Selamün aleyküm. Hocam, babamdan miras olarak ev kaldı, değeri 200.000,- TL. Geride kalan 1 annem ve 2 kız, 2 de erkek kardeşiz. Paylarımız ne olacak? Muzaffer Demir – İstanbul
*******
Ve aleyküm selam.
Değerli kardeşim; rahmetli babanızın bıraktığı mirasın aranızdaki paylaşımı şöyle olması icap ediyor:
a) 1 Zevce/hanım (anneniz) için 6 / 48
Asabeler (mûrisin nesli)
b) 2 Oğlu - herbiri için 14 / 48
c) 2 Kızı - herbiri için 7 / 48
Yani payda (paylar toplamı) 48 olduğuna göre, miras 48’e bölünecek.
Bunun 6’sı annenizin olacak.
Erkek çocukların her birine 14’er pay, kızların her birine de 7’şer pay verilecek.
Bu şekilde taksim edeceksiniz.
Selamün aleyküm hocam. Bilinen yaygın fıkrada Şeytan, Abdulkadir Geylani Hazretlerine seslenince, tek taraftan ses geldiği için onun şeytan olduğunu anladığı söyleniyor. Oysa Musa aleyhisselam Allahu teala ile konuştuğunda, ağaçtan sesi işitmişti.. Söz konusu kıssa bu ayetin anlamına ters değil mi? Açıklayabilir misiniz? Teşekkür ederim. Ahmet Alican Tokgöz - İzmir
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Evet haklısın, ayet-i celiledeki beyanla, kıssada yaygın olarak anlatılan durum farklı. Bahis mevzuu olan ayet-i kerime şöyle:
فَلَمَّٓا اَتٰيهَا نُودِيَ مِنْ شَاطِئِ الْوَادِ الْاَيْمَنِ فِي الْبُقْعَةِ الْمُبَارَكَةِ مِنَ الشَّجَرَةِ اَنْ يَا مُوسٰٓى اِنّ۪ٓي اَنَا اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَۙ
Meali: “Ateşin yanına gelince o mübarek bölgedeki vâdinin sağ kıyısında bulunan ağaçtan şöyle seslenildi ona: ‘Ey Musa, haberin olsun Benim, Ben, âlemlerin Rabbi Allâh(’ım)!” [Kasas suresi, 30]
Görüldüğü ve gayet ne olarak anlaşılacağı üzere, “Abdülkadir Geylani Hazretleri, seslenenin sesinin bir taraftan geldiği için onun Allahu Teâla olamayacağını anlamış…” ifadesi tam olarak doğru bir tesbit değildir. Çünkü o ses, ilahi bir hikmet iktizası, bir cihetten / taraftan gelmektedir.
Dilerseniz o menkabenin aslını bizzat kendisinden dinleyelim. Şöyle anlatıyor Gavs-ı A‘zam (k.s.) hazretleri:
“Gözüme nûra benzer büyük bir şey göründü. Ufuk onunla doldu. Sonra ondan bir sûret peyda olur gibi oldu. Ve bana şöyle dedi:
‘Ey Abdulkadir! Ben senin Rabbinim, haramları senin için heâl kıldım.’
Onu, bu sözünden tanıdım. Şeytan olduğunu hemen anladım. Ve aramızda şu konuşmalar cereyan etti:
Ben; ‘Çekil ey lânetli! Bana o nûr diye gösterdiğin şey, zulmetin ta kendisidir. O sûret ise dumandan başka bir şey değildir’ dedim.
Şeytan; ‘Rabbin hikmeti sayesinde elde ettiğin ilimle benden kurtuldun. Menzillerdeki inceliklere âşina olman da sana yardım etti. Hâlbuki ben bu gibi hallerle yetmiş kadar ehl-i tarîki (mâneviyat yolcusunu) yoldan çıkardım’ dedi.
Ben; ‘Bu Allâh’ın (c.c.) bir lûtfudur, dedim.’
Bu hadiseyi dinleyenlerden bazıları kendisine;
- Onun Şeytan olduğunu nasıl anladın, diye sordular. Şöyle cevap verdi:
- ‘Sana haramları helâl kıldım, demesinden.” [Abdülvehhâb-i Şa‘ranî, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, s. 456]
Mâlum olduğu üzere Cenab-ı Hak kimseye haramı helâl kılmaz.
Bu açıklamalardan anlaşılıyor ki, hadisenin söz konusu ayete aykırı bir tarafı yoktur. Sıkıntı, kıssanın anlatım tarzındadır.
Hacdan dönenleri ziyaret ettiğimizde bize Kabe’nin etrafında tavaf yapılırken mahşeri andıran kalabalıkta kadın erkek karışık bir şekilde, kimi kadın kimi erkeğe kimi erkek kimi kadına ister istemez sürtünüyor, değiyor. Peki bu durum uygun mudur? Ya da Kabe için Allah c.c tarafından bir istisna var mı? diye soruluyor. Bu konuda nasıl cevap verebiliriz? Anonim
***
Erkeklerin kadınlarla karışık tavafları
عن ابن جُريج قال: أخْبَرَنِى عَطَاءٌ إذْ مَنَعَ ابنُ هِشَامٍ النِّسَاءَ الطَّوَافَ مَعَ الرِّجَالِ، قَالَ : كَيْفَ يَمْنَعُهُنَّ وَقَدْ طَافَ نِسَاءُ النَّبىِّ # مَعَ الرِّجَالِ؟ قَالَ: قُلْتُ: أبَعْدَ الحِجَابِ وَقَبْلَهُ؟ قَالَ: لَقَدْ أدْرَكْتُهُ بَعْدَ الحِجَابِ. قَالَ قُلْتُ: كَيْفَ يُخَالِطْنَ الرِّجَالَ. قَالَ: لَمْ يَكُنْ يُخَالِطْنَ الرِّجَالَ. كَانَتْ عَائِشَةُ رَضِىَ اللّهُ َعَنْها تَطوفُ حَجْرَةً مِن الرِّجَالِ َ تُخَالِطَهُمْ. فقَالَتِ امْرَأةٌ: انْطَلِقِى نَسْتَلِمُ يَا أمُّ المُؤمِنينَ. قَالَتْ: انْطَلِقِِى عَنْكِ وَأبَتْ. وَكُنَّ يَخْرُجْنَ مُتَنَكِّرَاتٍ بِاللَّيْلِ. أخرجه البخارى.» حَجْرَةً « بفتح الحاء والراء المهملين وسكون الجيم بينهما: أى ناحية منفردة
İbn Cüreyc (r.a.) anlatıyor:
"Atâ bana, İbn Hişâm'ın kadınları erkeklerle karışık olarak tavaftan men‘ettiği (yasakladığı) zaman dedi ki:
- "O bunu nasıl yasaklar, Nebî sallallahu aleyhi vesellem’in zevceleri bile erkeklerle birlikte haccettiler!"
Ben Atâ'ya sordum:
- "Onların beraber hacları örtünme emrinden önce miydi, sonra mıydı?"
"Kasem / yemin olsun, buna ben örtünme emrinden sonra şâhid oldum!" diye cevap verdi.
Ben tekrar sordum:
- "Pekâlâ, erkeklere nasıl karışırlardı?"
Şu cevabı verdi:
- "Erkeklere karışmazlardı; Hz. Âişe (radıyallahu anha) erkeklerden ayrı olarak tavaf ederdi, onlara karışmazdı." Hatta bir kadın kendisine, "Ey mü'minlerin annesi, yürü (Hacerü'l-Esved'e elimizi değerek) istilâm edelim!" demişti de, Hz. Âişe (r.anha) ona; "Sen dilediğin şekilde git" deyip, kendisi gitmekten imtina‘ etmiş (gitmemiş)ti. Onlar geceleyin kim oldukları bilinmez halde çıkarlardı, (erkeklerin tavafı esnasında ancak o atmosferde / o ortamda tavaf yaparlardı). [Beytullah'a girmek istedikleri zaman da, erkeklerin tamamen çıkarılmış olmalarına kadar durup beklerler, sonra girerlerdi.]
(Atâ devamla:)
- "Ben (Mekke kadısı) Ubeyd İbn Umeyr'le (r.a.) birlikte, Müzdelife'deki Sebir dağında mücâvir olan (yani ikamet eden) Hz. Âişe’nin (r.anhâ) yanına giderdim" dedi. Ben hemen sordum:
- "Pekâlâ, Hz. Âişe'nin örtüsü ne idi?"
- "Keçeden yapılmış küçük bir Türk çadırının içindeydi. Çadırın bir perdesi vardı. Âişe (r.anhâ) ile bizim aramızda bu perdeden başka bir şey yoktu. Ben Hz. Âişe'nin üzerinde gül renginde bir zıbın gördüm." [Buhârî, Sahih, Hacc, 64, Hadis no: 99; Kütüb-i Sitte Muht., 5, 494-495]
Açıklama
1) Metinde de zikredildiği gibi bu rivayet İbn Cüreyc ile Atâ (r.anhuma) arasında cereyan etmiştir. Anlaşıldığı üzere, hacc emîri olan Hişâm (rh.), bir ara kadınlarla erkeklerin karışık olarak Beytullah'ı tavaf etmelerini yasaklayınca, böyle bir yasağın câiz olup olmayacağı üzerine Atâ ile İbnu Cüreyc hazretleri, ilmî bir mübahesede bulunmuşlardır.
2) Rivayette adı geçen İbn Hişâm hakkında şârih Askalânî (rahımehumallah) şu bilgiyi dermeyan eder:
"Bu zâtın adı İbrahim'dir. Kardeşi de Muhammed ibn Hişâm İbn İsmâil'dir. Bunlar Emevî Halifesi Hişam İbn Abdilmelik'in dayıları idiler. Hişâm bunlardan Muhammed'i Mekke emîrliğine, kardeşi İbrahim'i de Medine emîrliğine getirdi. Hişâm, halifeliği sırasında hacc emîrliğini de İbrahim'e havâle etmişti. Binaenaleyh rivayette zikri geçen İbn Hişâm'dan murad ‘İbrahim’ olabilir. Sonra bunları, Yusuf ibn Ömer es-Sakafî (Haccâc-ı Zâlim (!) diye mâruf ve meşhur zat) ölmelerine kadar işkenceye tâbi tuttu. Bu hâl, Velîd ibn Yezid ibn Abdi'l-Melik'in hâkimiyetinin ilk senesine, bunun emriyle 125 hicrî yılında öldürülmelerine kadar devam etti."
3) Bu rivayet, tavaf sırasında kadın-erkek ayırımını ilk defa ele alanın İbn Hişâm olduğunu ifade eder ise de, bu işi daha önce Hz. Ömer'in (r.a.) ele aldığını ifâde eden rivayetler de var. Hatta kadınlara karışarak hacceden bir erkeği görünce, elindeki değnekle vurmuştur. Görüldüğü gibi burada Atâ, İbn Hişâm'ın tatbikatını kınamaktadır. Ancak;
Hz. Âişe'den (r.anha) naklettiği müşâhede Hz.Ömer'in (r.a.) tatbikatını andırmakta, benzerlik arzetmektedir.
İbn Uyeyne'nin (r.a.) bir rivayetinde tavafta kadın-erkek ayrımını ilk ele alan Hâlid ibn Abdillah el-Kuşeyrî'dir (rh.). Bu zât da Abdülmelik ibn Mervân zamanında hacc emîrliği yapmıştır. Bir müddet yasak koyup sonradan kaldırmış olabilir. Bunun emîrliği İbn Hişâm'dan çok daha evvellere gider.
Günümüzde maddî imkânların ve ulaşım vâsıtalarının artmasıyla milyonları taşan hacı kâfilesinin, tavaf esnasında nefesleri keser derecede meydana getirdiği izdiham (aşırı kalabalık, yığılma) ve sıkışıklık, her hacıya, ‘kadın ve erkeklerin ayrı ayrı tavaf yapmalarını ve hatta Şeytan taşlamalarını sağlayacak bir formül bulunamaz mı?’ sorusunu sordurmaktadır. Daha Ashab (r.anhum) devrinde duyulan bu ihtiyaç, gittikçe bir zaruret hâlini almaktadır. Meselenin üzerine ciddiyetle gidildiği takdirde bir çözüm bulunabileceği ümidindeyiz.
4) Sebir dağı, Müzdelife'de büyük bir dağın adıdır. Müzdelife'den Mina'ya giderken sol kol üzerindedir. Mekke-i Mükerreme civarında yedi ayrı dağın ismi Sebir'dir.
5) Mücâvir, mukim demektir. Ancak, burada bir nevi i‘tikaf demektir ki, iki çeşittir:
a. Gece ve gündüz mücâvereti,
b. Sadece gündüz mücâvereti.
İbn Battâl (rh.) hadisten, Harem bölgesinin her tarafında mücâveretin câiz olduğu hükmünü çıkarmıştır.
6) Hadis, kadınların tavafta kendilerini belli etmeyecek bir kıyafete bürünmelerinin, geceleyin tavafı tercih etmelerinin, erkeklerden ayrı ve onların arkasından tavaf yapmalarının efdâl olacağını göstermektedir. [Bkz. Kütüb-i Sitte Muhtasarı, Hadis no: 1385, 5, 494-95]
***
Yukarıda Buharî’den naklettiğimiz bu hadiseye benzer bir uygulama da Emeviler döneminde (632-661) yaşanmış. Fakat uygulamaya izin veren o günün Mekke valisi ve hac emîri zatın, halife tarafından vazifeden azline sebep olmuştur. Şöyle ki:
“…Âişe bnti Talha da tıpkı Sükeyne gibi asil bir soydan gelmesinin yanında, Araplar tarafından kadındaki mevcudiyeti son derece takdir edilen nâdir bir güzellik, vakar ve yüksek bir ruh yapısı şeklinde üç vasıfla mücehhez idi. Onun hiç bir rica ve arzusu kolay kolay reddedilmezdi. Kendisi bir defasında hac vazifesi için Mekke’ye gelmişti. Hac vazifesini idare eden ve aynı zamanda Mekke’nin valisi durumunda olan şahıstan, Kâbe’nin etrafında usûlüne göre tamamlanması gereken yedi defa (dönerek) tavaf etme vazifesini, kendisi tamamlayıncaya kadar cemaatın namazını tehir etmesini talep etti. Nazik ve kibar vali, bu ricayı kıramadı ve yerine getirdi. Fakat valinin bu davranışı, neticede, halife Abdülmelik (d. 668 - v. 715), tarafından görevinden alınmasına sebep oldu. [Ebu’l-Ferec el-İsfehanî, el-Eğânî, XI, 197; Philip K. Hitti, İslâm Tarihi, I, 375; Ayrıca bkz. Ali Aksu, Emeviler Döneminde Kadının Durumu: http://eskidergi.cumhuriyet.edu.tr/makale/297.pdf ]
***
Bir hanım kardeşimiz de şöyle demiş:
- ‘Hocam, ben Mekke ve Medine’de ibadet yapmakta zorlanırım. Çünkü kadın erkek karışık.. Ayrıca, Kâbe’de tavaf etmeyi bir kadın olarak uygun göremiyorum. Kendimizi muhafaza etmek zor öyle bir ortamda.. Sevap kazanmayı düşünürken günaha bulaşmaktan korkuyorum, ne tavsiye edersiniz?’
- Görüldüğü gibi bu zorluklar-sıkıntılar sadece sizin-bizim sıkıntınız değil. Hac ve umre vazifesini ifa edecek her Müslüman kadın ve erkek bunun sıkıntısını çekiyor. Şimdilik görünür ufukta bir çare ya da ciddi manada çözüm yolları üzerinde durulduğuna dair emare de maalesef göremiyoruz. Düzelmesi ve düzenlenmesi için her şeyin sahibi ve mâliki olan Hz. Mevlâ’ya dua ve niyazda bulunalım, O’na iltica edelim. Bu ilk işimiz, birinci vazifemiz olsun. İkinci olarak da şunu bilelim ki; ‘Bir şeyin / bir işin tamamını yapamıyorsak, tamamen de terk etmeyelim’, yapabildiğimiz kadarını yapmaya mutlaka gayret edelim. Hiç şüphesiz Rabbimiz (c.c.) görüyor ve biliyor ki; bizler, diğer ibadetlerimiz gibi, bu ibadetimizi de tam ve kâmil manada edâ ve îfa etmeyi istiyoruz. Hâlisane niyetimiz bu. O bakımdan ümit ederiz ki Mevlâm, istemeyerek mâruz kaldığımız bu sıkıntıları hanemize vebâl olarak yazmaz. Ancak unutmamak lazım;
Harama-yasaklara düşmemek en mühim işimiz ve hedefimiz olmalı... Bu esnada farzları, İlahî emirleri de mevcut imkân ve şartlar karşısında yapabildiğimiz kadar yapmak, ikinci önemli işimiz ve gayemiz olmalıdır. Çünkü yüce dinimiz İslâm’da, “Haramlardan / nehiylerden kaçınmak, farzları / emirleri yapmaktan önce gelir.” O yüzden denilmiştir ki, farzları îfa her kişinin işi, haramlardan kaçınmak ise er kişinin işidir.
Söz konusu güzel uygulamalarla haram ve mekruhlardan uzak, vera ve takvaya uygun, rızâ-i ilahiye muvafık tavafların yapıldığı günlerin temennisiyle…
***
İlave bilgi
Zamanımız şartlarında sadedinde olduğumuz meseleyle ilgili kısa bir fıkhî açıklama:
Günümüzde birçok Hanefi mezhebine mensup hanım kardeşimiz, mahremi olmadığı için Hacca giderken yolculuk hususunda Şâfiî mezhebini taklid ederek gidiyor. Bu da şahit olduğumuz bir gerçek.
Şâfiî mezhebine göre de Kâbe-i Muazzama’yı tavaf edebilmek için abdestli olmak icap eder. Erkek ve kadın aynı anda büyük bir izdiham ile Kâbe’yi tavaf ettiklerinden, mutlaka bir kadının eli veya ayağı erkeğin eline yahut ayağına ya da bir başka yerine dokunur. Bu durumda Şâfiî mezhebine göre abdest bozulduğu için, Şâfiî olan bir kimse tavaf hususunda Hanefî mezhebini taklid ediyor. Ve bu noktada hac rehberlerimiz musâmaha gösteriyor. Tabii bu taklid mevzuunda hacılarımızı en iyi şekilde bilgilendirerek… Bu da duyduğumuz, bildiğimiz bir vakıa. Dolayısiyle bunu da hatırlatmak istedik.
Selamün aleyküm. Hocam, Kadının başını örtmemesi halinde kocasına günahı olur mu? Yoksa bu konuda da herkes kendinden mi sorumlu olur? Bilgehan Çelebi / Lefkoşa - Kıbrıs
*******
Ve aleyküm selam.
Değerli kardeşim;
Erkek, hanımının dışarıda başı açık gezmesine rıza gösteriyorsa, kendisi de mes’ul olur. Ancak kendisi razı olmadığı halde hanımı başı açık dolaşıyorsa, mes’uliyet kadına ait olur. Erkek bundan dolayı mes’ul olmaz.
Kadın eğer tesettür ve dinin diğer emirlerini yerine getirmiyorsa, kocası ona nasihatta bulunur. Ona örtünmenin hükmünü ve ehemmiyetini anlatır. Bu mevzuda kaleme alınmış eserler okutmaya ve özellikle hanımlar arası dinî sohbetleri dinletmeye çalışır. Oralara katılmasını teşvik eder.
Bunu yaptığı halde bir türlü söz dinlemez, yola gelmezse, te'dip ve ebedî hayatını kurtarmak gayesiyle;
- Kendisine karşı biraz sert davranır.
- Bununla da yola gelmezse, geçici olarak ondan uzak kalması (yatağını ayırması) gerekir.
- Gene yola gelmezse, bu husustaki telkin vazifesi sona ermiş olur; artık vebâl kadına aittir.
Koca, İlahi emirlerin yerine getirilmesini sağlama hususunda bu gibi müeyyideleri (yaptırımları) uygulamayıp yalnızca nasihat etse, yine kadının günahından dolayı mes’ul olmaz. İllâ ki müeyyide uygulamak mecburiyeti yoktur. Önemli olan; gerekli nasihatı ve uyarıları yapmakla birlikte, kadının günahına kalben taraftar olmamak, rıza göstermemektir.
Böyle bir kadını boşamak icap etmez. Özellikle yuva kurup çocuk sahibi olduktan sonra boşamaya başvurmak çok acıdır, büyük sıkıntı ve ıztıraplara yol açar. İslâm dininde mekruh olmakla beraber Hıristiyan ve Yahudi bir kadınla evlenmek caiz olduğuna göre, fâsika (günahkâr) bir Müslüman hanım ile evlenmek elbette caiz olur. Çünkü fâsıka da olsa Müslüman olan bir kadın, Yahudi ve Hıristiyan bir kadından (Ehl-i Kitap’tan) çok üstündür. Bu detaylı bilgi için lütfen aşağıdaki linklere bkz.
http://halisece.com/sorulara-cevaplar/966-ehli-kitap-ile-evlilik.html
http://halisece.com/sorulara-cevaplar/805-ehli-kitap-ile-nikah-dari-harpte-banka-faizi.html
Karısının başını açmasını isteyen, hatta zorla açtıran erkeğin nikâhı düşer mi? Ya da bu durumdaki kadının o erkekten boşanması gerikir mi? Anonim
*******
Sorunun kısa cevabı:
Eğer koca bunu, Allah’ın (c.c.) tesettür emrini inkâr ile yapmıyorsa, kâfir olmaz, nikâhları düşmez, boş olmazlar. Lakin uygularlarsa her ikisi de günahkâr olur. Binaenaleyh kadın bu noktada kocasına itaat etme mecburiyetinde değildir. Çünkü Allah’a isyan söz konusudur. Ayrıca bu durum, kadının hemen boşanma talebini ve boşanmasını da gerektirmez. Tam aksine aileyi dağıtmamak, ayakta tutabilmek için mümkün olan bütün çarelere başvurma yükümlülüğünü getirir.
***
Meselenin açıklamasına gelince…
‘En son çare’ olanı ‘en başta’ yapmaya kalkışmamak lazım. Yani hemen ilk etapta boşanma kelimesini dillendirmemek, hatta boşanma fiilini düşünmemeye çalışmak gerekir.
Evet, örtünmek / başını örtmek, Allah’ın emridir. Allah’ın emrini kimseye çiğnetmemeye gayret etmeliyiz. Mü’min olmamız bunu icap ettirir. O bakımdan mü’min bir kadın açılmayı, başını açmayı asla -gönül rızasıyla- kabul etmemeli… Hatta neticede bu uğurda boşanmak gerekirse hiç tereddüt dahi etmemelidir.
Biraz önce de belirttiğimiz gibi, kadının tesettürü, başörtüsü İlahî bir emirdir. Filasıl devletin veya kocasının ya da bir başkasının engel olmaya hakkı olmaz, olamaz. Erkek, İslâmî sınırlar çerçevesinde sadece tesettürün rengine-şekline-şemaline müdahale edebilir, karışabilir. Mesela şöylesi daha iyi olur, bu renk bu desen daha şık durur filan diyebilir. Çünkü dinimizle alakalı pazarlık hakkımız yoktur.
Ancak bu durum tek başına boşanma sebebi olmaz, olmamalıdır. Bu sebeple nikâhları da bozulmaz, boşanmaları gerekmez. Nitekim zinadan daha şiddetli bir günah olan gıybeti işleyen kadını boşamak gerekiyor mu? Hayır. Ulemadan böyle bir fetva var mı? Yok. O halde bu durumdaki bir hanımın yapması gereken; mümkünse kocasına nasihat etmesi, ikna edici usûllerle aileyi ayakta tutmaya çalışmasıdır. Cenab-ı Hak herkese gücünün yettiği kadar yükümlülük veriyor. Bu yükümlülüğü yerine getirmemiz gerekir.
Evet, kadının kocasına itaat etmesi lâzım. Dinimiz bunu emrediyor. Nitekim Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) buyurmuşlardır ki:
"Şayet ben bir insanın başka bir insana secde etmesini emredecek olsaydım, kadına, kocasına secde etmesini emrederdim." [Tirmizî, Sünen, Rada' 10, Hadis no: 1159]
Bilindiği üzere dinimiz, Allahu Teâla'dan başkasına secdeyi şiddetle yasaklamış ve haram kılmıştır. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) bunu, İslamî esaslara göre yürüyecek ailedeki kocanın hanımı karşısındaki hukukunun büyüklüğünü ifade etmek için böyle mübalağalı bir üslûpla ifade buyurmuştur. Ama, Hâlık’a (Allah’a) isyan olan hususlarda mahluka itaat edilmez. Bu da dinimizde çok önemli bir düsturdur. Demek, söz konusu itaat bu noktada değil.
Farzlar-vacipler hep Allah’ın emirleridir, keza haramlar-helaller de O’nun nehiyleri / yasaklarıdır. Bunlar Allah’ın hakkıdır. Bu mevzularda hassas olacağız. Ancak bu işi, etrafı kırıp dökmeden yumuşak bir üslup ve müsbet tutumlarla, olabildiğince aileyi ayakta tutmayı hedefleyerek yapacağız.
Bu hususta sadece din âlimlerinden ve aile çevresinden değil, gerekirse sosyal bilimcilerden, ilgili kurum ve kuruluşlardan da destek alınabilir. Onlar, hayatın içinden daha farklı ve uygulanabilir, yararlı yol ve yöntemler tavsiye edebilir. ‘Nasıl davranmalıyım’, sorusuna daha değişik cevaplar-çözümler üretebilir. Her sosyal meselenin muhtelif hâl yolu olduğu-olabileceği gibi, bu problemin de birçok çözüm formülü olabilir.
Bu meyanda biz de kısaca şunları söyleyebiliriz: Mesela kadın kocasının gönülünü hoş eder, iyi bir imaj oluşturursa, o da ona karşı daha iyi davranabilir, meşrû isteklerine itiraz etmeyebilir. Ama ‘sen kim oluyorsun, bu Allah’ın emri’ gibi sert ve müdarasız sözler, doğru da olsa bu durumda sağlıklı netice vermeyebilir. Malum, ‘tatlı dil yılanı kovuğundan çıkartır’ demiş atalarımız. Kısacası hanımın, kocasının meşrû isteklerine daha sıcak yaklaşması, gönlünü hoş tutması onu da yumuşatabilir.
Evet, dinî bir emrin yerine getirilmesi farzdır. Buna karşı olmak tehlikelidir. Örtüye düşmanlık etmek -Allah korusun- insanı dinden çıkarır. İnkâr etmemekle beraber ‘ben senin başını örtmeni istemiyorum’ demesi ise Allah’a isyandır. Örtünmeyen / başını örtmeyen de günahkâr olur.
***
Hâsılı unutmamak lazım;
Yıkmak kolaydır, hem de çok kolay; ama yapmak zordur. Bu her alanda böyledir. İmarda da, devlette de, millette de, bunların nüvesi-çekirdeği-özü olan ailede de… Şairin dediği gibi,
“Yıkmak, insanlara yapmak gibi kıymet mi verir?
Onu, en çolpa herifler de, emin ol becerir.
Sade sen gösteriver ‘İşte budur kubbe’ diye
İki ırgatla iner şimdi Süleymaniye.
Ama ‘Gel kaldıralım’ dendi mi, heyhat, o zaman
Bir Süleyman daha lazım yeniden, bir de Sinan…”
Yüce dinimiz İslâmiyet biz müntesiplerinden biraz fedâkârlık ister. Böylesine önemli meseleler öyle üç beş günde hallolmayabilir, sabırlı olmak icap eder. Aile hayatı bu, şaka değil. Yıkmamak için azamî gayreti göstermek gerekir.
Rabbimiz celle şânuhu Kur’an-ı Kerim’inde buyuruyor ki:
“Sizinle din hususunda muhaarebe etmemiş, sizi yurtlarınızdan da çıkarmamış olanlara iyilik, onlara adalet(le muâmele) etmenizden Allah sizi men'etmez. Çünkü Allah adalet yapanları sever.” [Mümtehine suresi, 8] O halde iyi düşünmek, adalet-hakkaniyet ölçülerini aşmamak-taşmamak, yıkıcı değil her daim yapıcı olmak lazım.
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:
“Sizin hayırlınız, kadınlarına hayırlı olan (iyi davranan)dır.” [Müslim, Sahih, Birr, 149]
“Mü’minlerin iman bakımından en kâmil (tam ve olgun) olanı; ahlâkı güzel olan ve ailesine nâzik davranandır.” [Nesâî, Sünen, Işretu’n-Nisâ, 229; Tirmizî, Sünen, İman, Hadis no: 2612]
“Kadınlara ancak kerîm olanlar ikram ederler (değerli olanlar değer verirler); onlara kötülük edenler ise leîm (kötü) kişilerdir.” [İbn Mâce, Sünen, Edeb, 3; Ebû Dâvud, Sünen, Edeb, 6, Rikak, 22, İ’tisâm, 3; Müslim, Sahih, Akdiye, 11]
Hz. Ali (r.a.) de, “Bir devletin devamı ve bekası ancak adaletle mümkün olur” buyurur. Ailede de böyle. Karşılıklı adaletten, musâmahadan, anlayış ve hakkaniyetten ayrılmamak gerek.
Mütefekkir yazarlarımızdan Cemil Meriç, “Bu ülke yaşanmaz diyenler, bu ülkeyi yaşanmaz hâle getirenlerdir” der. Demek ki ‘bu aile yaşanmaz’ diye feryâd u figân edenler de, asıl o aileyi yaşanmaz hâle getirenlerin ta kendisidir. Kadın olsun erkek olsun, mutlaka dikkat etmeleri gerekir.
Hindli bilge Gandi bu gerçeği, “Haksızlığa yönelip bütün insanların senin peşinden gelmeleri ('sen haklısın' demeleri) yerine, adaletli davranıp tek başına kalman daha iyidir” diye dillendirir. Öyle ise ne koca hanımına, ne hanım kocasına haksızlığı-adaletsizliği reva görmelidir.
Hz. Mevlana da der ki:
“Tohum, toprak içinde gizlendiği, zahmetlere katlandığı için bostan yeşerir, güzelleşir ve olgunlaşır.”
Atalarımız da, “Zahmetsiz rahmet olmaz” demişlerdir.
Yani; Allahu Teâla tarafından kula gönderilen rahmet-bereket, kulun göğüslediği zorluk ve sıkıntılara göre artar ya da eksilir. Hiç kimseye hak etmediği birşey verilmez.
Sıkıntı çekilmeden, uğraşılmadan, istenilen sonuç hâsıl olmaz.
Her nimetin bir külfeti vardır.
Sıkıntı çekmeden, bazı fedakârlıklarda bulunmadan, yorulmadan hiçbir şey elde edilemez.
***
En başta Rabbimizin (c.c.) mübarek kelâmı, Rasûlünün (s.a.v.) hadis-i şerifleri olmak üzere, onları tâkiben naklettiğimiz diğer güzel sözlerin de herkese ders ve ibret olması dileğiyle…