-i imanda bulunur. Eğer evli ise, nikâhının da tazelenmesi gerekir, onu da unutmamak lazım.
Sıkıntılı bir durum; Rabbim size kolaylık, ona da hidâyete rücû nasip eylesin. Tabii şayet kabil-i hidayetse...
Allah’a emanet olunuz.
***
Soruya devam: Hocam peki o dediğim duayı okuyunca affolurmu, yoksa illada o dediği laftan özel olarakmı tevbe etmesi gerekdir. Mesela bunu yatarken veya cuma günü oku desem okuyunca tevbe etmiş olurmu.
***
Cevap 2: Sevgili kardeşim, adam küfre girmiş ne diye cumayı bekleyeceksin? Sür'atle, en kısa sürede küfürden kurtulmasını temin etmeye çalışın. Aslolan, tevbenin samimi olarak yapılmasıdır, özelini-tüzelini düşünmeyin. Tevbe dönüştür; dalâletten hidâyete, küfürden imana, isyandan tâate... Kabul meselesi de, ne senin, ne benim, ne de bir başkasının bileceği bir şeydir. Allah Teâla dilerse kabul eder, dilerse etmez... Bize düşen; tevbemizi-istiğfarımızı, dua ve niyazımızı kabul edeceğine inanarak yapmaktır. O, onun bileceği bir iştir / hükümdür.
Daha da yazma artık. Çalışıyorum. Ayrıca fazladan söylenecek bir şey de yok bu hususta... Sitede ise, bu mevzularda yığınla yazı, açıklamalar var zaten. Lütfen girip bakınız, araştırıveriniz bî-zahmet.
***
Soruya devam: Hocam yazmamı istemedinz, kusura bakmayın. Rahatsızlık vermişim. Burdada yakınımın imanı söz konusu hocam. Yani malesef üçüncü kez yazıyorum. Müsait olunca cevap verirsiniz. Müslüman olmak isteyen birisinin bütün günahlarımdan tevbe ediyorum demesi lazımmış hepsinden tevbe etmeliymiş bunun aslı varmı? Araştırırken öğrenidm öle bişey demedim ben ona. Böle bişey varmı. Ben sadece şunu yaptım demin mesaj çektim tevbe et çok günah bi laf dedin diye.. Kafir oldun falan demedim. Desem inanmayacak olay çıkacak.. Dedimki tevbe etmedikçe affolmaz, çok günah laf konuştun tevbe et allahümme inni üridü en üceddidel imane tecdiden.. Diye başlayan duayı söyledim, onu oku dedim bu duayı oku ddm. Böyle tevbe etse müslüman olmuş olurmu.. Sizde dua ederseniz mutlu olurum
***
Cevap 3: Sevgili kardeşim;
Gecenin bir yarısı… Yataktan kalktım yazıyorum. Tevbeyi anlattık işte, dönüştür; dalâletten hidâyete, küfürden imana, isyandan tâate küfürden imana... diye. E senin adam imanın 6 şartından biri olan kaderi inkâr etmiş; peki, buna inanmadan nasıl tevbe etmiş, iman tazelemiş olacak? Tabii ki inkâr ettiği şeye inanacak, yıktığı yeri önce tamir edecek. Ve bu yaptığı ahmaklıktan-dangalaklıktan dolayı da pişman olup Cenab-ı Hakk'a tevbe ve istiğfar edecek. Bunun daha başka nasıl izahı olur? Hiç mi okumadınız, hiç mi dinlemediniz bu meseleleri...
Kısacası, hata hangi yolla yapılmışsa, tamiri de o yolla olur. İnkâr ortadan kalkmadan, iman kalbe yerleşmeden neyin tevbesini yapmış olacaksın..?
Vesselâm...
Hayırlı geceler...
*******
Kader inkârcılarıyla alakalı dikkate değer bir yazı. Okumak için lütfen linki tıklayın:
http://www.ihvanlar.net/2014/10/07/kader-inkarcilari-mustafa-islamoglu-ve-huseyin-atay/
Ayrıca şu linki de dikkatle okuyunuz:
http://belgelerlegercektarih.net/mustafa-islamoglunun-teorisini-curuten-yazi/
Hocam selamun aleykum.nasılsınız?Hocam mantık ilmi haram mıdır?Selam ve dua ile.. Fazıl Karataş - Facebook
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Zannederim, ‘mantık ilimini tahsil etmek / öğrenmek haram mıdır?’ demek istiyorsunuz. Kusura bakmayın ama böyle ‘mantıksız’ bir sual olmaz, demek geliyor içimden. Düşünsenize, asırlarca İslâm mekteplerinde, en son Osmanlı medreselerinde okutulmuş…
Hz. Üstazımızın (k.s.) muhterem babaları (r.aleyh) de kendilerine nasihat babında, ‘Usûl-i fıkıh ilmine iyi çalışırsan, dîninde kuvvetli olursun. Mantık ilmine iyi çalışırsan ilminde kuvvetli olursun’ buyurmuyorlar mı?
Keza, kendi tâlim ve tedris usûlleri içinde okuttukları derslerden biri de Mantık ilmi değil mi? Neden müfredatlarına alıp okutmuş, halen de okunmaya-okutulmaya devam edilmiyor mu? Böyle bir ilim dalının okutulup öğrenilmesinin haramlığı mı olur?
Ancak her şey gibi, her ilim dalı gibi bunu da dinin lehinde değil aleyhinde kullanacak olursan, elbette ki mes’ul olur, hesap gününde muahaze olunursun.
Kur’an-ı Kerim, yüzlerce âyet-i kerimesinde insanları, bâhusus mü’minleri dinî ve dünyevî ilimleri öğrenmeye teşvik eder. Bunlardan ikisini mealen takdim edelim:
“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” [Zümer suresi, 39/9]
“Eğer bilmîyorsanız, zikir (ilim) ehline sorun.” [Nahl suresi, 16/43]
Fahr-i Kâinat Efendimizin (s.a.v.) ilme teşvik eden pek çok hadis-i şerifleri vardır, birkaçı şöyledir:
“Beşikten mezara kadar ilim tahsil ediniz.” “Her şeyin bir yolu vardır, Cennetin yolu da ilimdir.” “İlim Çin’de bile olsa, gidiniz, alınız, tahsil ediniz.” [Beyhakî, Şuabü’l-İman, Beyrut, 2, 254]
“Hikmet mü’minin yitik malıdır, nerede bulsa alır.” [Tirmizî, Sünen, İlim 19]
“Kadın ve erkek her Müslüman’a ilim öğrenmek farzdır.” [İbn Mâce, Mukaddime, 17]
Bilindiği gibi Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.), Medine-i Münevvere’yi teşriflerinde ilk iş olarak mescit ile birlikte medresesini tesis etti. O medresede okuyan o günün talebelerine, “Ehl-i suffe / Ashâb-ı suffe” deniliyordu. Bunlar bütün hayatlarını ilim ve irfana vakfetmişlerdi. Günümüze kadar gelen bütün İslâm mektep ve medreselerinin temeli bu Suffa Medresesidir.
Eğer din, mantık dahil, ilme engel olsaydı, Asr-ı Saadet'teki gözler kamaştıran o terakkî, Avrupa’nın üstadı olan Endülüs’teki o tekâmül, dünyayı hayrette bırakan Selçuklu ve Osmanlı medeniyetleri vücuda gelebilir miydi?!. İslâm âleminde İmam Gazalî, Akşemseddin, İbn Haldun, Ali Kuşçu, Fârâbî, Uluğ Bey, İbrahim Hakkı, İmam-ı Rabbani… (rahmetullahi aleyhim ecmaîn) hazeratı gibi binlerce ulema ve hukema yetişebilir miydi?!.
Hâsılı; İslâm dini ilme karşı değil, ilimlerin istismarına, onun kötü ve zararlı yollarda kullanılmasına, usûle uygun tahsilin yapılmamasına karşıdır. Mesela akaid ve kelâmdan habersiz birilerinin mantık okuması gibi... Alet ilimlerini bilmeyen birilerinin âlî ilimlerle (tefsir-hadis-tasavvuf gibi) meşgul olmasına müsaade etmez, izin vermez. Ayrıca ihtiyaç olan ilimlerin, alanların da ihtiyaç miktarı öğrenilmesini teşvik etmiş, farz-ı kifaye hükmünü koymuş, gereksiz ve faydasız olanları ise zemmetmiştir. Bu usûl, dünyevî alanlarda dahi böyledir. Mesleklerin, işletmelerin, ticaretin belli noktalarda yoğunlaşıp, belli alanlarda ise boşluğun doğmasını önlemek için bu yol takip edilir. İşte ilim tahsilinde de haram olan, mekruh olan, mezmum ve yasak olan husus budur.
Keza unutmamak lâzım; ilmi de, sanatı da, teknolojiyi de ehil olanların tahsil etmesi gerekir. Yoksa nâ-ehil ellerde bunların tamamı İslâm’ın ve insanlığın aleyhinde olabilir, yararına değil zararına kullanılabilir; dolayısiyle tekâmüle değil, tedennîye (gelişmeye değil gerilemeye-alçalmaya) yol açar. Günümüzde bunun en bariz örneklerini her an yaşıyor ve görüyoruz maalesef! Öyle değil mi?
N e t i c e
Mantık, aklın neticesi ve sonucudur. Akıl ise ilmin sebeplerinden bir tanesidir. Diğerleri de selim duygular (sağlam beş duyu) ve tevatürdür (sahih-sağlam haberdir). Doğru düşünen şartlanmalardan âzâde, belli kayıtlar, belli prangalar vurulmamış akıl, ilmin sebeplerinden bir tanesidir. İslâmiyet’e gelince, bunun içinde aklın da yeri vardır, havass-ı selîmenin (sağlam beş duyunun) de yeri vardır, mantığın da yeri vardır.
Ancak İslâmiyet mantık ürünü değildir. Fakat mantıksız İslâmiyet de olmaz. Mantık aklın muhassalası yani neticesidir, akılsa mükellefiyetin şartlarındandır. Akıl olmadığı yerde kişi hiçbir dini mükellefiyetle sorumlu olmaz. Kişinin bütün bunlarla mükellef tutulabilmesi için gereken ilk şart akıldır, mantık da onun sonucudur. Akılla mantık bir nevi ikiz kardeşlerdir.
Biz akılla Allah’ın emir ve nehiylerinden gözettiği maksat ve maslahatları anlarız. Akıl bir alet olarak kullanılır. Bunun için aklın şımartıldığı, yani rasyonalizme düşüldüğü yerde, müşahede, tecrübe ve manevi şeyler inkâr edilir ki, bu bir ifrat (aşırılık) hareketidir.
Biz Müslümanlar olarak her meselede mûtedil, sırat-ı müstakim erbabıyızdır. Ne aklı-mantığı nefyeder / reddederiz, ne de bütün meseleyi aklın-mantığın omuzlarına yükleriz. Çünkü yalnızca akıl ve mantık çekemez bu işi. Akıl ve mantık ne Kabir ve ötesini, ne Sırât’ı, ne Cennet’i kavrayabilir, ne Cehennem’i ne de diğer âlemleri…
Şairimizin dediği gibi,
“İdrâk-ı meâli bu küçük akla gerekmez.
Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez.”
Aklı da mantığı da ve diğer ilim dallarını da iman ve İslâm bağından uzak tutmamak gerekir. Böyle olduğu takdirde faydası muhakkaktır. Ve illâ felâ…
Mevzu ile endirekt de olsa ilgisi bakımından lütfen aşağıdaki linklere de bkz.
http://www.halisece.com/sosyal-meseleler/1097-islam-mantik-dini-midir.html
***
Fazıl Karataş: Hocam Allah Razı olsun..Ruhul beyanda geçtiği için size sormak istedim..öğrenilmesi haram olan ilimler ile alakalı paylaşımda geçiyordu..konuyu şimdi anladım..selam ve dua ile..
(33.Kıssa) "Öğrenilmesi Haram Olan İlimler" İlim (bazen) haram olur. O da; 1- Felsefe, 2- Şa'beze, 3- Tencim (fal ilmi), 4- Remi ilmi, 5- Tabiatları bilme ilmi 6- Sihir ilmidir... 7- Mantık ilmi de felsefe ilminin içine girer.. Yine bu haram kısımdandır: 8- Hurûf ilmi, 9- Musiki ilmi... (Ruhü’-l Beyan Tercümesi C:11 S:283)
Halis ECE: Hepsi de anlattığımız ölçülere girer.
Haram olması, öğrenilmesinden dolayı değil, onların kötü maksatlarda kullanılmasındandır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur:
“Tuttular da Süleyman mülküne dair şeytanların uydurup izledikleri şeyin ardına düştüler. Oysa Süleyman inkâr edip kâfir olmadı, lakin o şeytanlar kâfirlik ettiler; insanlara sihir öğretiyorlar ve Bâbil'de Harut ve Marut'a, bu iki meleğe indirilen şeyleri öğretiyorlardı. Halbuki o ikisi ‘biz ancak ve ancak sizi imtihan (denemek-sınamak) için gönderildik, sakın sihir yapıp da kâfir olmayın!’ demeden kimseye birşey öğretmezlerdi. İşte bunlardan karı ile kocanın arasını ayıracak şeyler öğreniyorlardı. Fakat Allah'ın izni olmadıkça bununla kimseye zarar verebilecek değillerdi. Kendi kendilerine zarar verecek ve bir fayda sağlamayacak bir şey öğreniyorlardı. Yemin olsun ki, onu her kim satın alırsa, onu alanın ahirette bir nasibi olmayacağını da çok iyi biliyorlardı. Hakkiyle bilselerdi, uğruna canlarını sattıkları şey ne çirkin bir şeydi.” [Bakara suresi, 102]
Bu ayet-i celilede her şey gayet net olarak açıklanmış. Herhalde daha başka bir şey söylemeğe gerek yok.
Ancak bunlar içerisinde, öğrenmek için vakit harcanması dahi muvafık olmayanlar da var tabii. Ama mantık bu kategoriye girmez. Keza bu durum; ecdadın medreselerdeki eğitim-öğretim müfredatlarının (önce alet, sonra âlî ilimleri tahsil usûlünün) ne kadar doğru ve isabetli olduğunun da canlı bir şahidi olmuş oluyor. Temel İslami bilgilerden mahrum insanların tefsir okumalarının ne derece sağlıklıksız ve isabetsiz neticelere sebep olacağını görmüş oluyoruz. Oysa temeli sağlam bir kimsenin, burada anlatılanları anlamaması ya da yanlış anlaması neredeyse imkânsız, ama vaziyet ortada!
Her neyse... İnce meseleler bunlar...
Ayrıca biliyoruz ki; ulemânın bazısının cevaz verdiğine bazıları cevaz vermeyebiliyor. İçtihat farklılıkları da söz konusu haliyle…
Allah'a emanet olunuz.
F.K.: Hayırlı cumalar Hocam.. Allah razı olsun..