aleyküm selam. cevabınız için teşekkür ederim. sizi tekrar rahatsız ediyorum ama birde şunu öğrenebilirmiyim? bu bildirdikleriniz 4 mezhepte aynı mıdır?
kadının ön tarafına parmak sokup lezzet duyması hâlinin, guslü gerektirmediği bir mezhep varmı? şafii hanbeli veya maliki mezheplerinde
mesela ben maliki mezhebinde bu durum abdesti bozmaz diye duydum. yani guslü de gerektirmez demek mi oluyor?
öyleyse o mezhebi taklit edebilirmiyiz saygılar İsim mahfuz
*******
Selamün aleyküm.
Bu meselede cumhurun görüşü guslü gerektirdiği yönündedir. [Bkz. Muhammed Alâeddin, Hediyyetü'l-Alâiyye, s. 18] Öyle bir hareket, sadece Hanbelîlerde orucu bozmaz. O da diğer mezhep mensuplarını ilzam etmez.
Ayrıca öyle olur olmadık yerde, hele ki böyle basit bir meselede “taklid” yoluna gidilmez. Gidilirse, bu işin sonu telfîka çıkar ki, o da asla caiz değildir, neticesi mezhepsizliğe gider.
Evet, Sünnî mezhepler arasında taklid caizdir; fakat sadece zaruret ve mecburiyet karşısında tecviz edilmiştir. Bu meselede öyle bir zaruretten söz etmek mümkün değildir. Binaenaleyh sabit-kadem ol, âmiyane tabirle ‘daldan dala konma’ya değil, mensubu bulunduğun mezhebin mecrasında yürümeye gayret et. Yoksa, Allah korusun, kekliği taklit edeyim derken, kendi yürüyüşünü şaşıran kargaya dönebilir insan...
O bakımdan kişi, kendi fıtratını / yaratılış özelliklerini, mezhebinin içtihatlarını / görüşlerini zorlamamalıdır. Eğer zorlarsa manevi bakımdan bir fayda elde edemez ve hafizanallah Şeytan’ın maskarası olur.
Taklid mevzuundaki hassasiyet için ayrıca bkz.
http://halisece.com/sorulara-cevaplar/3044-zaruretsiz-baska-mezhebi-taklit.html
Sizden çok özür dileyerek mecbur kaldığım için bazı şeyler sormak istiyorum.
1. Bir kadın fercine parmak soksa lezzet duyarsa gusül gerekir deniyor. Parmak değil de pamuk, bez, peçete vs tıkadığında eğer istemsiz lezzet duyarsa gusül farz olur mu?
2. Jiletle etek tıraşı olurken jiletin organın iç kısmına değmesi durumunda eğer lezzet hissi oluşursa gusül gerekir mi?
Bu sorularımı başka türlü nasıl soracağımı bulamadım. Sizden çok özür dilerim.birçok ilmihale baktım. Yayınlanması uygun değilse özelden bana cevap yollarsanız sevinirim. Ya da daha farklı düzenlerseniz iyi olur. Lütfen kusura bakmayın. İsim mahfuz – gmail
*******
Selamün aleyküm.
Rica ederim kardeşim; yazdıklarınızda filasıl özür dilemeyi icap ettirecek bir durum yok. Dinî meseleleri öğrenmekte hayâ söz konusu olmaz. Dolayısiyle utanmaya gerek yoktur; çünkü öğrenmemekle ortaya çıkacak sonuç, onu öğrenmedeki utanmadan daha büyük ve daha ağır olur.
1- Ön ve arka yoldan birine herhangi bir zaruretten dolayı parmak veya pamuk ya da bez, peçete yahut başka bir cismi sokmak guslü gerektirmez. Parmağın erkek parmağı ile kadın parmağı olması arasında da bir fark yoktur. Fakat cinsî bir zevk ve hazz alma düşüncesiyle ön tarafa parmak sokulursa, bundan dolayı gusül lazım gelir.
Ayrıca bir zaruretten dolayı da olsa, mesela kadının fercine plastik âletin (veya parmağın ya da bir başka cismin) sokulması halinde, sizin tabirinizle 'istemsiz' de olsa şehvet duymuşsa yıkanması gerekir, duymamışsa gerekmez.
Bunun için bir kadın, kadın hastalığından dolayı doktora muayene olurken, cinsî bir hazz duyarsa bundan dolayı gusül gerekirken, cinsî hazz duymazsa hiç bir şey icap etmez. Doktor kadın da olsa, erkek de olsa hüküm aynıdır. [İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, 1, 112]
Önümüz mübarek Ramazan ayı, bu sebeple oruçla ilgili de kısaca bir şeyler söyleyebiliriz. Mesela bu cümleden olarak, muayene olmak orucu bozmaz. Binaenaleyh dübüre veya ferce kuru olarak parmağın girmesi de orucu bozmaz, fakat yaş olursa bozar. Doktorun avret yerlerine bakmasından dolayı da gusül gerekmez.
2- İkinci sorunuzun cevabı, aslında ilk sorunun cevabında mündemiç (onun içinde mevcut). Yani lezzet hissi oluşursa / şehvet duymuşsa yıkanması gerekir.
Bilerek abdestsiz namaz kılınırsa ne olur? Böyle bir kimse dinden çıkmış olur mu?İsim mahfuz
*******
Ebu Hureyre'den (r.a.) rivâyet olunduğuna göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Biriniz (önden ve arkadan çıkan şeyler gibi, abdesti bozan durumlarla) abdesti bozulunca, abdest almadıkça, Allah onun namazını kabul etmez" [Buhârî, Sahih, Hadis no: 6954; Müslim, Sahih, Hadis no: 2, 225]
Bu hadis-i şeriften çıkarılan hükümler:
1. Abdesti bozulan kimsenin, yeniden abdest almadıkça namazı kabul olunmaz.
2. Hades (abdestsizlik yani önden ve arkadan çıkan şeyler), ister isteyerek olsun, isterse istemeyerek olsun, abdesti bozar, namaz sırasında olursa, namazı geçersiz kılar.
3. Hadis-i şerifte geçen "kabul olunmaz" ifadesinden maksat; namazın geçersiz olmasıdır.
4. Hadis, namazın sahih yani geçerli olması için abdestin şart olduğuna delâlet eder.
İmam Nevevî (rh.) bu mevzuda şöyle demiştir:
"Bu hadis, namaz için abdest almanın farz olduğu hususunda kesin bir delildir. Nitekim İslâm ümmeti, namazın sahih / geçerli olması için abdestin şart olduğunda ittifak etmişlerdir"
Yine, İmam Nevevî (rh.) demiştir ki:
"İslâm ümmeti, abdestsiz veya teyemmümsüz namaz kılmanın haram olduğu ve farz ve nâfile namaz arasında hiçbir fark olmadığı hususunda ittifak etmişlerdir (görüş birliği içerisindedirler)."
Abdestsiz namaz kılmanın hükmüne gelince…
İtikat ve fıkha dair eserlerde denilmiştir ki:
Namaz için abdestin farz olduğunu inkâr etmedikçe, hafife almadıkça (istihfaf) ya da alay edip eğlence (istihza) olsun diye böyle bir fiili işlemediği sürece kişi dinden çıkmaz. [Ebu’l-Muîn en-Nesefî (Mâtürîdî akâid-kelâm âlimi, vefatı: 1114), Tebsıratü’l-Edille, 1, 38]
İmam-ı Azam Ebu Hanife (rh.) ise, abdestsiz namaz kılmayı helâl sayma niyeti olmadan veya namazla alay etme kastı taşımadan tembelliğinden dolayı abdestsiz namaz kılan kimse de kâfir olur, demiştir.[İbn Nüceym, el-Bahru'r-Râik Şerhu Kenzü’d-Dekâik, 1, 151, 302. 5, 132; İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr (Dürrü’l-Muhtâr’a yaptığı Hâşiyesi), 3, 719]
Kâfir olanın ise tekrar dinine dönebilmesi için, “tecdîd-i iman”da bulunması (imanını yenilemesi) gerekir.
'Bu kimse kâfir olmaz, ama büyük günahlardan birisini işlemiş olur', diyenlere göre de, böyle bir hareketten dolayı pişmanlık duyup tevbe ve istiğfar etmek lazımdır. Bu şekilde kılınan bir namaz, eğer vakti çıkmamış ise güzelce abdest alıp iade edilmeli; vakti çıkmış ise kaza edilmesi gerekir.
Abdestin farziyetini inkâr, istihfaf veya istihza ve eğlence olsun diye abdestsiz namaz kılan kimsenin kâfir olduğunda ise ihtilaf yoktur.
S o n u ç
Mezhep imamımız İmam-ı Azam hazretlerine nazaran kişi, bile-bile abdestsiz olarak namaz kılarsa, namazı hafife aldığı için kâfir olur. O bakımdan diğer görüşleri de bilip yerine göre değerlendirmekle birlikte, özellikle bu görüşü nazar-ı dikkatten uzak tutmamak icap eder. Zira zat-ı âlileri, içtihatlarında isabet derecesi en yüksek ve kıyamet sabahına kadar müntesipleri devam edecek olan Hanefî mezhebinin müessisisi / kurucusudur.
***
Mevzu hakkında ilave bilgi
Abdullah bin Mes'ud'dan (r.a.) rivâyet olunduğuna göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Allah'ın kullarından bir kula kabrinde yüz sopa vurulması emrolundu. Adam, (ceza) bir sopaya indirilinceye kadar Allah Teala’ya yalvarıp yakardı. Yalnız bir sopa vurulunca kabri ateşle doldu. Ateş ondan kalkınca, adam ayıldı.
Meleklere;
- Neden bana vurdunuz? dedi. Melekler,
- Sen abdestsiz olarak bir vakit namaz kıldın ve bir mazlûmun yanından geçip yardım etmedin, dediler." [Tahâvî, Müşkilü'l-Âsâr, 4, 231; Elbânî, Silsiletü'l-Ehâdîsi's-Sahîha, Hadis no: 2774]
İmam Nevevî (rh.) şöyle demiştir:
"(Kişi, abdestsiz ise) abdestsiz bulunduğunu ve (cünüb ise) yıkanmadığını ve bu vaziyette namaz kılmanın da haram olduğunu bildiği halde namaz kılarsa, büyük bir günah işlemiş olur. Bize göre bu kimse, helâl saymadıkça bu davranışıyla kâfir olmaz. Ebu Hanife (rh.) ise şöyle demiştir: ‘Alay ettiği için kâfir olur.’ Bizim bu mevzudaki delilimiz; abdestsiz veya cünüb olarak namaz kılmak, zinâ ve benzeri bir günaha benzeyen bir mâsıyettir (günahtır)." [Nevevî, el-Mecmû‘, 2, 84; Nevevî, Ravdatü't-Tâlibîn, 10, 67)
Selamün aleyküm hocam, talebe ve yurt yapılması için düzenlenen kermeslerimize verilen para ve eşya zekata sayılırmı? bu kermeslere hayır olarak verdiğimiz elbise vb giyecek ve yiyecek eşyası zekat olurmu? bunlar orada satılıyor.. h. bilal karataş – Messenger
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Önceki yıllardan birinde, bir başka siteye buna benzer bir soru gelmiş ve cevaplamış idik. Onu aşağıya aynen aktarıyorum. Lütfen bkz.
***
Soru:
“Hocam, Kuran Kursu yapılması için geleneksel Konya’mızda düzenlediğimiz Üstazımız Süleyman Efendi Hazretlerine bağlı kardeşlerimizin hazırladığı kermeslerimiz var.. Bu kermeslere elbise gibi zekatımızı versek olur mu? Hayır olarak.. Ama verdiğimiz zekat satılıyor, kermes olduğu için.. Bi açıklama yaparsanız sevinirim Allah’a emanet olun..
Cevabımız:
“Öncelikle kermeslerinizin hayırlı-uğurlu-bereketli geçmesi için dua edelim, gayret edelim. Rabbim rızasına muvafık muvaffakıyetler nasip eylesin. Âmin...
Bildiğiniz gibi Kur’ân-ı Kerim, zekâtın verilebileceği kimseleri hususî bir biçimde sıralayıp, sonra da nerelere harcanabileceğini şöyle ifade eder:
“Zekâtlar, Allah'tan bir farz olarak fakirlere, yoksullara, üzerinde çalışanlara (zekât toplamak üzere vazifeli memurlara), kalpleri te'lif olacak olanlara (gönülleri İslâm'a ısındırılmak istenenlere) verilir; âzad edilecek köleler, borçlular, Allah yolunda ve yolcu olanlar için sarf edilir.” [Tevbe sûresi, 60]
Görüldüğü üzere âyet-i kerimede, zekâtın verileceği insanlar ve sarf edilebileceği/harcanacağı yerler sekiz sınıf olarak belirtilmiştir:
1. Fakirler: Nisap miktarından az bir mala sahip olan ve mevcut malı ihtiyacına kifâyet etmeyenlerdir. Yani normal ölçülerde geliri giderini karşılamayan kimseler.
2. Miskinler: Fakirden daha aşağı derecede olup hiçbir şeye sahip olmayan yoksullar.
3. Âmil: Ülû’l-emr tarafından zekât, sadaka ve öşürleri toplamak üzere vazifelendirilen memur.
4. Müellefe-i kulûb: Kalpleri İslâm’a ısındırılmak istenenler.
5. Borçlular: Borç altında olup da, ödeme imkânı bulunmayan kimseler.
6. Yolcu: Yolda kalan kimse, yani memleketinde malı-mülkü, varlığı-serveti olsa bile, gurbette parasız kalmış insan.
7. Köle: Hür / özgür olmayan kişi.
8. Fî sebîlillah: Allah yolunda (mücadele-mücahede eden ve hizmette bulunan kimse) demektir.
Âlimlerimiz / müçtehitlerimiz tarafından, bu sekiz sınıftan, “tahsis lâmı” ile beyan olunan ilk dört grup için temlikin şart; zarfiyet edâtı “fî” ile ifade edilen dört kısım sarf yerleri içinse, temlikin şart olmadığı söylenmiştir. [Bkz. Zemahşerî, el-Keşşâf; er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, mezkûr âyetin tefsiri.]
Temlikin bunlar için de gerekli olduğunu söyleyenler ise, zekâtı, onların ihtiyaçlarını görmekle vazifeli kimselere vermek suretiyle bunun yerine gelmiş olacağını ifade etmişlerdir. Zira Allah yolundaki mücahidlerin, “cihad ihtiyaçları”nın hepsini bizzat kendilerinin temin etmeleri / edebilmeleri mümkün değildir. Bu uygulamadaki asıl maksat ise, ihtiyaçların karşılanması olduğundan, ihtiyacın cinsine göre zekâtları, mücahidlerin teker-teker bizzat kendilerine değil de, veliyyü’l-emr’e yani onların işlerini-hizmetlerini görmekle, ihtiyaçlarını gidermekle vazifeli kişi veya kişilere teslim etmekle de temlik tahakkuk etmiş ve farz yerine getirilmiş olur.
Zekâtla alâkalı bu nass (âyet-i celile), günümüzde çocuklarımızın-gençlerimizin en iyi şekilde yetişmeleri için faâliyet gösteren İslâmî müesseselerin-derneklerin mâlî yapısını teşekkül ettirecek şekilde genişçe tefsir ve te'vil edilmeye (yorumlamaya) gayet müsaittir.
Ayrıca talebe adına tahsilatta, teberruda bulunan personel (hoca-talebe-ihvan-esnaf-tüccar), âmil hükmünde olamaz mı? Kendi kasaları-keseleri için talepte bulunmuyorlar ki. Gaye belli, niyet belli, yapılan iş bellidir.
***
S o n u ç
Şüphesiz ki zekât niyetiyle verdikleriniz zekât yerine geçer, bunda kuşkunuz / tereddüdünüz olmasın.
Şöyle düşünün:
Öbür türlü verdiğimiz zekâtlarımızı ekseriyetle nasıl veriyoruz ki; bizzat talebeye mi, yoksa vazifeli personele mi?
Tabii ki vazifeli personele…
Kimin için?
Talebe için.
Kermes niçin?
O da talebe için.
Yani ismin farklılığı, faaliyetin değişikliği maksadı değiştirmiyor.
Hedef, “Allah yolunda”ki hizmetlere malî ibadetimizle destek olmak…
Vesselam…”
selaymün aleyküm hocam web adresinizden soru soracaktım üye oldum soru sor butonuna tıkladım fakat hata verdi. o yüzden buradan yazıyorum kusura bakmayın. sorumu da sitenizde araştırdım ama bulamadım. hanımların şal bağlaması uygun mudur hocam? örtünme ile ilgili yazdıklarınızı okudum örtülerini boyunlarının üzerine düşürsünler şeklindeki ayeti kerime yi ve açıklamanızı okudum. şal bu ifade edilen bağlamaya uygun mudur? Allah razı olsun sitenizi ve yazılarınızı ilgi ve merakla takip ediyorum. Sayenizde birçok soruma cevap buluyorum. Allah a emanet olunuz. Salih Kalkan – Messenger
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Maalesef sitede zaman-zaman bahsettiğiniz problemler baş gösteriyor. Önemli değil, oradan veya buradan ulaşmanızda bir mahzur söz konusu değil. Yeter ki yazdıklarınız bize ulaşsın, gözümüze ilişsin.
***
İslâm’ın tesettür ve başörtüsü emriyle ilgili olarak öncelikle sitedeki şu linkleri dikkatlice okuyunuz:
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/2852-basortusu-ve-baglama-sekli.html
http://www.halisece.com/islami-makaleler/130-islamda-giyim-kusamin-olcusu.html
Sonra da “şal”la bu tesettürün temin edilip edilmediğine, söz konusu kıyafetin dikkat çekip çekmediğine bakmalı; şayet örtünme tam olmuyor ve dikkat da çekiyor ise, bu kıyafetten uzak durmalıdır. Tabii ki bu hüküm, meselenin şer’î yönü, fetvâ cihetiyle ilgilidir. Hatta bununla beraber, ‘Bu örtü (şal) kesinlikle İslâm’ın emrettiği tesettürü yerine getirmiyor. Boyun, omuz meydana çıkıyor; kimisinde bağır açılıyor, incelerinde saç da gözüküyor… İslâm’ın tesettür emrindeki hikmete ters olarak kişiyi alımlı gösteriyor’ diyenler de vardır. Binaenaleyh bu ve benzeri uyarıları da dikkate almak, ihtimâl dahi olsa tehlikeleri gözardı etmemek lâzım.
İhtiyat ve takvâ bakımından ise, daha bir dikkatli ve hassas davranmak gerektiğini herhalde söylemeğe hacet yoktur.
Ayrıca kişi, mensubu bulunduğu câmianın-toplumun-çevrenin durumunu da nazar-ı dikkate almalı, şer’î hudutlar dâhilinde onların tarz-biçim ve tavırlarına uymayı da ihmâl etmemelidir. Zira aykırı hareket etmek münasip olmaz, usûl ve âdâba ters düşer. Umarım ne demek istediğimiz anlaşılmıştır.