Selamunaleyküm. Hocam. 1.Soru Bayan bir hastanın kadın doktor varken, daha iyi bir doktor olduğu için erkek bir doktara muayene olması örnek veriyorum göğüs kanseri muayenesinde doktorun bakması ve dokunmasından. Doktora veya hastaya günah olurmu. 2.Soru Kuran Ayetleriyle hastalara okunuyor. Bazı hocalar ellerini ağrıyan bölgeye koyarak okuyorlar. Erkek bir hocanın namahrem bir kadına yanında annesi babası veya eşi varken kadın hastanın başına veya sırtına veya başka bir uzvundaki tenine derisine saçına çıplak el ile dokunarak okuması caizmidir. Hocadan kastım cinci hocalar değil yaşlı ve sadece Kuran okuyan izin verilmiş kişiler. teşekkürler.
Soru: Selahattin tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
1. Bu sorunuzun detaylı cevabı için bkz. http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1259-kadinlarin-erkek-doktora-gitmesi.html
2. Söz konusu durum kat’iyyen caiz olmaz, haramdır. Bu hususta zaruret de mecburiyet de yoktur. Mesele fizikî olmanın ötesinde metafizîkidir, manevidir. Okunacak şeyin dokunmadan, uzaktan icrasında tesir bakımından herhangi bir sıkıntı ve eksiklik olmaz. İcabında yazılıp hastanın takması / üzerinde taşıması veya suya okunup içmesi ile de fayda temin edilebilir. İllâ da mesih / dokunma gerekiyorsa, hemcinsinden birinin okuması lazımdır. Haramdan zaten şifa olmaz. Necasetle taharet olmadığı gibi…
Kur’an-ı Kerim’de gerek erkeklere, gerekse kadınlara bakışlarını kontrol edip namuslarını muhafaza etmeleri emredilerek şöyle buyrulmuştur:
“(Rasûlüm!) Mü'min erkeklere söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu, kendileri için çok temiz (bir hareket)dir. Şüphesiz ki Allah, (kullarının ne) yapacaklarından hakkıyle haberdârdır.” [Nûr suresi, 30]
“Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (haramdan) sakınsınlar / korusunlar; namus ve iffetlerini / ırzlarını muhafaza etsinler.…” [Nûr suresi, 31]
Mâlum olduğu üzere kadının eli, yüzü, bileği ve ayakları dışındaki organlarına yabancı erkeklerin bakmaları dahi haram kılınmıştır. Dokunma, bakmanın bir ileri safhası olduğu için kadınlara erkeklerin dokunması hiçbir surette caiz olmaz, haramdır. Binaenaleyh harama yaklaştırıcı davranışlardan ve şüpheli durumlardan kaçınılması ise mü’min olmanın bir şiarıdır.
Yine Rabbimiz (c.c.) buyuruyor ki:
“Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, şüphesiz bir hayaasızlıktır, kötü bir yoldur.” [İsrâ suresi, 32]
Bu âyet-i kerime zinayı yasaklamanın yanı sıra zinaya yaklaştırıcı fiill ve hareketeri de yasaklamaktadır. Detaylı bilgi için bkz.
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1743-zinaya-yaklasmayin-isra-suresi-32.html
Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:
"Hiç şüphe yok ki, Allah (c.c.), âdemoğlunun zinadan nasibini yazmıştır. Buna erişecektir. Gözlerin zinası bakmak, kulakların zinası dinlemek, dilin zinası konuşmak, elin zinası tutmak (dokunmak), ayağın zinası da yürümektir. Kalb ise heves eder, temenni eder / arzular. Tenasül uzvu bunu tasdik eder veya yalanlar. (O çirkin fiili işler yahut içtinap eder / kaçınır.)" [Bkz. Buharî, Sahih, Kader 9, İstizan 12; Müslim, Sahih, Kader 20, 21; Ebû Dâvûd, Sünen, Nikâh 43]
Velhâsıl çok dikkatli olmak lazım; yaşadığımız dünyada özellikle de günümüzde manevi hayat bakımından zeminler çok kaygan! Allah korusun, hemen kayıverir ayaklar… Bir bakmışsınız hooppp günah deryasına dalıp batmışsınız. Eğer hemen uyanıp nedâmetle, tevbe ve ve istiğfarla sahil-i selamete çıkmazsanız boğulup gidersiniz de, ne arayan ne de soran olur. Bir Allah dostunun dediği gibi, “Bu meydan erler meydanıdır, nice keller gider soran olmaz”!
Soru: HARUN. tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
Mâlumunuz, hareket hâlinde bulunan vasıtalarda namaz kılarken Kıble’ye yönelmek mecburiyeti yoktur. Vasıta istikametine doğru oturulan yerde îmâ ile kılınır.
Farz namazlarda ayakta durmak namazın şartlarından/farzlarından biridir ve buna kıyam diyoruz. (Nâfile namazlarda kıyam şart değildir.) Bu sebeple ayakta durmaya gücü yeten birinin ayakta durmadan kıldığı farz bir namaz caiz olmaz. Ancak otobüste ayakta duramayan birisi oturarak namazını kılabilir.
Âlemlere Rahmet Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz nafileleri deve üzerinde kılmış, farzları da yerde kılmaya dikkat göstermiş; ancak yerde kılmak mümkün olmadığı takdirde deve üzerinde kılınacağına işarette bulunmuştur.
Vasıtadan inmeye mâni olan haller
- Yerin çamur olması,
- Kafilenin (mesela otobüsün vs. vasıtanın, grubun) beklememesi,
- Binek hayvanın huysuz olup kaçması... gibi durumlar, fıkıh kitaplarımızda vasıtadan yere inmemeye özür olarak gösterilmiştir.
Binaenaleyh söz konusu durumlarda arabada koltukta oturarak namaz kılmanın bir mahzuru olmaz. Koltukta namaz kılınacağı vakit de îmâ ile kılınır. Îmâ, namazda rukû ve secde yerine başla işaret etmektir. Bu şekilde namaz kılan kişi rukû için başı biraz eğer, secde için ise rukûdan biraz daha fazla eğer, bu yeterlidir, karşı koltuğa başını-alnını koymaz. Nitekim secdede başını yere koyamayan kimsenin de, bir şeyi başına kaldırarak ona secde etmesi caiz değildir.
Hocam nasılsınız? Hocam “Hay’dan gelen Hu’ya gider” cümlesini gündelik hayattaki deyim hali ile mi anlamalıyız, yoksa Allah’ın ismi geçtiği için Allah’tan gelip Allah’a gideriz manasında mı anlamalıyız? Allah razı olsun Hocam.
Sonu: Fazıl Karataş tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
*******
Ve aleyküm selam değerli kardeşim;
Halk arasında sıklıkla kullanılan ifade ve tabirlerin mânâları zamanla silinip kaybolur. Çünkü bu tabirlere can veren, ruh üfleyen zemin ortadan kalkar. Bu durumda toplum, ya mânâsı bozulmuş ya da yeni ve farklı mânâlar kazanmış ifade kalıplarıyla yoluna devam eder.
Türkçemiz'de "hay-huy" diye enteresan bir ifade ve üslûp vardır. “Hay'dan gelen Hu'ya gider” sözü de, günlük hayatımız içinde "kolay ve emeksiz kazanılan şeyler, elden kolay çıkar" gibi bir mânâ yükleyerek kullandığımız bir tabirdir.
Bazılarına göre bu sözün bambaşka bir mânâsı vardır. Bunun aslı; "Hayy'dan gelen Hû'ya gider"dir. Yani, Mevla'mızın "Hayy" ve "Hû" sıfatları kastedilerek, "Her zaman diri olan Allah’tan gelen yine o Allah’a dönecektir" mânâsına gelen bir sözdür ve bu, "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn" (‘Biz Allah içiniz ve biz nihâyet ona döneceğiz.’ Bakara suresi, 156) ayet-i kerimesinin karşılığıdır.
Görüldüğü üzere, halk arasında söylenen "Haydan gelen hûya gider" tabiri olumsuz bir mânâ taşıyor. Halk bu tabiri, bir kimsenin kumarda/piyangoda/şans oyunlarında… kısacası emek sarf etmeden gayrimeşrû yollarla kazandığı haram paranın kendisine bir hayrının ve yararının olmayacağı mânâsında kullanıyor.
Ama "Allah'tan gelen Allah'a gider" tarzındaki ifade ise, müsbet yani olumlu bir mânâ ifade etmekte... Bu durumda akla şu sorular gelmektedir:
- Şayet gerçek maksat bu idiyse, niçin, Cenab-ı Hakk'ın zâtına delâlet eden Allah ismi açıkça kullanılmak yerine iki isim/sıfat (Hayy ve Hû) kullanılmış? Daha da önemlisi, niçin Cenab-ı Hakk'ın başka isimleri değil de bâhusus bu iki isim tercih edilmiştir?
- Acaba bütün bunlar sırf kafiye tutturmak için olabilir mi? Yoksa başka bir maksadın olduğuna mı işaret ediyor?
Mütefelsif bir yazarımız, sadedinde olduğumuz sözle alakalı olarak, bu sorulara cevap teşkil edecek mahiyette şu açıklamalarda bulunuyor:
“Halvetîlikte müridler seyr-i sülûk esnasında esmâ-yı seb'a (yedi isim) zikretmekle vazifelidirler: Tehlil (Lâ ilâhe illallah), Allah, Hû, Hakk, Hayy, Kayyûm, Kahhâr.
Şeyh Efendi müride, haline göre ona bu isimlerden birini zikretme vazifesi verir ve mürid sırasıyla makamdan makama bu isimleri zikremek suretiyle basamakları çıkardı.
Dikkat edilirse 3. sırada 'Hû', 5. sıradaysa 'Hayy' ismi yer almaktadır. Şayet sâlik, 5. mertebede kalmayı ve ilerlemeyi başaramazsa, hâli tekrar geriye avdet eder ki, bu takdirde Hayy'dan gelip Hû'ya gitmiş (düşmüş) olur; yani -tam da halkın kasdettiği anlamda- bütün yaptıkları boşa çıkmış olur. Nitekim "Benim oğlum Bina okur, döner döner yine okur" diye bir tabir vardır. Bu deyişte geçen 'Bina', medreselerde Arapça eğitimi sırasında tâkip edilen ve kendisine fiillerin yapısını (binasını) mevzu edinen ikinci kitabın ismidir. Benzer maksatla söylenir. Talebe bir mertebede takılıp kalır, yukarı çıkmayı beceremez. Hayy'dan gelip Hû'ya giden mürid ise, daha ileriye gitmek bir yana geri gitmiştir. Artık şimdi yapması gereken, bir kez daha Hû'nun kapısını çalıp mertebeleri yeniden tırmanmak için eski hâl ve makamından izin almaktır.”
***
S o n u ç
“Hay’dan gelen hu’ya gider” tabirini, -yerine göre- yukarıda açıklamaya çalıştığımız her üç mânâ da kullanmak mümkün... Şöyle ki:
Hem halk diliyle “olumsuz” yönde kullanılabilir, hem ilim ehlinin “Allah’tan gelen Allah’a gider” anlayışında istimâl edilebilir, hem de tasavvufî mânâda müridin bir türlü terakkî edemeyip yerinde saymasını ifade eden, “Benim oğlum Bina okur, döner döner gene okur” mefhumu kastedilebilir. Görüldüğü üzere bunlarda dinî bakımdan bir mahzur söz konusu olmaz. Çünkü mânâ itibariyle hepsi de doğrudur. Ayrıca bu sözde tahkir, tezyif ve istihza gibi olumsuzluklar da yoktur.
Hocam selamun aleykum. Hocam cok sıkıntıdayim bi kadindan kurtulmak istiyorum nefsime yenik dusup birakamiyorum. Ayni hatayi surekli yapip duruyorum. Namazimdan kuranimdan uzaklasiyorum onunla oldugum zamanlar. Rabitamida cok yapamiyorum ama o kadinin benden kendiliginden uzaklasmasini istiyorum. Yardimci olun hocam Allaha tekrar yonelip ihlasli kul olmak istiyorum.
Soru: Muhammed tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
*******
Ve aleyküm selam.
Kıymetli kardeşim;
1. Bunları bize veya bir başkasına sormana gerek yok aslında... Bu soruların cevabını kendi kendine pekâla verebilir, meseleyi halledebilirsin. Öyle değil mi? Bir Müslümanın bilemeyeceği şeyler değil bunlar... Bilmiyorsan, sen nasıl Müslümansın, demezler mi adama? Ancak bilmek de yetmez tabii… Sağlam iradenle hayatında uygulayacaksın o bildiklerini…
2. Cenab-ı Hak herkes gibi sana da irade-i cüz’iyye vermiş. Sen de o iradeni -önce- müsbet yönde kullanmış, şeriatın hem zâhir hem bâtın (manevi) cihetine talip olmuşsun. Sonra da tembellik ve ihmâlkârlık edip hevaiyata düştüğünü söylüyorsun. Bundan kurtulmanın çaresini yazıp anlatmaya gerek var mı? "Yiğit düştüğü yerden kalkar" dememiş mi atalarımız?
3. Eğer namazına-niyazına sımsıkı sarılır; rabıta-i şerife, zikr-i kalbî ve hatimleri de ihmâl etmez, Allah yolundaki hizmetleri de boşlamazsan söz konusu hevaiyattan / esaretten ne diye kurtulamayacaksın ki?! Söz konusu illetten kurtulmanın çaresi / ilacı bunlar. Gereken ilaçları alıp kullanmazsan doktorun da, reçetenin de bir faydası olmaz insana, öyle değil mi?
Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’inde, “Sana vahyolunan kitabı güzel güzel oku ve namazı kıl. Sahih namaz, muhakkak ki edepsizlikten ve uygunsuzluktan nehyeder (alıkoyar). Ve her halde Allah’ın zikri en büyük iştir (en büyük ibadettir). Ve Allah her ne işlerseniz bilir.” [Ankebut suresi, 45] buyurmuyor mu?
Nefsi terbiyenin de en üst mertebesi rabıta-i şerife değil mi?
Rabbimizin (c.c.) söylediklerinde -hâşâ- bir yanlışlık olabilir mi?
Asla!
O halde Kur’an-ı Hakîm’i güzel güzel okumayı ihmâl etmeyeceğiz, namazı âdâp ve erkânına riayet ederek hem kalp hem kalıp olarak ihlâsla edâ etmeye gayret edeceğiz. Ayrıca en büyük ibadet olan günlük zikr u fikrinimize riayet edeceğiz. Şunu unutmamamız lazım; Allahu Teâla yaptığımız her şeyi zerresinden küresine, habbesinden kubbesine görür, bilir, haberdârdır. Herkesi, hatta kendi kendimizi bile kandırabiliriz amma, Cenab-ı Hakk’ı asla ve kat’â!..
Bunları hakkıyla yaparsak, söz konusu nefsani-şeytani illettlerden -biznillah- kurtuluruz. Yoksa böyle boş yere sızlanır durur, birilerinden yardım bekleme abesliğiyle meşgul oluruz. Kimse de gelip bizi kurtarmaz. Nefis de şeytan da kendiliğinden def olup gitmez. Bilinen manevi silahlarla biz kovacağız onları... Bunun kanunu böyle bu dünyada…
Kısacası öyle “Armut piş ağzıma düş yok” ne maddî ne manevî hayatta…
Halis niyetle, sırat-ı müstakim ve istikamet üzere, sadakat ve itaatla çalışıp çabalayacak, gayret edeceğiz ki hayırlı neticeler devşirebilelim!
Tamam mı kardeşim?
Soru: Eyup tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap