Selamün aleyküm hocam. sir sorumuz olacaktı, seferi olan mukim olanlara cuma namazı kıldırabilir mi?
Soru: Levent Kandemir tarafından yazıldı. Kategori: Soru – Cevap
*******
Seferî bir kimse imam olup Cuma namazını kıldırabilir, hutbeyi de okuyabilir. Bu aynen seferî olan birinin mukim olanlara imameti gibidir ki, bu caizdir. Kısacası burada olması gereken şartlar, imamet için aranan şartlardır. Seferî olmayıp mukim olmak ise, imamlığın şartları arasında sayılmamıştır.
İmamlığın sıhhatinin şartları
Sağlığı yerinde olan erkekler için imamlığın sahih / geçerli olmasının şartlan altıdır:
1. İslâm, yani Müslüman olmak.
2. Bülûğ, erginlik çağında bulunmak.
3. Akıllı olmak.
4. Erkek olmak.
5. Kıraat: Namaza yetecek kadar Kur'an'dan âyet okuyabilmek.
6. Özürlü olmamak: İmamın, sürekli burun kanaması, yel kaçması gibi bir özrü olmamak. Keza “fe” veya “te” harflerini tekrarlamak suretiyle olan kekemelik, pelteklik; sin harfini peltek, “se” ve “ra” harfini “ğayn” harfi yapmak gibi özürlerden uzak bulunması lazımdır.
Ayrıca bunların yanı sıra, temizlik ve avret mahallinin örtülmesi gibi namazın her türlü şartının kendisinde mevcut olması gerekir. (Bazı fıkıh kitaplarında bu son şart da ayrı bir madde halinde zikredilir ve imametin şartları yedi olarak ifade edilir.) [Ebu'l-İhlâs Hasan el-Vefâî eş-Şürünbülâlî, el-Miftâhu Şerhu Nûri’l-Îzâh, Fazilet Neşriyat, İstanbul, 1980, Bâbü’l-İmâmeti, s. 60; Mehmed Fevzi Efendi, Nimet-i İslâm, Huzur Yayınevi, İstanbul, 2008, s. 318-19-20; Bilmen, Ömer Nasuhi, Büyük İslâm İlmihali, Bilmen Yayınevi, İstanbul, 1966, s. 144, md.: 148]
İmamlığın şartlarıyla alakalı daha geniş bilgi için lütfen ayrıca bkz.
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/2220-murahik-in-imamligi-ve-imametin-sihhat-sartlari.html
Sabah namazına vaktinde alarmı kapatıp tekrar yatmamak için telefonumu Kur'ân ı kerimin sayfaları arasına koysam olur mu?Bir hürmetsizlik yapmış olur muyum?Alarmı kapamak için mecbur abdest alacağım,böylece uykum açılacak.
Soru: Deniz tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
*******
Selamün aleyküm kardeşim;
Kusura bakmayın, sorunuzu tam olarak anlayabilmiş değilim. İfade hayli karışık olmuş… Fakat anladığım kadarıyla, kendinizi abdeste zorlayıp tekrar uyumamak için dolambaçlı bir uygulamadan söz ediyorsunuz. Sözünü ettiğiniz bu davranış, sizin de tahmin ettiğiniz gibi elbetteki yüce kitabımız Kur’an-ı Hakîm’e hürmetsizlik olur. Ne işi var telefonun Kur’an-ı Mecîd’in arasında..? Bu hususta çok hassas olmak ve ona hürmetsizlikten şiddetle kaçınmak, gereken saygıyı göstermek lazım. Dinimizde mukaddesata hürmet çok çok önemlidir. Kitabımız Kur’an-ı Kerim ise mukaddeslerimizin ilklerinden / önde gelenlerindendir. Lütfen aşağıdaki linkleri dikkatle okuyup, ona göre davranmaya gayret ediniz.
http://www.halisece.com/islami-makaleler/160-islamda-tazimus-seair-mukaddesata-hurmet.html
Not: Dikkat ederseniz ifadelerimizde yalnızca “Kur’an” bile dememeye hassasiyet gösteriyor, devamında mutlaka onu öven bir sıfat kullanmaya gayret ediyoruz. Keza konuşmalarımızda da gene öyle… H.E.
Peygamberler masum ve mahfuzdur, isteseler bile günah işleyemezler, peki imtihan kalkmış olmuyor mu o zaman peygamberler için?
Soru: Deniz tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
*******
Selâmün aleyküm.
Evet, peygamberler (aleyhi ekmelü’t-tehâya ve’t-teslîmât) ma‘sûm, evliya (kaddesallûhu esrârahum) mahfuzdur. Bkz.
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/3322-enbiya-ma-sum-evliya-mahfuzdur.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/3546-enbiya-ma-sum-evliya-mahfuzdur-2.html
Ancak bu durum, onları ‘imtihan’dan masûn kılmıyor. Hatta imtihanın en ağırına onlar mâruz kalıyor. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de buyruluyor ki:
“Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler, sizin de başınıza gelmeden Cennete gireceğinizi mi sandınız? Peygamber ve onunla beraber mü’minler, ‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki, Allah’ın yardımı pek yakındır.” [Baqara suresi, 214]
Hz. Sa‘d (r.a.) rivayet ediyor. Dedim ki:
- ‘Yâ Rasûlallah, insanların belâsı / imtihanı en çetin olanı kimdir? Şöyle buyurdu:
- “Peygamberler ve sonra da derece derece mü’minlerdir. Kişi, dini(ne bağlılığı) nisbetinde belâ görür / imtihan edilir. Dini kuvvetli ve sağlam ise belâsı ağır olur. Dininde zayıflık söz konusu ise, dini kadar belâ görür / imtihana tâbi tutulur. Belâ insanın yakasına öylesine yapışır ki, günahsız gezene kadar peşini bırakmaz.” [Tirmizî, Sünen, 7, 78-79; Süyûtî, Câmiu’s-Sağîr, 1, 136]
Bir diğer hadis-i şerif de şöyledir: “İnsanların belâ / imtihan yönünden en şiddetlisi, en çok belâya mübtelâ olanları peygamberlerdir; sonra sâlihler, sonra da derece derece iyi hal sahibi diğer mü’minlerdir.” [Dârimî, Sünen, 2, 320; Taberânî, Mu‘cemü’l-Kebîr; Süyûtî, Câmiu’s-Sağîr, 1, 136; Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1, 144]
Atalarımızın meşhur sözleridir mâlum: “Allah dağına göre kar verir.”
Bu mesele aynen ilkokul, ortaokul, lise ve üniversite seviyesindeki talebenin imtihanı gibidir. Bunların hepsi aynı sınava tâbi tutulabir mi?
Hayır.
Herkesin sınavı kendi seviyesine göredir. Öyle değil mi?
Ve peygamberlerin imtihanı esas itibariyle bir cilve-i Rabbânîdir. Ümmet fertlerinki gibi değildir, öyle değerlendiremeyiz. Eğer öyle değerlendirmeye kalkışırsak, kantarın topuzunu kaçırır, ölçüyü aşarız. Şairin dediği gibi,
İdrâk-i meâlî bu küçük akla gerekmez
Zira bu terâzi bu kadar sıkleti çekmez
***
İmtihan herkesedir, âlemşümûldür
Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’den anladığımıza göre, imtihan müessesesi her devirde herkes için câri ve mer’îdir / geçerlidir. Yani, bütün insanlar imtihan edilmektedir. İnsanın imtihana tâbi tutulması Allahu Teâla'nın bir sünnetidir, kanunudur, değişmez. Kötüler kadar iyiler de imtihan edilir. Bu cümleden olarak Peygamberler (aleyhimüsselâm) dahi bu usûl ve esasta istisna teşkil etmez. Peygamberler tarihini, özellikle Rasûlullah Efendimizle (slavatullahi alâ Nebbiyina ve aleyhim ecmaîn) alakalı sîreleri okuyanlar çok çok iyi bilirler ki, akla durgunluk veren misaller saymakla bitmez.
İmtihan, ilk insan ilk peygamber atamız Hz. Âdem’le başlayıp, bütün peygamberleri şumûlüne almıştır. Bundan müstesna olanı yoktur. Ancak onlar Allahu Teâla’nın hıfz u himayesindedirler. Peygamberlik mâlum olduğu üzere kesbî olmayan bir ilahî keremdir / ihsandır / lûtuftur / vergidir. Bu sebeple, peygamberlerin diğer insanlardan farklı bir mevkide-mertebede olmaları, peygamberlik vazifelerinin tabii bir neticesidir.
Şunu unutmamak gerekir ki, imtihanın temel nüktesi, Allah’a imandan sonra O’nun emir ve yasaklarına riayet etmektir. İnsanlar, Allah’ı mârifetleri / tanıdıkları nisbette onun emir ve yasaklarına riayet edecektir. Bu açıdan bakıldığı zaman, peygamberler herkesten daha fazla mârifetullaha sahiptirler, herkesten daha fazla O’ndan korkarlar, herkesten daha fazla O’nu severler ve herkesten daha fazla O’nun emir ve yasaklarına karşı saygılıdırlar. Demek ki, onların imanlarının kuvvetli olması, imtihanlarının bitmesi manasına gelmiyor; bilakis, onları daha fazla Allah’a karşı haşyet, vera ve takvaya / saygıya sevk ediyor.
***
Büyüklerin imtihanı da büyük olur
Büyüklerin imtihanı da o nisbette büyüktür. Bunun anlamı şudur:
Büyüklerin ufak-tefek yanlışları diğer küçüklere göre çok fazla kabul edilir ve ona göre muamelede bulunulur. Nitekim Hz. Âdem’in (a.s.) bir defa şeytanın yeminine kanması, onun Cennetten çıkarılmasına sebep olmuştur. 950 sene peygamberlik vazifesini çok zor şartlar altında yürüten Hz. Nuh (a.s.), Allah’ın (c.c.) bir beyanını yanlış anlamış ve o yönde Allahu Teâla’ya münacat ve müracaatta bulunmuştu. Bu tavrından ötürü “cahillikle damgalanacağı” hususunda şiddetle azarlanmıştı:
“Nuh Rabbine hitâb edip: ‘Ya Rabbî, dedi, elbette boğulan oğlum da ailemdendi, öz evladımdı. (Halbuki ben onları gemiye alırken Sen bana kurtulacaklarını, müjdelemiştin). Senin va‘din elbette haktır ve Sen hâkimlerin hâkimisin!’ ‘Ey Nuh!’ buyurdu Allah, ‘O senin ailenden değil. Çünkü o, dürüst iş yapan, temiz bir insan değildi. O halde, hakkında kesin bilgin olmayan bir şeyi Benden isteme. Cahilce bir davranışta bulunmayasın diye sana öğüt veriyorum.’ Yâ Rabbî, dedi (Nûh), hakkında kesin bilgim olmayan şeyi istemekten Sana sığınırım. Eğer beni affetmez, bana rahmet etmezsen, her şeyi kaybedenlerden olurum.” [Hud suresi, 45-47]
Hz. Yunus’un (a.s.), vahiy ile geleceğini bildiği helâk musibetinden kurtulmak için, bir anda insanî zaafına uyarak oradan ayrılması, ona çok pahalıya mal olmuştu. Soluğu ta balığın karnında almıştı.
Diğer peygamberler için de büyük imtihanların söz konusu olduğunda şüphe yoktur. Rasûl-i Zîşân Efendimizden (s.a.v.) sonra insanlığın manevi derece itibariyle iki numarası olan atamız Hz. İbrahim’in (a.s.) başına gelemeyen kalmamıştır.
Âlemlere Rahmet Efendimiz’in (s.a.v.) imtihanı ise hepsinden çok daha büyüktür. Çünkü o, Seyyidü’l-Enbiya ve Mürselîn’dir.
“En şiddetli belalara mâruz kalanlar peygamberlerdir...” [Tirmizi, Sünen, Zühd 57; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1, 172, 174] mealindeki hadis-i şerifte bu hakikate işaret buyrulmuştur.
Şu noktaya da dikkat etmekte fayda vardır ki; peygamberler de birer beşerdir / insandır. Onların insanlık yönleri kaybolmamıştır. Biz bir insan olarak Allah’a ve diğer iman esaslarına iman ettiğimiz halde, nefsanî / insanî olan taraflarımızın yine de bizi doğru yoldan saptırmak istediği bilinen bir gerçektir. İman hususunda peygamberlerin şüphesi olmamakla beraber, insanî zaaflar açısından bazı vesveselere / zellelere mâruz kalmakla imtihan geçirdikleri de bir vâkıadır. Kavmine gelen azaptan kurtulmak için Allah’tan izin almadan vazife mahallini terk eden Hz. Yunus’un (a.s.) durumu da bir başka örnektir.
Ayrıca, Allahu Teâla’nın büyük velileri de bizim için gaybî olan birçok şeyi, O’nun inayetiyle görürler, ama imtihanları yine de sona ermez. Zira kim olursa olsun, nefs-i mut’mainne makamına kavuşmadan emniyette değildir. Her an mertebesini kaybetme riskiyle karşı karşıyadır.
“Âlimler müstesna insanların hepsi helak oldu, ilmiyle amel edenler müstesna; âlimlerin hepsi helak oldu, ihlâslı olanlar müstesna; amel edenlerin hepsi helak oldu. İhlâslı olanlar da büyük bir tehlikeyle karşı karşıyadır.” [Aclunî, Keşfü’l-Hafâ, 2, 312] hadisiyle bu hakikate işaret edilmiştir.
***
Mü’minler için imtihanın sırrı
Peki, mü’minler için imtihan sırrı nedir? Kısaca buna da temas edelim.
Hadis-i kudside Allahu Teâla buyuruyor ki: “Mü'min bir kulumu bir hastalığa müptelâ ettiğim zaman Bana hamd ederse anasından doğduğu günkü gibi günahlarından temiz olarak yatağından kalkar. Allah (c.c.) buyuruyor ki: 'Ben kulumu bağladım, imtihan ettim / sınadım şimdi ey meleklerim sağlam iken ona yazdığınız sevaplar gibi hastalık zamanı için de aynı sevapları yazın." [Ahmed bin Hanbel, Müsned, 4, 123]
Hadis-i şerifte de, “Allah, sevdiği kavmi daha çok belâya / imtihana uğratır.” [Aclûni, Keşfü’l-Hafâ, 1, 80] buyrulmuştur.
Sahâbeden Abdullah (r.a.) diyor ki:
- ‘Rasûlullah’ın huzuruna girdim; Yâ Rasûlallah, dedim, çok ateşin var.
- “Evet, dedi, Ben sizden iki kişinin hastalığı kadar hastalanırım.” Ben:
- ‘Şu halde, senin için (daha büyük) ecir vardır’ deyince buyurdu ki:
- “Evet, aynen öyle... Hiçbir Müslüman yoktur ki, ona bir diken ve daha küçük bir şey de olsa eziyet veren bir şey isâbet etsin de, Allah o şeyi, ağacın yapraklarını dökmesi gibi, o Müslümanın günahlarına keffâret kılarak günahları ondan dökmesin.” [Askalânî, Sahih-i Buhâri Şerhi, 10, 111]
***
N e t i c e
İmtihan görmemiş ölü gönül ve ham ruhların, manevi bakımdan nefisleri adına insanlığa yükselmeleri bahis mevzuu olamayacağı gibi, maddi açıdan da içinde yaşadıkları topluma, en küçük bir faydaları dokunmayacaktır.
Elmas gibi ruhların, kömür tıynetli kimselerden ayrılması / ayrışması imtihana bağlıdır. İmtihanın olmadığı bir yerde altını, taştan-topraktan ayırmaya; elması da kömürden tefrik etmeye imkân yoktur.
Ve yine imtihanın olmadığı bir yerde, en habîs en uğursuz ruhlar en yüce kametlerle / fıtratlarla iç içedir. İmtihanla, melekler gibi sâfi ruhlar, bu habîs ruhlardan ayrılır ve kendileri için mukadder olan zirvelere, pek yüce manevi makam ve mertebelere yürürler.
Selamün aleyküm hocam. Kıyamet alametlerinden olduğu bildirilen Ye'cûc ve Me'cûc nedir, kimlerdir? Nerede ortaya çıkacaktır? Bir akademisyen yazarımız 2 şubat 2017 Perşembe günkü yazısının bir bölümünde şöyle diyor:
“Çinliler Ye’cûc ve Me’cûc hakkında zikredilen hadislere çok benziyorlar. Hepsi ufak ve birbirine benziyor. Ahlak sıfır, belediye başkanlarına da, Mao’ya da resmen tapıyorlar. Kadın sayısı çok olduğundan ve ahlaki bir filtre olmadığından bir erkek kaç kadın ile beraber olduğunu bile bilmiyor. Her şeyi yiyebiliyorlar. Yedikleri en pahalı şey maymun beyni. Hatta cenin bile yiyorlar. Bir tek hadislerde bakır bir setten bahsediliyor. Çin’de sadece onu bulamadım. O da olsa rahatlıkla Ye’cûc ve Me’cûc Çinliler diyeceğim.”
Onunu dediği gibi Ye'cûc ve Me'cûc Çinliler olabilir mi?
Allaha emanet olun.
Soru: Berkin Şakıyan tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Ye'cûc-Me'cûc'un varlığı, evleviyetle Kitap’la yani Kur'an-ı Kerim’le sâbittir. Kehf suresinin 93-99'ncu âyetleri ile Enbiyâ suresinin 96'ncı âyeti açık ve net olarak bu hususa temas eder.
Tefsirlerde ilgili âyetler açıklanırken, mevzu enine-boyuna ele alınır.
Hadis kaynaklarımızda ve onların şerhlerinde de etraflı bilgiler mevcuttur.
Keza Akaid kitaplarımızın metin ve şerhleri de bu mevzuda sahih ve sağlam bilgiler ihtivâ eder. Mesela bunlardan Akaid-i Ömeru’n-Nesefî’de şu açıklamayı görüyoruz:
“Nebîaleyhi’s-salâtü ve’s-selam’ın haber verdiği kıyamet alâmetlerinden Deccâl’in çıkması, Dâbbetül arz’ın çıkması, Ye’cûc ve Me’cûc’ün çıkması, İsa aleyhisselam’ın semâdan / gökten inmesi, Güneş’in battığı yerden doğması haktır.”
Bu alâmetler hadis-i şeriflerde on madde halinde sayılmıştır. Ayrıca üç de yer batması zikredilmiştir. Detaylı bilgi için bkz. http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/509-nuzulu-isa-as-ve-hz-mehdi-ks.html
Demek ki sayılan diğer alâmetler gibi, Ye’cûc ve Me’cûc’ün çıkması da Kıyamet alâmetlerinden olduğunda şüphe ve tereddüt yoktur.
Ye'cûc ve Me'cûc'un kimler olduğu hakkında ise çok değişik görüşler vardır.
Ancak kıyâmetin büyük alâmetlerinden biri ve insan topluluklarından oldukları kesindir. Öncekiler gibi kıyamete yakın da ortaya çıkıp yeryüzünü fitne ve fesatla dolduracak, ulaştıkları her yerdeki her şeyi yiyip bitireceklerdir.
Nerede ortaya çıkacaklarına dair ise kesin bir bilgiye sahip değiliz.
Her zaman ifade etmeye çalıştığımız gibi, bu vb. mevzularda Allah ve Rasûlü / Kitap ve Sünnet bize ne miktar bilgi vermişse, onları tefsir ve te’vil istidadına sahip âlimlerimiz ne kadarını açıklamışlarsa, ancak o kadarını bilme imkânına sahibiz. Bunun ötesinde söylenilenler ise birtakım te’viller-izahlar, yorumlar-tahminler ve şahsî kanaatlerden ibaret olduğu için bağlayıcı bir yanı olamaz.
***
Gelelim Ye’cûc ve Me’cûc terkibinin tahliline
Râgıb el-İsfahânî ile İbn Manzûr’a (rahımehumallah) göre bu iki kelime Arapça’dır. [el-Müfredât, ecc md.; Lisânü’l-Arab, ecc md.; Kāmus Tercümesi, I, 697-698]
İmam Zemahşerî, Fahreddin er-Râzî, Beyzâvî ve Ebü’l-Bekā el-Kefevî (rahımehumullah) gibi âlimlere göre ise Arapça’ya başka dillerden geçmiştir. [el-Keşşâf, II, 498; Mefâtîhu’l-Ğayb, 21, 170]
Birinci görüşte olanlar söz konusu kelimelerin;
“Ateş alevlenip durulmak; su tuzlu ve acı olmak; düşmana saldırmak, hızlı koşmak” anlamlarındaki “ecc”… “Ak kor haline gelmiş ateş, parlak nesne” mânasına gelen “evc”… Yahut “yayılmak, etrafa dağılmak” anlamındaki “ycc” ve “mcc” masdarlarından muştak olduğunu… Ayrıca “hızlı hareket eden, etrafa yayılan; ateş gibi yakıp yok eden kimse veya topluluk” mânalarında mecâzen kullanıldığını belirtirler.
Ye’cûc ve Me’cûc’ün Arapça’ya başka dillerden girdiğini kabul edenler, söz konusu dillerin İbrânîce, Âsurîce, Ârâmîce, Yunanca veya Türkçe olabileceğini söylerler.
Kehf sûresinde Ye’cûc ve Me’cûc’den zaman ve mekân belirtilmeden geçmişte yaşamış bir topluluk diye bahsedilmekte, onların etrafa zarar verdikleri ve Hz. Zülkarneyn’in yaptırdığı büyük sed sayesinde engellendikleri bildirilmektedir. [Bkz. Kur’an-ı Kerim, 18/93-97]
Enbiyâ sûresinde ise Ye’cûc ve Me’cûc’den gelecekte ortaya çıkacak bir topluluk olarak söz edilir, burada da yer ve zamana değinilmeden gerçek va‘d yaklaştığında Ye’cûc ve Me’cûc’ün önünün açılacağı kaydedilir. [Bkz. Kur’an-ı Kerim, 21/96-97]
“Gerçek va‘d”den maksat müfessirlerin büyük çoğunluğuna göre kıyametin kopmasıdır, dolayısıyla Ye’cûc ve Me’cûc kıyametin yaklaştığına işaret eden bir alâmettir veya kıyametin ilk merhalesinde ortaya çıkacaktır.
Âyetlerin mefhum ve mealinden hareketle şunları söylemek mümkündür:
Ye’cûc ve Me’cûc çevreye yayılıp zarar veren, yakıp yıkan toplulukların bir tasviridir; Kur’an-ı Kerim, geçmişte olduğu gibi gelecekte de bu mahiyeti / niteliği taşıyan toplulukların ortaya çıkacağını haber vermektedir. Bunlar çok kalabalık bir topluluktur ve yeryüzünde fesat çıkaracaktır.
Hadis-i şeriflerde “Eşrâtu’s-sâa”, “Fiten ve Melâhim”, “Ķıyâmet”, “Enbiyâ” gibi fasıllar altında nakledilen rivayetlerde mevzu ile ilgili daha geniş bilgiler mevcuttur. Bu rivayetlere göre Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz bir gün uykularından uyandıktan sonra, “Vukuu yaklaşan felâketten dolayı vay Araplar’ın haline!” demiş ve Ye’cûc-Me’cûc’ün seddinde küçük bir deliğin açılacağını haber vermiştir. [Buhârî, Sahih, Enbiyâ, 7, Menâķıb, 25, Fiten, 4; Müslim, Sahih, Fiten, 1]
***
Ye’cûc ve Me’cûc’ün yeryüzüne dağılması
Yine kıyamet vakti gelince Ye’cûc ve Me’cûc’ün seddi yıktıktan sonra tepelerden akın edip yeryüzüne dağılacakları… Gittikleri her yeri yakıp yıkacakları, insanların korkularından kalelerine ve barınaklarına sığınacakları… Yeryüzündeki bütün suları içip Taberiye gölünü kurutacakları… Herkesi yok ettiklerini zannettikleri bir sırada Allahu Teâlâ’nın, boyunlarına isabet edecek bir deve kurtçuğu göndererek onları helâk edeceği… Sonunda insanların şehirlerden ve kalelerden çıkıp hayvanlarını serbest bırakacakları rivayet edilmiştir. [İmam Ahmed, Müsned, 3, 77; İbn Mâce, Sünen, Fiten, 33]
Ye’cûc ve Me’cûc mevzuuna, yukarıda da belirttiğimiz gibi tarih, tefsir, akaid ve kelâma dair kitaplarda ve hadis şerhlerinde de yer verilmiştir.
Tarih kitaplarında Ye’cûc-Me’cûc’den Zülkarneyn (a.s.) ile bağlantılı olarak bahsedilir. [Makdisî, IV, 61; Sa’lebî, s. 362; Bîrûnî, s. 41; Kâtib Çelebi, s. 377-379] Zülkarneyn’in (a.s.) Ye’cûc ve Me’cûc’ün saldırılarını engellemek için yaptırdığı sed tarihte Sedd-i İskender diye anılır.
Tefsir ve hadis kitaplarında metinlerin izahları çerçevesinde Ye’cûc ve Me’cûc’den bahsedilirken kelâm’a dair eserlerde bu mevzuya “Eşrâtu’s-sâa” bahsinde temas edilir. Özellikle Ye’cûc ve Me’cûc’ün kimlikleri, sayıları, yerleri, ortaya çıkış zamanları gibi hususlarda geniş açıklamalar yapılır. [Şemsü’l-Eimme es-Serahsî, s. 45-46; Berzencî, s. 152-156]
Buna göre Ye’cûc ve Me’cûc Hz. Nûh’un oğlu Yâfes’in soyundan gelen bir topluluktur; Tâvil, Tâyis ve Mensik diye üç kola ayrılmıştır:
- Birinciler uzun,
- İkinciler orta,
- Üçüncüler ise kulaklarından birini döşek, diğerini yorgan yapacak kadar kısa boyludur.
Hiçbiri kendi soyundan bin çocuk dünyaya getirmeden ölmez.
Ye’cûc-Me’cûc Hz. Îsâ’nın nüzûlünden önce seddin arkasından çıkıp yeryüzünde bozgunculuk yapacaklardır. Bazılarına göre Ye’cûc ve Me’cûc tek bir topluluk değil farklı topluluklardır. Bazı rivayetlerde bunlar şöyle anlatılır: Geniş yüzlü, kırmızı tenli, küçük gözlü, basık burunlu diye tavsif edilir. Kıldan ayakkabı giydikleri ve deri kalkanlar kullandıkları, bu giyim-kuşam tarzının da doğu toplumlarına ait olduğu belirtilir. [Bkz. TDVİA, 43, 373-74-75]
***
Ye’cûc ve Me’cûc ilgili bir hadis-i şerif ve açıklaması
Ebû Hüreyre’den (r.a.) rivâyete göre, Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.), Kehf sûresi 94. ayette bahsedilen sed hakkında şöyle buyurdu:
"Ye’cûc ve Me’cûc her gün o seddi delmeye çalışırlar, delmeye yaklaştıkları vakit başlarındaki amir onlara şöyle seslenir: 'Dönün yarın delersiniz.' Allahu Teâla da ertesi güne o seddin oyulan kısmını öncekinden daha sağlam duruma getirir."
"Sonunda müddetleri dolup Allah (c.c.) onları insanlar üzerine salmayı isteyince; başlarındaki yetkili 'Dönün, onu inşallah yarın delersiniz.' diyerek, 'inşallah' kelimesini söyler. Onlar ertesi gün geldiklerinde seddi dünkü bıraktıkları şekilde bulurlar ve seddi delerek insanlar arasına çıkarlar. Bütün suları içerler. İnsanlar onlardan kaçar, oklarını göğe fırlatırlar, oklar kana bulanmış vaziyette geri döner. Bunun üzerine şımarık bir durumda şöyle derler: Yeryüzünde olanları kırıp geçirdik, gökte olanları da mağlup ettik. Sonra Allah celle şânuhu onların boyun köklerinde bir kurt meydana getirir de bu yüzden hepsi kırılıp yok olur giderler."
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) şöyle devam etti:
"Muhammed’in canını yed-i kudretinde tutan Allah’a yemin ederim ki, o kırılıp yok olan Ye’cûc ve Me’cûc’un leşlerini yeryüzündeki tüm hayvanlar yiyecek ve çok güzel beslenerek etlenip yağlanacaklardır." [İbn Mâce, Sünen, Fiten 27] Bu hadis-i şerifi Tirmizi, Hâkim, İbn Hibbân (rahımehumullah) da rivayet etmiştir. [Bkz. İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 13, 108] Âlimler bu hadisin sahih olduğunu belirtmişlerdir. [Bkz. Şuayb el-Arnavutî, el-İhsân fî Takrîbi sahihi İbn Hibban, 15, 243] İmam Hâkim de hadisi, Buharî ve Müslim’in (rahımehumullah) şartına uygun olduğunu söyleyerek tashih etmiş ve Zehebî de ona muvafakat etmiştir. [Bkz. Hâkim, el-Müstedrek, 4, 534]
Dilerseniz şimdi burada, bazılarınca kâfir oldukları hakkında problem gibi gözüken ve gösterilen “inşaallah” ifadesinin kullanılmasını birkaç ihtimalle açıklamaya çalışalım:
1. Evvela bu hadis-i şerif müteşâbihtir; mânâsı açık değildir. Söz konusu ifadelerin ne anlama geldiğini kesin olarak bilmemiz imkânsızdır. Mesela;
- “Seddin delinmesi” ne mânâya geliyor?
- İncelen seddin eretesi gün tekrar kalınlaşması neyi ifade ediyor?
Bunları anlamak kolay değildir. Bu gibi müteşabih hadis ve ayetlerin mânâsı eskiden beri âlimlerin dikkatini çekmiş ve bazıları te’vil cihetine giderken, bir kısmı da işin mahiyetini Allahu Teâla’ya havale ederek susmayı tercih etmişlerdir.
2. Ye’cûc ve Me’cûc’ün çok zalim, müfsit / bozguncu bir topluluk olması, onların Allah’a inanmadıklarını göstermez. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de buyruluyor ki:
“Nihayet Ye'cûc ve Me'cûc(un seddi) açıldığı zaman, ki onlar her dere ve tepeden akın edip çıkarlar. Ve gerçek vaad yaklaştığında, işte o zaman kâfir olanların gözleri beleriverir. ‘Eyvah bizlere! Doğrusu biz bundan gaflet içindeydik, hayır biz zalim kimselerdik.’ derler.” [Enbiya suresi, 96-97]
Bu ayetlerde Ye’cûc-Me’cûc’ün ateist olduklarını gösteren bir ifade yer almamaktadır. Müslüman olmamalarından dolayı kâfir olmaları, onların ateist olmalarını gerektirmez. Başka bir inanç zafiyetinden dolayı küfre düşmüş olabilirler.
3. Buradaki “inşaallah” ifadesi, kâinatta câri olan ilahî kanunlara uygun hareket etmelerinden ibaret olan fiillerinin bir sözlü açıklaması olabilir. Yani, onlar bir gün medenî (uygar!) dünyanın kullandıkları teknik ve teknolojiyi kullanarak dünyaya meydan okuyacaklarından kinaye olarak bu ifade kullanılmış olabilir.
***
N e t i c e
Ye’cûc ve Me’cûc, Kur’an-ı Kerim’de ve hadis-i şeriflerde zikredilir. Bu isimlerin birer özel isim olduğunu söyleyenler olduğu gibi, cins isim olduğunuifade edenler de vardır.
Geçmişte yaşadıkları ve gelecekte ortaya çıkacaklarına dair kitabımız Kur’an-ı Kerim’de yer alan bilgiden hareketle Ye’cûc ve Me’cûc’ün yaşadıkları yerden çıkarak dünyaya yayılıp çevrelerine zarar veren, her yeri yakıp yıkan topluluklar olduğu… Tarihte geçtiği gibi gelecekte de bu mahiyeti / niteliği taşıyan toplulukların ortaya çıkacağı anlaşılmaktadır.
Selamun aleyküm, hocam yazıp üzerimizde taşıyabileceğimiz bazı dualar varmış ben bu duaların latince okunuşlarını bilgisayara kaydettim ama İslâm harfleri ile nasıl yazacağımı bilmiyorum, internetten Arapçalarını bulamadım, çevremde dua, âyet-i kerîmeleri yazabilecek
kimse yok, acaba bu işi ücret karşılığı yapabilecek bildiğiniz bir yer var mıdır, nereden kimden yardım alabilirim hiçbir fikrim yok, fikir verirseniz yardımcı olursanız sevinirim şimdiden çok teşekkürler
Soru: mertoğlu barış tarafından gönderildi. Kategori: Soru – Cevap
*******
Ve aleyküm selam.
Dualarda aslolan kendin okumaktır. Fakat esas itibariyle okumasını beceremeyenler, özellikle çocuklar için yazıp üzerinde taşımak da caizdir. Ve bu saha öyle her önüne gelenin at koşturacağı bir alan da değildir. Marifet ve ehliyet isteyen bir iştir. Hemen hatırlatalım; bizim işimiz de meşgalemiz de değil. Hele de günümüzdeki şarlatanlardan şiddetle kaçınmak gerekir. Size de tavsiyemiz; uzak durun o tiplerden ve o tür işlerden…
Nerede bulunduğunuzu bilmiyorum. Belirtmemişsiniz. Ama sözünü ettiğiniz yazma işi, esas itibariylme öyle zor bir şey de değil. Arapça okuyup yazmasını bilen hemen her Müslüman üstesinden gelebilir, yazabilir. Bu bir.
İkincisi, söz konusu ettiğiniz işi, size bunları tavsiye eden kişi neden yazıp vermiyor elinize de böyle âdeta yorgunu yokuşa sürüyor? Eğer böyle değil de sen bunu bir yerlerden okudun veya kulak dolgusu bilgi ise, hiç uğraşma derim. Bu durum, tavsiye ile ilaç kullanma işi gibi olur. Fayda yerine zarar görebilirsiniz.
Sitemizde nüshayla, dualarla, hastalıklarla, çareleriyle ilgili linkleri arayıp onlardan yeterince istifade edebilirsiniz. Örnek olarak birkaç link verebiliriz. Lütfen bunları dikkatle okuyunuz:
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1698-yasini-serif.html
http://www.halisece.com/sosyal-meseleler/2972-muska-tasimak-caiz-mi.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/2350-kur-an-da-sifa-ayetleri.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1730-nisan-yagmuru-bereketi.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1472-sikintilar-hastaliklar-bela-ve-musibetler.html