selamün aleyküm hocam hayırlı kandiller zekat da bildiğimize göre bir seneyi deveran etmesi şartı var peki bir önce verdiği zekattan günümüze kadar olan kazancının zekat durumu nasıl olur teşekkür eder hayırlı kandiller dilerim
*******
Ve aleyküm selam. Size de hayırlı kandiller…
Nisab miktarı mala sahip olan bir kimse, sene içinde, elinde olan malın cinsinden, yeni mallara nail olmuş olsa, bunları, önceki mallarına ilave ederek zekâtını hesaplar ve verir. Nail olduğu fazlalık, ister kendi malının artmasından olsun, ister başka şekilde artmış bulunsun, bu fazlalık önceki malına eklenir. Bunun; miras, hibe veya başka bir yolla artmış olması da müsavidir.
Hâsılı; asıl mal nisab miktarında ise, sonradan elde edilen mal, bu asıl mala ilave edilir.
Merhaba kadir geceniz mübarek olsun
Bir sorum var. Biz meal okuruz. Şunun bunun tefsir-ini(yorumlarını) okuyaran bugüne ışık tutmaz. Diyenlere cevap-ımız ne olacak.
Birde sizin meal kitabınız varmı diyorlar Hüseyin Savran Savran – Facebook
*******
Merhaba. Sizin de Leyle-i Kadr’iniz mübarek olsun.
1- ‘Biz meal okuruz’ diyenlere, en kısa yoldan şöyle cevap verebiliriz:
- Meal Kur’an demek değildir. Meal okuyan Kur’an okumuş olmaz. Ayrıca meal okuyarak din de öğrenilmez. Din; akâid, fıkıh, siyer, ahlâk… gibi temel dinî ilimler hakkında komprime sayılabilecek tarzda hazırlanmış eserlerden öğrenilir. Meal, adı üstünde ‘meal’dir. ‘Meal’ demek, malum olduğu üzere mefhum, mazmun, kavram, maksat, sonuç, öz ve özet demektir. Öz ve özetten neyi nasıl öğreneceksiniz? Hele hele bu öz, Kur’an-ı Kerim’in özeti ise, ne kadarını ne miktar doğru olarak kavrayabileceksiniz?
O bakımdan hep söylemeye-anlatmaya çalıştığımız husus; din, değil meal, tefsirlerden dahi sıhhatli bir şekilde öğrenilemez. Binaenaleyh mealden, hatta tefsirlerden de hakıyla-layıkıyla ancak ilim erbabı istifade edebilir. Onlar da belli bir alt yapıya, alet ve âlî ilimlere sahip olmakla bunlardan yararlanabilir. Yoksa bu okumalar, kafa karışıklığından öte gitmez. ‘Ortaya bir karışık’ türünden ucûbeler çıkar, meal müçtehitleri türer! Bugün dinî ilimler alanında çektiğimiz en büyük sıkıntı bu değil midir? Baş’la son’u birbirine karıştırırsak, neticenin bu olacağı da muhakkaktır. Her şey âdap ve usulünce yapılırsa doğru va sağlıklı neticeler elde edilir. Aksi halde dinde anarşi, dinî ilimler sahasında bir kargaşa söz konusudur.
2- ‘Şunun bunun tefsirini (yorumlarını) okuyarak bugüne ışık tut[ula]maz.’ İddiasına gelince…
- Asıl itibariyle bunun cevabı da birinci maddede söylediklerimizden bağımsız değil. Ancak şöyle bir açıklamada bulunabiliriz:
‘Tefsir’ mevzuu ayrı ve müstakil bir ilim dalıdır. Meal’den farklıdır. Öyle uluorta basit manada onun bunun ‘yorum’undan ibaret değildir. Belli usûl ve şartları vardır. O çerçevede yapılan açıklamalardır. Bunları okuyup anlayacak ve faydalanabilecek olan sınıf da muayyendir, alt yapısı olanlardır, sıradan avam-halk tabakası değildir. Detaylı bilgi için Tefsir usûlüne dair kitaplara bakabilirsiniz. Mesela Ömer Nasuhi Bilmen merhumun Tabakâtü’l-Müfessirîn’i bunlardan biridir.
Gerçek tefsirler hakiki ilim erbabı ve dinde ihlâs sahipleri için birer meş’aledir. Onlarla, elbette ki bugüne de, geçmişe de, geleceğe de ışık tutulabilir. Yeter ki tutması bilinsin… Her ilim erbabı müfessir olmadığına / olamayacağına göre, gayet tabii tefsirlerden faydalanacak, onların ışığından istifade edecek… Bunun bir başka yolu, yöntemi olamaz. Onlarla değil de kişi, kendi kaasır aklıyla-noksan mantığıyla-buçuk bilimiyle mi gününü ve önünü aydınlatacak..?! Bunlar boş ve câhilane lâflar! Cevaba liyâkati dahi olmayan uluorta edilmiş lakırdılar… Geçiniz; bunlarla ve bu gibi lüzumsuzluklarla kafanızı ve gönlünüzü yormayınız. Temelsiz, mantıksız, ilimle-bilimle alakasız gevezelikler… Lâf ola beri gele…
3- Bizim meal kitabımız yok. Yukarıda anlattığımız sebeplerden dolayı da, böyle bir şeye ihtiyaç olduğu kanaatinde de değiliz. Ayrıca faydalı olacağı mülahazasında olmadığımız için, lüzumuna dair de bir düşüncemiz yok. Aksine meal okuyup oralardan kendi kafalarına göre hükümler çıkartmaya kalkışan ‘meal müçtehitleri’nin dine verdikleri zararlar da ortada! Saymakla bitmez…
***
N e t i c e
Meal’den din öğrenilmez
Kur'an-ı Kerîm’in meal, terceme ve tefsirlerinden din öğrenilmez. Hatta âyet-i kerîmelerin manaları tam anlaşılmadığı için, bunlar zararlı da olabilir. Kur'an-ı Kerim’in tefsirinden her Müslümanın bilmesi lâzım olanları, akâid-kelâm, fıkıh-ahlâk âlimleri ve tasavvuf ehli zevât bildirmişler, bunları kitaplarına kaydetmişlerdir. Bu sebeple akâid-kelâm, fıkıh ve ahlâka dair kitaplar da birer tefsir mesabesindedir. Din, bu kopmrime eserlerden öğrenilir!
Ayrıca fazla teferruata girmeden muhtasar itikâd, ibâdet ve diğer yapılacak işlere / muâmelât ve ahlâka dair eserler yazılmıştır ki, bunlara bilindiği üzere ilmihâl kitapları diyoruz. Bu kitaplarda, her Müslümanın bilmesi lâzım gelen hususlar anlatılır. Her Müslümanın bunları bilmesi lazımdır, farzdır.
Ehil olmadan, dinî ilimleri doğrudan Kur'ân-ı Kerim’den, tefsirlerden ve meallerden öğrenmeye çalışmak-kalkışmak yanlıştır! Yanlış bir yol ve metodla doğru ve sağlıklı netice elde edilmez. İnsanın dalâlete, bozuk ve sapık yollara düşmesine, itikâdının ve imânının sarsılmasına sebep olur. O bakımdan eski dinî talim ve terbiye uslûlümüzde, tefsir ve hadis okuyabilmek için yıllarca ilim tahsil edilir, ancak ondan sonradır ki kişi, bu âlî ilimleri okuyabilir diye icazet alabilirdi.
İmâm Şa'rânî (k.s.) hazretleri buyuruyor ki:
“Hadîs-i şerîfler, Kur'ân-ı Kerim’i tefsir etti. Mezhep imamları, müçtehitler hadîs-i şerîfleri şerh etti. Diğer âlimler de, mezhep imamlarının-müçtehitlerin sözlerini açıkladı. Namazların kaç rek'at olduğunu, rukû' ve secdede okunacak tesbihleri, bayram ve cenaze namazlarının nasıl kılınacağını, zekât nisâbını, orucun ve haccın farzlarını, hukuk-muâmelât ilimlerini, Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) açıklaması olmadan doğrudan Kur'ân-ı Kerim’den anlamak mümkün değildir.”
İmran bin Husayn (rh.) de, “Bize yalnız Kur'an'dan konuş!” diyene, “Ey ahmak, Kur'an-ı Kerim’den her şeyi anlamak mümkün mü? Meselâ namazların kaç rek'at olduğunu bulabilir miyiz?” buyurdu. [Bkz. İmam Şa’rânî, Mîzânü’l-Kübrâ]
Hz. Ömer'e (r.a.) de, “Farzlar seferde kaç rek'at kılınır? Kur'an’da bulamadık.” dediler. Cevaben, "Allah Teâlâ bize Muhammed aleyhisselâmı gönderdi. Biz, Kur'an-ı Kerim’de bulamadıklarımızı, Rasûlullah’tan (s.a.v.) gördüğümüz gibi yapıyoruz. O, seferde dört rek'atlık farzları, iki rek'at olarak kılardı. Biz de öyle yaparız" buyurdu.
Rasûl-i Zîşân Efendimiz (s.a.v.) de, “Âlimlere tâbi olun” buyuruyor. O halde onun emrine uyarak, âlimlere tâbi olmamız, ulemâya uymamız şarttır. Fıkhı bilmeden dine uymak mümkün olmaz. Çünkü dinin temeli fıkıhtır. Âlimlerimiz; ‘Akaid-kelâm, fıkıh ilimlerini öğrenmeden tefsir ve hadis ile uğraşmak (Allah korusun dinde) iflas alâmetidir’ buyurmuşlardır.
Hâsılı; hangi meal-tercüme olursa olsun, hiçbir Kur'an mealinden-tercümesinden din öğrenilemez. Filasıl hiçbir meal ve tefsir de tam sayılmaz.
Bir kimse, bir ayet-i kerimeyi tefsir ederken, açıklarken, yalnız kendi görüşüne, kendi aklına-mantığına göre açıklama yaparsa kâfir olur. İşte bu sebepten dolayı, peygamberler (aleyhimüsselâm) hariç, insanların en üstünü olmasına rağmen, Hz. Ebu Bekir Sıddık (r.a.), “Kur'an-ı Kerimi kendi re'yimle / kendi görüşümle tefsire kalkarsam, beni hangi yer taşır, hangi gök gölgeler?” buyurmuştur.
Avâmın / halkın, tefsirlerden, hadislerden dinini öğrenmesi mümkün değildir. Mesela abdestin farzı, Hanefî’de 4, Şâfiî’de 6, Mâlikî ve Hanbelî’de daha fazladır. Tefsirden abdestin farzını bile öğrenmemiz mümkün değilken, itikadî mevzuları öğrenmemiz nasıl mümkün olur?
İslâm âlimleri yıllarca çalışarak, tabiri caizse kılı kırk yarıp uğraşarak Kur'an-ı Kerim’den çıkardıkları hükümleri, eserlerine yazmışlardır. Bir Müslüman, hangi mezhepte ise, mezhebine ait kitapları okur, dinini öğrenir. Zaten her Müslümanın, bir hocadan, bir ilmihâl kitabından okumakla, dinine ait lüzumlu bütün bilgileri öğrenmesi mümkündür.
Tıbba dair kitaplar okuyarak hastalıklara teşhis koymak, tedavi ve ameliyatlara girişmek milyonda bir ihtimâl de olsa belki mümkün olabilir. Fakat, sıradan bir insan için Kur'an’dan dini tam olarak öğrenmek, anlamak mümkün olmaz. Her işi ehlinden tâlim etmek gerekir. Fıkıh kitaplarını "Tabu" olarak gösterenler, "Dini Kur'an’dan, tefsirden, hadis kitaplarından öğrenin!" diyenler, eğer cahil değilseler, dinde anarşi-karmaşa-kargaşa çıkartmak için çalışan art niyetli kimselerdir.
Prof. Dr. M. Sait Yazıcıoğlu, Diyanet İşleri Başkanı iken, 8 Ocak 1989 gün ve 01/924/008 sayılı açıklamasında ‘Sadece Başkanlığımızca yayınlanmış olan Kur'an-ı Kerim mealinde değil, diğer meallerde de bazı hatalar bulunmaktadır’ demişti. Meselenin bu yönü de ayrı bir muamma…
Hiç hata olmasa bile meal’e, "Allah kelâmı" denmez. Kur’an-ı Kerim’in başka dillere yapılan tercemelerine Kur'an denmez, denemez. Bunlara ancak, Kur’an-ı Kerim’in meali denir. Onlar, Kur'an-ı Hakîm niyetiyle okunamaz; o niyetle okumak insana sevap kazandırmaz, aksine vebâl olur. İbn Hacer-i Mekkî (rh.) hazretleri buyuruyor ki: ‘Kur’an-ı Kerim tercemesini, Kur’an-ı Kerim yerine okumak haramdır.’ [Bkz. Fetâvâ-yi Fıkhiyye, s. 37]
Diyanet’in hazırladığı ‘Kur'an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı’ isimli mealin önsüzünde şöyle deniyor:
‘Kur'an-ı Kerim, Türkçeye değil, hiçbir dile hakkıyla çevrilemez. Kur'an-ı Kerim’de muhtelif manalara gelen lafızlar (kelimeler-mefhumlar-kavramlar) vardır. Böyle bir lafzı terceme etmek, çeşitli manalarını bire indirmek olur ki, verilen tek mananın ise murad-ı ilahi olduğu bilinemez.’
Bir kısım sözde ilim erbabının, ‘Allah’ın murâdı şudur’ demeleri, onların cehaletlerini gösterir. Eğer murâd-ı ilahî tek olarak anlaşılsaydı, birbirinden farklı mezhepler meydana gelmezdi. O takdirde de, ‘Ümmetimin ihtilâfı, geniş rahmettir’ hadisinin sırrı nerede kalırdı?
Kur'an-ı Kerim hiçbir dile tam olarak çevrilemez, dadik. Evet çevrilemez, hatta kendi lisânı olan Arapça’ya dahi terceme edilemez. Herhangi bir şiirin bile, tam tercümesine imkân yoktur. Ancak izah edilebilir. Kur'an-ı Kerim’in manası tam olarak bir mealden-tercümeden anlaşılmaz, anlaşılamaz. Bir âyetin manasını anlamak demek, Allah Teâlâ’nın, bu âyette ne demek istediğini anlamak demektir. Dolayısiyle bu âyetin herhangi bir tercemesini okuyan, murad-ı ilahiyi tam olarak öğrenmiş olmaz. Sadece terceme edenin, bilgi derecesine göre anlamış olduğunu okuyup öğrenir.
Mevzu ile ilgili aşağıda linklerini vereceğimiz yazıları da mutlaka okuyunuz.
http://www.halisece.com/islami-makaleler/267-kuran-muslumanligi-mustesrikler-ve-mezhepsizler.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/2677-kuran-i-kerim-in-diger-dillere-tercume-edilmesi.html
http://halisece.com/sorulara-cevaplar/2462-hadis-kitabi-okuma.html
http://halisece.com/islami-makaleler/393-kuranda-mutesabih-ayetler-ve-mukattaa-harfleri.html
http://halisece.com/sorulara-cevaplar/2720-ibadet.html
http://halisece.com/sorulara-cevaplar/515-ayet-ve-hadisten-delil-gostermek.html
http://halisece.com/sorulara-cevaplar/944-tefsir.html
http://halisece.com/sorulara-cevaplar/2442-kredi-karti-ile-ticaret.html
Sonda oruca zarar vermez. Bu meseleye mümâsil olarak Büyük İslam İlmihali’nde şu maddeyi görüyoruz:
“Erkeğin ıhliline (tenasül organının deliğine, sidik yoluna) damlatılan su veya yağ, mesaneye (idrar torbasına) kadar gitse de, İmam-ı Azam ile İmam Muhammed’e (rahımehumallah) göre orucu bozmaz. Mesaneye (idrar torbasına) kadar gitmeyip de ıhlil içinde (idrar yolunda) kalırsa, ittifakla bozmaz. Fakat tenâsül cihazına (kadının üreme organına) damlatılan su veya yağ, orucu bozar. Bu bir hukne mesabesindedir. İçeriye kadar nüfuz eder, bunda hilâf yoktur. ” [Bilmen, Ö.N., A.g.e., s. 292, md. 122]
Hukne (lâvman için kullanılan) bir ilaçtır. Bunu kullanmaya "İhtikan" denir. Hukne için kullanılan özel alete de "Mıhkane: Şırınga" denir. Bu şırınganın ucu, aşağıdan (makaddan) nereye kadar yetişirse, oraya varacak kadar yapılacak bir istinca (necasetten temizlenme işindeki mubâlağa) da orucu bozar. Böyle bir istinca da pek az yapılabilir. Zaten bunun yapılması sağlığa zararlıdır.
İhtikan (şırınga yapmak), buruna ilaç akıtmak, kulağa yağ damlatmak da orucu bozar ve kazayı gerektirir. [A.g.e. ve m., s. 292, md. 120-121]
Velhâsıl; erkeğin idrar yoluna takılan sonda (akaç, su yolu, kanal), bunu takmak için sürülen kayganlaştırıcı veya mesâneyi (sidik torbasını) yıkamakta kullanılan sıvı madde orucu bozmaz. [Müftırâtu’s-Savm, Muhammed Salih el-Useymîn (Terceme: Orucu Bozan Şeyler, Muhammed Şahin)]
***
Büyük İslam İlmihali’nde, sadedinde olduğumuz meseleyle alakalı diğer bazı maddeler:
“123- Su veya yağ ile ıslanmış bir parmağın ön veya arka tarafa sokulması, oruç hatırlanması halinde olursa orucu bozar. Unutma halinde ise, bozmaz. Kuru bir parmağın sokulması, her iki halde de orucu bozmaz.
124- İnsanın derisinden içeriye sızan şeyler orucu bozmaz. Bunun için vücuda sürülen bir yağ veya yıkanılıp içeriye soğukluğu geçen bir su, orucu bozmaz.
Yine, göze dökülen bir ilaç orucu bozmaz, boğazda duyulsa bile... Göze sürülen bir sürme de böyledir, izi ve rengi tükürükte görülse de... Çünkü bunların öyle içeriye geçmesi derideki emişlerledir.
125- Oruçlunun kendi işi olarak ağzından başka, vücudunun herhangi bir kısmından içine tamamen sokulup kaybolan veya başkası tarafından sokulup vücuda yarar sağlayan herhangi bir şey orucu bozar. Bu hususta içeriye giden şeye bakılır, gittiği yola bakılmaz. Bundan dolayı bir kimsenin başkası tarafından herhangi bir uzvuna saplanıp vücutta kaybolan odun ve demir benzeri bir şey orucu bozar. Fakat böyle bir şeyin bir ucu dışarda kalmış olursa, orucu bozmaz. Bir parçası içeriye sokulmuş olan bir süngü veya bir odun parçası gibi...
Yine, iç boşluğa veya dimağa kadar uzayan derin bir yaraya konulan yaş bir ilaç, içeriye veya dimağa kadar geçince orucu bozar, kazayı gerektirir.
Bu mesele, İmam Serahsinin "Mebsut" adlı kitabındaki açıklamasına bakılırsa, İmam-ı Azam'a göredir. Bu esas üzerine denilir ki, Ramazanda gündüz vakti vücuda yapılan iğne de orucu bozar ve kazayı gerektirir. Çünkü bu, hem oruçlunun rızası ie yapılmakta, hem de vücudun yararına yapılmış bulunmakladır. İğne aracılığı ile vücudda bir yol açılıyor ve böylece ilaç tam vücudun içine akıtılmış oluyor. Artık bu şekilde ilacın içeriye girmesi, suyun deriden emilerek içeriye geçmesi gibi değildir. Bundan dolayı açık bir ihtiyaç veya zaruret bulunmayınca, iğneler iftardan sonra yapılmalıdır. İhtiyata uygun olan budur.
Hatta bir görüşe göre, başkası tarafından sokulup vücudun içinde kaybolan demir parçası gibi bir şey, vücudun yararına olmadığı halde, yine orucu bozar.
İki imama gelince, bunlara göre bir şey, tabiî yoldan içeriye gitmedikçe oruç bozulmaz. Çünkü oruç; "Yaratılışta bir yol ve kanal olan bir uzuvdan (organdan) bir şeyi içeriye sokmaktan kendini tutmaktır." Biz böyle bir imsak ile emrolunmuşuz. Bu hususta geçici olan yol ve kanallara itibar edilmez.
Bunun için dışardan bir yaraya konulan ilaç, boşluğa kadar gitse de, orucu bozmaz. Vücudun derisini yırtarak içeriye gidip kaybolan bir demir, bir kurşun parçası hakkında da hüküm böyledir. Buna göre iğne ile de orucun bozulmaması gerekir. Evvelce, fetvahane tarafından da bu yolda fetva verilmişti. Fakat daima ihtiyat yolunun gözetilmesi iyidir.
126- Baştaki veya karındaki bir yaraya konulup yaranın ıslaklığı ile dimağa veya boşluğa gitmeyen bir ilaçtan ittifakla oruç bozulmaz. Fakat böyle bir yaraya konulup dimağa veya ileriye gidip gilmediğinden şübhe edilen sıvı bir ilaç, İmamı Azam'a göre orucu bozar. Çünkü böyle bir ilaç adet bakımından içeriye geçer, iki imama göre, bununla oruç bozulmuş olmaz. Çünkü böyle şübhe ile oruç bozulamayacağı gibi, tabiî olmayan bir yoldan içeri giren bir ilaç ile de oruç bozulmaz.”
Selamun aleyküm hocam, bazen içimden kötü duygular geçiyor, fakat konuşmuyorum bunları, bunlardan dolayı günaha girer meyim, sorumlu olur muyum? Yavuz Selim Karataş – İstanbul
*******
Ve aleyküm selam.
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) Buhari ve Müslim'in müştereken rivayet ettikleri bir hadîs-i şerîflerinde, "Kalbe gelen kötü şey söylenmedikçe ve buna uygun hareket edilmedikçe (uygulanıp fiiliyata dökülmedikçe) afv olur" buyurmuşlardır. [Bkz. Müslim, Sahih, İman, 201]
İnsanın kalbine, küfür veya bid’at olan bir düşünce geldiğinde, bundan dolayı üzülür ve hemen bunu reddederse, bu kısa süreli düşünce, küfür olmaz.
Ancak kötü şeyleri düşünmek, mü'minin kalbinde manevi huzursuzluk ve sıkıntılar meydana getirir. İbadet ve taatlerinden, tefekkür ve tezekküründen zevk almamaya / alamamaya başlar. Bu duygular sürekli hâle geldiğinde ise, insanın içindeki vera' ve takvâ duyguları zayıflar, hatta -Allah korusun- yok olabilir. Dolayısiyle günahlara karşı meyli artar.
O bakımdan kötü duyguları bastırmak, onları zihnimizden-gönlümüzden silip atmaya çalışmak, her hususta olduğu gibi bu hususta da Rabbimizden yardım istemek, şeytanın ve nefsin vesvese ve iğvaatından O’na sığınmak en doğru yoldur.
Kendimizi Allah için hayırlı ve güzel amellerle / işlerle, ibadet ve taatlerle meşgul etmeye gayret etmeliyiz. Yoksa nefis ve şeytan, çevremizdeki şeytanlaşmış bir takım insanlar bizi yanlış şeylerle meşgul ederler.
Binaenaleyh bütün bu iyilik ve güzellikleri de sadece düşünmekle kalmayıp, düşüncelerimizi fiiliyata geçirmeye, hayatımızda uygulamaya çaba göstermeliyiz.
Evet, gönlümüzden geçen kötü şeyler sebebiyle günaha girmiş sayılmayız. Hatta hadis-i şerifte buyrulduğuna göre, "Bir kimse bir kötülük yapmak ister de onu yapmazsa (yani bu düşüncesini uygulamaz, içinden atarsa) ona bir iyilik yapmış gibi sevap yazılır.'' [Buhârî, Sahih, Rikâk, 31]
Ve yine eğer bunun zıddını yapar, yani iyi şeyler düşünür, hayırlı işler yapmayı dilersek, yapmasak / yapamasak bile ecre-sevaba nail oluruz. Kısacası, iyilikleri, hayırlı ve güzel şeyleri sadece düşünmekle de mükafât kazanırız.
Cenab-ı Hakk’ın cömertliğine, lütuf ve ihsanına sınır yoktur. O çok gafûr’dur, çok rahîm’dir, çok halîm’dir. Yeter ki biz ümitsizliğe kapılmayalım. Ve şunu da unutmayalım; mes’ul olduğumuz ibadet ve amellerin temeli, kalp işi olan niyet’tir. “Kulak, göz ve kalp-gönül, bunların hepsi yaptığı işten mes’uldür." [İsrâ suresi, 36] âyeti kulak ve göz ile birlikte kalbin de yapılan işlerden sorumlu olduğunu bildirmektedir. “Mü’minler arasında edepsizliğin, kötü söz ve davranışın yayılmasını arzulayan kimseler için dünyada da, ahirette de elîm (acı veren) bir azap vardır. Allah (her şeyi) bilir; siz bilmezsiniz." [Nûr suresi, 19] fermânı da, çirkin söz ve huyların yayılmasını sevenlerin, dünyâda ve âhirette acı bir azâba uğrayacaklarını haber veriyor… Ve Allah'ın, her şeyi olduğu gibi, bu tür insanların gönüllerindeki niyeti, maksadı da bildiğini hatırlatıyor.
Çirkin sözleri, edepsizliği yaymayı sevmek, bir gönül işidir, düşüncedir. İşte kişinin gönlündeki bu düşünceyi bilen Hz. Allah, bu kararlı düşünce sahibini cezalandırır. Çünkü bu düşünce, kasıtsız, gelip geçici bir hâtıra, bir vesvese değil, fiiliyata dönüşecek bir karardır. İşte bundan ötürü Allah Teala o kimseyi cezalandırmaktadır.
İnsan kalbine gelen vesveselerden kurtulmaya çalışmazsa, o düşünceler zamanla kalbi istîlâ edip sonunda insanı kötü amellere, çirkin huylara sürükler. Vücudu harekete geçiren ruhtur, düşüncedir. Bundan dolayıdır ki Rasûl-i Ekrem (s.a.v.), "Dikkat edin; bedende bir et parçası vardır ki, o düzeldi mi bütün vücut düzelir, o bozuldu mu bütün vücut bozulur. Dikkat edin, o kalptir!'' buyurmuştur. [Bkz. Buhârî, Sahih, İmân, 39; Müslim, Sahih, Müsâkât 107; İbn Mâce, Sünen, Fiten 14; Dârimî, Sünen, Buyû, 1]
Mevzu ile ilgili olarak ayrıca aşağıdaki linklere de bkz.
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1934-imani-takviye-ve-vesveseden-kurtulmak.html
http://www.halisece.com/islami-makaleler/859-seytani-bir-illet-v-e-s-v-e-s-e.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/544-zikir-aninda-kalbe-gelen-vesveseler.html
hocam selamun aleykum.
Ramazan ayının son cuma günü ezanla sala arasında veya imam hutbeyi okuyup oturunca araf suresi 10.ayeti ve sad suresi 54.ayetleri birlikte yazılıp edebe ters düşmeyecek şekilde cüzdanda taşınırsa bir sene boyunca para sıkıntısı çekilmezmiş size sormak istedeiğim böyle şeylerin aslı varmı.bana soruldu bilmiyorum diye cevap verdim size sormayı uygun buldum hakkınızı helal ediniz tekrar hayırlı cumalar
*******
Ve aleyküm selam.
Ben de bilmiyorum. Ayrıca araştırma lüzumu da görmüyorum. Rızık genişliği hakkında detaylı ve sağlıklı bilgi için aşağıdaki linklere bkz:
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/757-rizik-genisligi-icin.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/605-zenginlik-rizik-genisligi-dua-ve-zikir.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1467-ehl-i-sunnet-itikadina-gore-rizik-meselesi.html