Selamunaleyküm muhterem efendim, duha, evvabin ve teheccüt namazlarında okunması hususi olarak tavsiye edilen sure yada sureler var mıdır? Latif Hatıl
Hocam bir takipçiniz size (ulaşamayan) bunu sual etmemizi reca etti..
Soru: Bize ulaşamayan bir okuyucu adına Davut Toklu’dan geldi. Kategori: Soru – Cevap
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Salât-ı teheccüd, duhâ ve evvâbîn namazlarında vakit darsa, Elem tera’dan [aşağıya doğru okuyarak] kılmak evlâ… Vakit müsaitse;
- İsm-i A‘zam ile kılmak arzu eden,
1. Rek’atte Fâtiha’dan sonra ‘Elif Lâm Mîm…hümü’l-müflihûn’ ve ‘Âyetü’l-Kürsî…’
2. Rek’atte Fâtiha’dan sonra ‘Âmene’r-rasûlü’ ve Sure-i Âl-i İmrân’ın başı: ‘Elif Lâm Mîm Allâhu lâ ilâhe illâ hüve’l-hayyü’l-qayyûm.’
3. Rek’atte Fâtiha’dan sonra ‘Leqad câeküm rasûlün min enfüsiküm…’ ilâ âhirihi. [Sure-i Tevbe, ]
4. Rek’atte Fâtiha’dan sonra ‘Veleqad ketebnâ fi’z-Zebûri…’ ilâ âhirihi. [Sure-i Enbiyâ, 105-112]
5. Rek’atte Fâtiha’dan sonra ‘Şehidallâhu ennehuu lâ ilâhe illâ huu…serîu’l-hisâb.’ [Âl-i İmrân, 17-19]
6. Rek’atte Fâtiha’dan sonra, ‘Sümme enzele aleyküm min ba‘di’l-ğammi… bizâti’s-sudûr.’ [Âl-i İmrân, 154]
***
- Muhabbet-i Rasûlullah ile kılmak arzu eden, ‘Leqad câeküm…’ veya ‘Veleqad ketebnâ…’ ile… [Kayıtta belirtilmemiş ama muhtemelen bunlar ilk iki rek’atte okunuyor. H.E.]
***
- Esmâ-i Hüsnâ ve aynı zamanda Hatm-i Sağîr ile kılmak istenirse,
1. Rek’atte Fâtiha’dan sonra ‘Hüvallâhüllezî… Elem Neşrahleke… İnnâ enzelnâhu…’
2. Rek’atte Fâtiha’dan sonra ‘Elem tera… ile ‘Qul eûzü birabbinnâs…’ arası tamamen okunur.
Teheccüt namazlarında Sûre-i Mülk 6’ya taksim edilerek de okunur. [Ahbâb hocaefendi merhum, Notlar (gayr-i matbû), s. 18]
Selamun aleyküm, Ya biliyorum bıktınız benden ama derdime derman bulun, ne olur. Önceden sözünü verdiğim şeyleri yapamadığım için hiçbir şey yapamıyorum resmen. O kadar vesveseliyim ki... İçimden resmen beni müslümanlıktan çıkaracak sözler söylüyorum haşa. Neden böyle oluyor bilmiyorum zaten önceden vermiş olduğum sözlerden dolayı ne yapabilirim bilmiyorum. Yardım edin, ne olur. Vallahi kusuruma bakmayın, çok sıktım sizi biliyorum.
Soru: Irem tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Usanıp bıkmaktan ziyade, inanın ben de gerçekten bu durumda olup bir türlü söz konusu rahatsızlığı üzerilerinden atamayan kardeşlerimize acıyorum. Bir nebze öfkeli, biraz da sert üslûbum dahi sırf kendilerini o rahatsızlıktan uzaklaştırmak için. Çünkü sen daha iyi bilirsin, bu illetle mâlul olan insanlara yumuşak ve merhametli yaklaşmak pek de faydalı olmuyor, vesveselerine daha çok bağlanmalarına yol açıyor. Bu sebeple onlara karşı tavizsiz ve kararlı olmak gerekiyor.
Dilerseniz mesajınızda yazdıklarınızı kısaca maddeler halinde ele alalım.
1. Derdine dermanı verecek olan Allah’tan başkası değildir. Bunu bir defa tesbit edip böylece inanalım. Bildiğiniz gibi 99 Esmâ-i Hüsnâ’dan biri de “Şâfî (şifa veren)” ism-i şerifidir. O’nun dışındaki herkes, hastalıkların iyileşmesinde sadece bir vesiledir-vasıtadır-aracıdır.
2. Hiçbir durumda gereksiz yere söz verme. Hatırlarsın, bu hususu daha önce de sormuştun, cevaplamış idik. Ve bu noktada şu kuralı hiçbir zaman unutma, hatırından çıkartma, kalbine nakşet ve ona göre davran:
"Bir şey tamamiyle / bütünüyle elde edilmezse (yapılamazsa), tamamen de terk edilmez.”
Her zaman, her durumda yapabildiklerini yapmaya çalış, yapamadıklarından zaten sorumlu tutmaz Hz. Mevlâ seni… Çünkü O, kuluna gücünün üzerinde bir yük yüklememiştir. Sen de dikkat et, gerekli gereksiz, hele hele üstesinden gelemeyeceğin hususlarda söz verme. Normal olarak yapman gerekenleri yapmaya, kaçınman gerekenlerden de kaçınmaya çalış. Mesele bu kadar basit. İçinde bulunduğun vaziyeti de kafanda-gönlünde büyütme. Hayatta her şey her insanın başına gelebilir. Ama bu illetten kurtulmak da bir bakımı senin kendi sağlam iradene bağlı. Bunu da unutma!
3. İçinden geçen İslâm’a aykırı düşünceleri söze ve fiiliyata dökmedikçe sorumlu olmazsın. Onlar seni Müslümanlıktan çıkratmaz, aksine senin mü’min olduğunun alametidir. Dua et, Allahu Teâla şeytanın ve nefsin eline bir an, hatta göz açıp yumuncaya kadar bile bırakmasın. En büyük düşmanımız onlarken, niye kendi kendimizi yiyip bitirelim ki! Öyle değil mi?
Şimdi ben sizden gene kesin olarak aşağıda linklerini vereceğim yazıları, mutlaka ama mutlaka üzerlerinde düşünerek, kendi kararlılığınızı tavizsiz bir şekilde ortaya koyarak okumanızı, okumanızı, o-ku-ma-nı-zı isteyeceğim.
Esasen bu hususta yazdıklarımızın dışında söylenecek pek de fazla bir şey yok. Bütün mesele sizin sağlam ve kararlı tumumunuza, iradenize bağlı. Tamam mı kıymetli kardeşim? Başka türlü olmaz bu iş. Hayatı, kendinize de çevrenize de zehir etmekten kurtulamazsınız. Üstüne üstlük, mesajınızda da işaret ettiğiniz gibi, şeytanın maskarası haline gelirsiniz.
Muhakkak surette okumanı istediğim yazıların linkleri:
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1934-imani-takviye-ve-vesveseden-kurtulmak.html
http://www.halisece.com/islami-makaleler/859-seytani-bir-illet-v-e-s-v-e-s-e.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/3778-itikadi-esaslarda-vesvese-illeti-hukmu-ve-caresi.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/3577-ruyada-islenen-kotuluk-gunah-sayilir-mi.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/3558-allah-a-soz-vermek.html
http://www.halisece.com/islami-makaleler/3103-eger-soyle-yapsaydim-bu-basima-gelmezdi-deme.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/3826-vesvese-sorulari.html
Son bir hatırlatma:
İmkân nisbetinde abdestli bulunmaya gayret et. Felak - Nâs surelerini ve “Eûzü bi-kelimâtillâhittâmâti külliha min şerri mâ halak” sığınma duasını okumayı ihmâl etme. Allah’ın (c.c.) izniyle şifâ bulup bu illetten kurtulacağından da emin ol. Zerre miktarı da olsa kalbinde şüphe kalmasın, olmasın, bulunmasın!
“Yâ şâfiye’l-emrâz… Ve’şfi merzânâ.” Âmin…
Sürekli bosama sözü ağzında olan koca karısını lafla bosayamasin diye ben talak hakkarimi mahkemeye devrettim bizi bosasa mahkeme boşar diyerek bu sorumluluktan kurtulabilir mi? Sonra gene bosol dese karısı boş olur mu?
Aysemeva tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
*******
Meseleyi doğru dürüst analşılır tarzda dile getirirseniz iyi olur. Talak hakkını kim mahkemeye devrediyor? Koca mı? Yoksa tefvîz-ı talaka sahip olan hanım mı? Tabii ki boşama yetkisi elinde olan kişi (karı veya koca), bu tasarrufta bulunabilir. Mahkeme de davayı neticeye bağlayıp tefrike karar verebilir, dolayısiyle karı-koca talak-ı ric’î ile boşanmış olurlar. Ayrıca kendisi de “boşol” derse, bir talak da öyle vaki olur ve bâin talakla boşanmış olurlar.
Bütün bunlarla alakalı detaylar ve hükümler için sitede genişçe açıklamalar var. Lütfen bkz.
Hep hatırlatıyoruz, gene hatırlatalım… Bu meseleler de defalarca sorulup cevaplanmış hususlardır. Lütfen siteden araştırmadan sormayınız. Bunca hatırlatmaya rağmen bu ikaza uymazsanız, bilesiniz, hakkımızı helal etmeyiz, vebâl altında kalırsınız, haberiniz olsun.
Selamun aleyküm değerli hocam. İslam hukukunda doç. dr. olan bir hocanın aşağıdaki bağlantısı uygun mu sizce? Açıkçası beni rahatsız etti ama ne diyeceğimi, ne yazacağımı da bilemedim.
Hz. Peygamber (s.a.v.) Medine'ye hicret ettiğinde Yahudilerin, Hz. Musa'nın ve İsrailoğullarının Firavun'un zulmünden kurtuluş günü olarak andıkları Muharrem'in 10'uncu gününde oruç tuttuklarını görmüş ve "Biz Musa'ya Yahudilerden daha layığız" diyerek ashabına bu günde oruç tutmalarını buyurmuştu.
Aynı mantık toplumda annelere karşı sevgi ve saygı duyarlılığı oluşmasına katkı sunması kuvvetle muhtemel olan anneler günü vb. günler için de pekâlâ işletilebilir. "Biz cenneti anaların ayakları altına seren, babadan ziyade anaya iyilik etmeyi tembihleyen bir dinin müntesipleriyiz. Biz annelerimizin kadru kıymetini herkesten daha iyi bilir, onlara saygı ve ihtiramda en ufak kusur etmeyiz." demekten bizi alıkoyan nedir ki?
Soru: Emer Karkar tarafından yazıldı. Kategori: Soru – Cevap
*******
Ve aleyküm selam.
Muhterem kardeşim; bir meselenin bizcesi-sizcesi olmaz. Aslolan İslâm’a uygun olup olmadığıdır. Bakalım, karınca kadrince değerlendirmeye çalışalım; uygun mu değil mi?
Daha önceki yıllarda kaleme aldığımız Şehrullâhi'l-Muharrem ve Yevm-i Âşûre başlıklı bir makalede şunları kaydetmişiz:
“Yevm-i Âşûre... Lûgatta onuncu gün anlamına gelen bu terkip (tamlama), Türk-İslâm ıstılâhında (terminolojisinde) Âşûre gününü ifade etmektedir. Bilindiği gibi "yevm" Arapça gün demektir. Türkçemizde kullandığımız "yevmiye" de gündelik anlamına gelir. Aşer on, Âşûre de onuncu demektir. Bu güne "Âşûre" denmesinin sebebi, Muharrem ayının onuncu gününe denk geldiği içindir. Önümüzdeki 29 Ocak Pazartesi günü Âşûre Günüdür. Yani hicri-kameri takvimde, yılın ilk ayı olan Muharrem ayının onuncu günü...
Âşûre Gününün Allah katında ayrı bir yeri vardır. Bu günde Cenâb-ı Hak on peygamberine on çeşit ikramda bulunmuş ve kudsiyetini arttırmıştır. Bu günlerde oruç tutmak çok faziletlidir.
Muharrem ayının diğer aylar arasında ayrı bir yeri olduğu gibi, Âşûre Gününün de diğer günler içinde daha mübarek ve bereketli bir yeri bulunmaktadır.
Âşûre Gününün Allah katında çok seçkin bir yerinin olduğunu, başta Kitabımız Kur'an-ı Kerim'in Fecr Sûresinin ikinci âyeti olan "On geceye yemin olsun" ifâdelerinin tefsirinden öğrenmekteyiz. Bazı tefsirlerimizde bu on gecenin Muharrem'in başından Âşûre’sine kadar geçen geceler olduğu açıklanmaktadır. [Elmalı'lı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, 8, 5793]
Cenâb-ı Mevlâ-yı zû'l-Celâl bu gecelere yemin ederek, bize, onların kudsiyet ve bereketini bildirmektedir.
Hadis kitaplarındaki açıklamalara göre ise, bu güne bu ismin verilmesinin hikmeti, o günde Cenâb-ı Hak on peygamberine on değişik ikram ve ihsanda bulunduğu içindir.
Bu ikramlar şöyle belirtilmektedir:
1. Allah Teâlâ, Hz. Musa'ya (a.s.) Âşûre Gününde bir mucize ihsan etmiş, denizi yararak Firavun ile ordusunu sulara gömmüştür.
2. Hz. Nuh (a.s.) gemisini Cûdi Dağının üzerine Âşûre Gününde demirlemiştir.
3. Hz. Yunus (a.s.) balığın karnından Âşûre Günü kurtulmuştur.
4. Hz. Âdem'in (a.s.) tevbesi Âşûre Günü kabul edilmiştir.
5. Hz. Yusuf kardeşlerinin atmış olduğu kuyudan Âşûre Günü çıkarılmıştır.
6. Hz. İsa (a.s.) o gün dünyaya gelmiş ve o gün semâya yükseltilmiştir.
7. Hz. Dâvud'un (a.s.) tevbesi o gün kabul edilmiştir.
8. Hz. İbrahim'in (a.s.) oğlu Hz. İsmail o gün doğmuştur.
9. Hz. Yakub'un (a.s.), oğlu Hz.Yusuf'un hasretinden dolayı kapanan gözleri o gün görmeye başlamıştır.
10. Hz. Eyyûb (a.s.) hastalığından o gün şifaya kavuşmuştur. [Sahih-i Müslim Şerhi, 6, 140]
Hz. Âişe'nin (r.anhâ) belirttiğine göre, Kâbe'nin örtüsü daha önceleri Âşûre gününde değiştirilirdi.
İşte böylesine mânalı, büyük ve kudsî hâdiselerin yıldönümü olan bu mübarek gün ve geceler, Asr-ı Saadet'ten beri Müslümanlarca hep ihya edilegelmiştir. Bugünlerde ibadet için daha çok zaman ayırmışlar, başka günlere nisbetle daha fazla hayır hasenatta bulunmuşlardır. Çünkü, Cenâb-ı Hakk'ın bugünlerde yapılan ibadetleri, edilen tevbeleri kabul edeceğine dair hadis-i şerifler mevcuttur.
Âşûre gününde ilk akla gelen ibadet ise, oruç tutmaktır. Muharrem ayı ve Âşûre Günü, Ehl-i Kitap olan Hıristiyan ve Yahudiler tarafından da mukaddes sayılırdı. Nitekim Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Medine'ye hicret buyurduktan sonra orada yaşayan Yahudilerin oruçlu olduklarını öğrendi.
"Bu ne orucudur?" diye sordu.
Yahudiler, "Bugün Allah'ın Musa'yı düşmanlarından kurtardığı Firavun'u boğdurduğu gündür. Hz. Musa (a.s.) şükür olarak bugün oruç tutmuştur" dediler.
Bunun üzerine Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) de, "Biz, Musa'nın sünnetini ihyaya sizden daha çok yakın ve hak sahibiyiz" buyurdu ve o gün oruç tuttu, tutulmasını da emretti. [İbn Mâce, Sünen, Sıyam, 31]
Aşûra Günü yalnız ehl-i kitap arasında değil, Nuh aleyhisselâmdan itibaren mukaddes olarak biliniyor ve yine İslam öncesi Cahiliye dönemi Arapları arasında İbrahim aleyhisselâmdan beri mukaddes bir gün olarak biliniyor ve oruç tutuluyordu.
Bu hususta Hazret-i Âişe validemiz şöyle demektedir:
"Âşûrâ, Kureyş kabilesinin Cahiliye döneminde oruç tuttuğu bir gündü. Resûlullah da buna uygun hareket ediyordu. Medine'ye hicret edince bu orucu devam ettirmiş ve başkalarına da emretmişti. Fakat Ramazan orucu farz kılınınca kendisi Âşûrâ gününde oruç tutmayı bıraktı. Bundan sonra Müslümanlardan isteyen bugünde oruç tuttu, isteyen tutmadı." [Buhari, Sahîh, Savm, 69]
O zamanlar henüz Ramazan orucu farz kılınmadığı için Peygamberimiz ve Sahabileri vacip olarak o günde oruç tutuyorlardı. Ne zaman ki Ramazan orucu farz kılındı, bundan sonra Peygamberimiz herkesi serbest bıraktı. "İsteyen tutar, isteyen terk edebilir" buyurdu. [Müslim, Sahîh, Sıyam, 117] Böylece Âşûre orucu sünnet bir oruç olarak kalmış oldu.”
***
Âşûre günü ile ‘Anneler günü’ kıyaslanabilir mi?
Görüldüğü gibi Âşûre günü sadece Yahudilere mahsus kutsal bir gün değil, geçmiş pek çok peygamberân-ı izâm (aleyhimüsselâm) tarafından (onların şeriatlerinde) da mukaddes bir gündür. Hayatlarından farklı ve değerli bir yere sahiptir. Yüce Kitabımız Kur'an-ı Kerim’de yeminle anlatılıp haber verilen 10 mübarek geceden birinin gündüzüdür.
Bunu böylece tesbit ettikten sonra gelelim söz konusu Batı menşeli sözde ‘Anneler günü’nün kısa tarihçesine…
Nedir ‘Anneler günü’?
Anneler günü, güya anneleri onurlandıran özel bir gündür. Zamanımızda değişik ülkelerde farklı günlerde kutlanmaktadır. Yıl boyunca unutulan annelerin, güya bu günde çeşitli hediyelerle ve çoğu samimiyetten uzak yapmacık sevgi ve saygı sözleriyle gönülleri alınmaya çalışılmaktadır.
Peki, bu âdeti kim ya da kimler başlatmıştır?
Anneler günü geleneği, Antik Yunanların Yunan mitolojisindeki pek çok tanrı ve tanrıçanın annesi olan Rhea onuruna verdikleri yıllık ilkbahar festivali kutlamalarıyla başlar... Antik Romalılar da ilkbahar festivallerini Hz. İsa'nın (a.s.) doğumundan 250 yıl öncesinden ana tanrıça Kibela onuruna kutluyorlardı.
ABD'de Anna Jarvis’in kaybettiği kendi annesi için1908 yılında başlattığı anma günü, 1914yılında Kongre'nin onayıyla Amerika Birleşik Devletleri çapında genişlemiş ve bu anma-kutlama âdeti -maalesef- bir virüs gibi dünyanın hemen her yerine yayılmıştır. Detaylar için bk. https://tr.wikipedia.org/wiki/Anneler_G%C3%BCn%C3%BC http://www.star.com.tr/yasam/anneler-gunu-nereden-cikmistir-anneler-gunu-tarihcesi-nedir-ilk-ne-zaman-kutlandi-haber-1217075/
Şimdi elimizi vicdanımıza koyup biraz ilim, biraz mantık, biraz da insaf ile düşünelim ve mâhut Doç. ve o zihniyettekilere soralım:
- Yukardaki kısa tahlil muvacehesinde, bu iki gün arasında kurmaya çalıştığı gibi bir bağlantı var mıymış, yok muymuş?
Yok değil mi?
Zira biri temelde dinî ve mukaddes bir zaman dilimi, öbürü ise tamamen gayrimüslimlerin uydurdukları bir gün! Binaenaleyh kutlamalarda hüküm bakımından biribirlerine mukayese için, aralarında olması gereken bir bağ (vech-i şebeh) söz konusu değil. Makîs ile makîsün aleyh farklı. Hem o kadar farklı ki, ilmî tabiriyle, “Eyne’s-serâ ve’s-Süreyyâ (Arzın / yerin dibi nerede, gökyüzündeki Süreyyâ nerede?) denecek denli biribirlerinden uzak! Mukayeseleri âdeta imkânsız şeyler… Kısacası bahismevzuu olan mesele nerde, bizim bey(!)imiz nerede..?!
Geçiniz bunları…
Gayrimüslim âdetlerini İslâm’a ve Müslümanlara yamama, onlara şirin gözükme gayretkeşliklerinden vaz geçiniz! Onlara teşebbühten hem kendiniz uzak durunuz, hem de Müslümanların kaçınması için gayret ediniz.
Teşebbühün tehlikesiyle alakalı detaylar için bkz.
http://www.mollacami.com/konu/yilba-i-kutlamalari-ve-islami-kimligin-mu-11238.html
http://www.halisece.com/islami-makaleler/339-yilbasi-kutlamalari-uzerine-bir-cesitleme.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1188-dogum-gunu-evlilik-gunu.html
http://www.halisece.com/muhtelif/208-14-subat-ler-ve-sair-ler-lar-gunleri.html
***
Anne sevgisine katkı meselesi
Son olarak bir nebze de anne sevgisine katkı (!) iddiasına temas edelim ve soralım:
- Batı menşeli ‘Anneler günü’ İslâm’a ve Müslümanlara nasıl bir katkı sunabilir?
Bir defa bize anneye ya da daha geniş manasıyla ebeveyne sevgi ve saygıyı Rabbimiz (c.c.) emretmiş, Rasûlü Efendimiz (s.a.v.) beyan etmiş… Hem de senede bir gün değil, ömür boyu… Bk. http://www.halisece.com/sosyal-meseleler/171-annenle-babanla-dunyada-iyi-gecin.html Bu İlahî ve Nebevî kaynaklardan öğüdünü / ilhamını alıp ahlâk-ı hamidesini oluşturamayan kişi, gayrimüslimlerin / Batı’nın bir yılda sadece bir gün hatırladığı ‘Anneler günü’nden mi bu noktada duyarlılık kazanacak, annesine sevgi ve saygı besleyecek? Ona bu hususta gayrimüslim âdetleri mi katkı sunacak? Bunu bu güne kadar işlettikleri halde, ne gibi müsbet bir şey elde ettiler? Gelinen acı ve acıklı netice, vahim tablo ortada değil mi! Anne-baba sevgisi mevzuunda ne denli duyarlılık kazanıp kazanmadığımız belli olmuyor mu?
Bunlar tamamen boş, hatta zararlı-zehirli telkinler!
İslâm’dan uzaklaşmış, ancak sureta insan denilebilen yaratık, vahşette hayvanları bile fersah-fersah geride bırakmadı mı? Basın ve medya bunların korkunç haberleriyle dolup taşmıyor mu?
Lütfen, kendi kendimizi aldatıp kandırmayı bırakalım. Aklımızı başımıza devşirelim. Batı kaynaklı âdetlerden uzak duralım. Onların geleneklerini-göreneklerini, teknolojik gelişmelerle karıştırmayalım. Atılması gerekenleri değil, alınması gerekenleri alalım!
Selamünaleyküm. Eşime talak hakki verdim. Ama sonra evlilik içinde o iade etti. Sonra da gerçekten ayrılmak amaçlı kendimi bosadim dedi ve gitti. Biz boşanmış olduk mu?
Soru: Murat tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
*******
Ve aleyküm selam.
Eğer hanım, tefvîz-ı talakı iade etmişse, bu husustaki tasarruf hakkı elinden çıkmıştır. Dolayısiyle artık kendini boşama hakkı yoktur ve boşanmış olmazsınız.
Keşke bunu soru diye yazmazdan evvel siteye bir göz atsaydınız. Hem kendiniz bu zahmete girmez, hem de bizim vaktimizden çalmamış olurdunuz.
Rica ediyorum. Lütfen…
Detaylı bilgi için bk. http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/660-kadinin-bosama-hakki.html