Yatarak Kur’an dinlemek!
Selamün aleyküm Hocam benim 2 sorum vardı. Hocam uyumaya yattığımız vakit yatar halde Kuranı Kerim dinlemenin mahsuru var mıdır? Araştırınca bu konuda lafın çok söz götürdüğünü gördüm. Benim diyeceğim şey şu, hocam madem ki yatağın içinde sırtüstü yatıp ayakları toplayıp/birleştirmiş vaziyette ayet okumağa ve ezkara/evrada müsade ediliyor o halde Kuran dinlemeğe de müsade olur. Olmaz mı? Dinimiz ne diyor? Teşekkür ederim.
İkincisi hocam: Ölmüş ana babamı kendi malım olan ineğime ortak etsem ana babamın bedellerini/ücretlerini malımdan düşsem ve biri de kendim olmak üzre 4 de ortak bulsam, sonra nihayet hayvanı kessek, sahih olur mu? Ve Maksadım da yerine gelir mi?
Ana babamı ortak etmemdeki amaç onların hisselerini fukara dağıtarak ana babamın arkasından onlara fayda etmek. Yani ana babam da kurban kesmiş olur mu hocam? Kendilerine kurban kesmişler sevabı ulaşır mı?
Soru: Tarık Solakzade tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
*******
Ve aleyküm selam Solakzade.
Sorularınıza, “Lafın çok söz götürdüğünü gördüğünüz” meseleyle başlayabiliriz.
Kısacası İslâmî/dinî mevzularda şuurlu bir mü’min, meselenin sadece caiz midir, değil midir noktasına odaklanmaz. Cevazın ötesinde, o amelin iyi (faziletli), daha iyi (efdâl) olan yönlerine de bakar ve en üstününe talip olur. “Araştırınca bu konuda lafın çok söz götürdüğünü gördüm” gibi, bir mukallidin haddini aşan üst perdeden lâflar etmez. Çünkü meselenin sadece fıkhî-hukukî değil, ihtiyatî bakımdan âdap yönü, takva ciheti de vardır. Şöyle ki:
Diğer bütün amellerde olduğu gibi, bu hususta da, eğer kişinin oturma noktasında şer’î bir mâzereti varsa, tabii ki Kelâm-ı İlahi’ye karşı herhangi bir saygısızlık kastı/düşünce ve niyeti olmamak kaydiyle, yanı üzere yaslanarak okunan Kur’an-ı Kerim’i dinleyebilir. Şer’an caizdir. Ama biraz önce ne dedik: Şuurlu ve takva sahibi bir mü’min, meselelerin sadece cevazıyla iktifa etmez. Mutlaka âdaba da riayet eder, o amelin en üstününe talip olur. Tabii ki bu hüküm, evleviyetle Kur’an’ı bir insanın okumasıyla alakalıdır. Yoksa radyo, televizyon vb. aletlerden çıkan sesle ilgili değildir. Çünkü o cihazlardan çıkan kıraatın kendisi değil, yansımasıdır. Nitekim orada okunan tilavet secdeleri hakkındaki hüküm de buna göredir. Geniş bilgi için aşağıdaki linklere bkz.
http://halisece.com/sorulara-cevaplar/2766-tv-den-mukabele-takibi-ve-bir-vesvese.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/3334-kur-an-i-kerim-ve-ekmek-uzerinden-zirvalar.html
Şimdi de dilersen, bir nebze Kur’an-ı Hakîm’i dinleme âdabından bahsedelim:
Cenab-ı Mevlamız buyuruyor ki:
"Kur'an okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki, size rahmet edilsin." [A'raf suresi, 204]
Demek ki, Kur'an okunurken susup dinlememek, Allahu Teâlâ'nın onlara merhamet etmemesine sebep oluyor. Yani kişi huzurla (huzû ve huşû ile) dinlemez, sağa-sola bakar, uyuklar veya konuşur ise, Allahu Teâlâ ona merhamet etmez. Ama susar, düşünür… Allahu Telâlâ'dan korkarak haşyetle dinlerse, Mevlâ ona rahmetiyle muamele eder. O rahmet onu Cennet'e götürür, Cemâl-i İlahiye kavuşturur. Öbürünü de yaptığı saygısızlık kendisini -Allah korusun- Cehenneme sürükler.
Yine buyruluyor ki:
"Hakiki mü'minler ancak o mü'minlerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir; karşılarında ayetleri okunduğu zaman, imanlarını artırır ve Rablerine tevekkül ederler.” [Enfâl suresi, 2]
Hâsılı, hâlis ve kâmil mü'minler, Kur’an okunduğu, zikr-i İlahi olduğu zaman kalbleri/yürekleri titrer. Nitekim başka bir ayette de, “Allah sözün en güzelini, birbiriyle uyumlu ve bıkılmadan tekrar tekrar okunan bir kitap olarak indirdi. Rablerinden korkanların, bu Kitab'ın tesirinden tüyleri ürperir, derken hem bedenleri ve hem de gönülleri Allah'ın zikrine ısınıp yumuşar. İşte bu Kitap, Allah'ın, dilediğini kendisiyle doğru yola ilettiği hidayet rehberidir. Allah kimi de saptırırsa artık ona yol gösteren olmaz.” [Zümer suresi, 23] buyruluyor.
Bu hususta sözü fazla uzatmadan meseleyi bir hadis-i şerifle noktalayabiliriz.
"Abdullah ibni Mes'ûd (r.a.) şöyle dedi:
Bir defasında Rasûlullah (s.a.v.):
– “Bana Kur'an oku”, diye emretti. Ben de:
– Yâ Rasûlullah! Kur'ân sana indirildiği halde ben onu sana nasıl okurum, dedim.
– ”Ben Kur'an'ı başkasından dinlemeyi hakikaten çok severim” buyurdular. Bunun üzerine ben de Nisa sûresini okumaya başladım. Nihayet: "Her ümmetten birer şâhid, onların üzerine de seni bir şâhid olarak getirdiğimiz zaman (halleri) nice olur?" [Nisa suresi, 41] âyetine gelince;
“Şimdilik yeter” buyurdular. Kendisine dönüp baktım, iki gözünden yaşlar boşanıyordu. [Buhârî, Sahih, Tefsîru sûre, 9; Fezâilü’l-Kur’ân 33, 35]
Velhasıl, Kur’an okuma ve dinlemede aslolan âdaba-edebe riayet etmektir. Onun rahmet ve bereketine ancak bu yolla nail olabiliriz. Binaenaleyh okurken de dinlerken de mutlaka kendimize bir çekidüzen vermeliyiz. Kalıp olarak da kalp olarak da uyanık bulunmaya gayret göstermeliyiz. Yoksa “olur mu olur” mantığı ile fazla bir yere varamayız.
Umarım bu meseleyi düşünürken, o satırları karalarken mübarek ceddimiz Osmanlı Devleti’nin bânisi Osman Gazi’yi (r.aleyh) ve Şeyh Edeb Âli’nin (k.s.) evindeki misafirliğini, duvarda kılıfında asılı duran Kur’an’a hürmetinden dolayı sabaha kadar ayakta duruşunu da hatırlamışsınızdır. Başkalarına da hatırlatman gerektiğini, günümüzde bu edebe çok büyük ihtiyacımız olduğunu da müdriksinizdir.
Avamın fetva ile amel etmesine bir şey diyemeyiz, onları tabii ki havas gibi değerlendirip caiz olan hususlarda zora sokamayız. Ama tamamen de lakayt bırakamayız. Helali-haramı anlattığımız gibi onlara mekruhları, şüphelileri de anlatmalıyız. Her amelin âdap ve faziletine dair de bilgilendirmeliyiz onları... Hedef daima “tam”, “en iyi”, “en üstün” olmalıdır. Yarım-yamalak, çeyrek değil…
Bilmem anlatabildim mi sevgili Timurtaşî?
2. İkinci sorunuzun cevabı: Sahihtir, caizdir; maksadın da yerine gelmiş, ebeveynin de kurban sevabına nail olmuş olurlar.
Vefat eden babayı kızı yıkayabilir mi?
Selâmün Aleykûm Kıymetli Halis Abi, Öncelikle hürmet ve mûhabbetlerimi arz ederim. Avâm'dan diye tabir edebileceğimiz bi bayan yakınımızın babası vefat etti. Bana da bazı sorular sordular. Bende işin içinden çıkamayınca size mürâcaat etmek istedim. Benim üzerime vazife olan işi size yüklemiş gibi oluyorum abi. Çok özür dilerim. Hakkınızı helal edin lütfen.!
1- Vefat edenin kızı babasını yıkayabilir mi? Na mahremsin diye yıkatmamışlar.
2- Vefattan sonra 1 kedi veya köpek belli bi süre evin etrafında durmuş. Ayrılmamış. Bunun bi hikmeti olabilir mi? Ruh başka bi bedene girmiş gibisinden bi şeyler söylediler. Böyle bi şey olabilir mi?
3- Vefattan sonra 7 si, 40, ı, 52 si meselesi nasıl olacak. 4- Vefatın 52. günü et kemikten ayrıldığı için kelle paça dağıtılıyor. Böyle bi şey var mı?
Soru: GARİB GARİB tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
*******
Ve aleyküm selam. Bilmukabele bizden de muhabbetler…
Sorularınıza gelince…
1. “Vefat edenin kızı babasını yıkayabilir mi? Na mahremsin diye yıkatmamışlar.”
- Kız, babasının nâmahremi değil mahremidir. Mahrem’le nâmahremi karıştırmamak lazım. Siteden bakıp öğreniniz. Bu bir.
İkincisi, babasını yıkacayacak erkek varken kızının yıkaması caiz olmaz. Ancak bir erkek kadınlar arasında ölür, beraberinde hanımı veya bir erkek de bulunmaz ise, henüz müştehat olmayan (şehveti celbeder hale gelmemiş, yetişkin) bir kız bulunursa, diğer kadınlar ona yıkamayı öğretirler, böylece o da yıkar. Eğer kadınlar arasında şehvet çağına ulaşmamış bir kadın bulunmazsa, bu takdirde avretini görmemek için gözlerini yumarak dirseklerine kadar teyemmüm ettirirler. Bu anlatılan hükümlere muhalefet edilerek ölü yıkanacak olursa, günaha girilmiş olmakla birlikte yıkama şer’an/fıkhen sahîh (geçerli) olur.
Yine bunun gibi, bir kadın ölür, beraberinde kendisini yıkayacak kadınlar bulunmaz da mahremi olan bir erkek bulunursa, bu erkek ona teyemmüm ettirir. Teyemmümde meshi dirseklerine kadar uzatır. Ama beraberinde sadece yabancı bir erkek bulunursa, bu erkek kendi eline bir bez sararak dirseklerine kadar teyemmüm ettirir. Kollarını görmemek için de gözlerini yumar. Koca da ölen kadın için yabancı erkek gibidir. Fakat o vefat eden hanımına teyemmüm ettirirken kollarını görmemek için gözlerini yummakla yükümlü tutulmaz. Ölen kadının yaşlı ve genç olması, belirtilen bu hususlar açısından aynı hükme tâbidir. Hanefî mezhebine göre mesele böyledir. Aksine hareket etmek günahtır.
2. “Vefattan sonra 1 kedi veya köpek belli bi süre evin etrafında durmuş. Ayrılmamış. Bunun bi hikmeti olabilir mi? Ruh başka bi bedene girmiş gibisinden bi şeyler söylediler. Böyle bi şey olabilir mi?”
- Kedi veya köpeğin ölen kişinin evinin etrafında durmasının herhangi bir hikmeti de, anlamı da yoktur. Belki sağlığında onlarla ilgilendiyse, hayvanların ona karşı olan sevgi ve bağlılık hisleri olabilir. Başka bir şey aramamak lazım. Dile getirdiğiniz hususlar tamamen hurafe bir inançtır, aslı-esası yoktur.
Ruhun bir başka bedene girmesi meselesi de, gene bozuk tenâsuh/reenkarnasyon inancıdır. İslâm itikadında böyle bir şey yoktur. Bunlardan da uzak durunuz. Geniş bilgi için bkz. http://www.halisece.com/sosyal-meseleler/1450-tenasuh-yahut-reenkarnasyon.html
3. “Vefattan sonra 7 si, 40, ı, 52 si meselesi nasıl olacak. 4- Vefatın 52. günü et kemikten ayrıldığı için kelle paça dağıtılıyor. Böyle bi şey var mı? ”
- İslâm’da kişinin vefatından sonra 7’si, 40’ı, 52’si gibi gün saymak da yoktur. Bunlar bid’attir, yapanları da ikaz etmek gerekir. Bkz. http://www.halisece.com/akaid/690-olenin-ardindan-yapilan-yedinci-kirkinci-elli-ikinci-gece-merasimleri.html
Büyükbaş hayvan kurbanında ortak sayısının tek olması şart mıdır?
Selamün aleyküm hocam.
Büyükbaş hayvan kurban etmekte ortak sayısının 3, 5, 7 tek sayı olması şart mıdır? Mesela 2, 4, 6 gibi çift sayılı olabalir mi?
Soru: Muhsin tarafından soruldu. Kategori: Soru - Cevap
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Büyükbaşta ortaklaşa kurban kesiminde, ortak sayısının tek olması şart değildir. Büyükbaş bir hayvanı yedi ortak kesebileceği gibi, yedinin altındaki tek veya çift sayıda ortak da kesebilir. Yeter ki ortaklardan herhangi birisinin hissesi yedide birden az olmasın. Aksi halde, bu durumdaki ortağın kurbanı geçerli olmaz. Ancak ortakların tek sayıda olması müstehaptır. Zevâid sünnetlerdendir. Nitekim Rasûl-i Zîşân (s.a.v.) Efendimiz buyurmuşlardır ki:
“Allah’ın (c.c.) kendine hâs doksan dokuz ismi vardır. Her kim bunları ezberlerse Cennet’e girer. Şüphesiz Allah tektir, teki sever.” [Müslim, Sahih, Hadis no: 4835]
Hadis-i şerifin izahı sadedinde şu kısa açıklamayı yapabiliriz:
Allahu Teâla tektir, hiçbir şerîki / ortağı yoktur. Bu da pek çok amelin tek sayılı emredilmesinin sebebidir. Mesela namazlar beş vakit, tavaf yedi şavt, şeytan taşlamada taş adedi ve daha pek çok şey tek adetlidir.
Keza gökler yedi kat, yer yedi tabaka, hafta günleri de yedidir ve tek sayılıdır.
Ve yine şüphesiz, bunların ötesinde bizim idrak edemediğimiz daha geniş ve derin manalar ve engin esrar da vardır.
Nitekim İkinci bin yılın müceddidi, İmâm-ı Rabbânî Ahmed el-Fârûkî (k.s.) hazretleri bir gün talebelerinden birine:
“Bizim bahçeden birkaç karanfil getir!” buyurmuştu. O da gidip altı tane karanfil getirdi. İmâm-ı Rabbânî hazretleri bunu görünce, hafif mahzun bir edâ ile şöyle buyurdu:
“Bizim talebeler hâlâ Rasûlullah Efendimiz’in (s.a.v.) hadis-i şeriflerinde bildirilen; ‘Allah tektir, teki sever!’ usûlüne dikkat etmiyorlar. Hâlbuki buna dikkat etmek müstehaptır. İnsanlar müstehabbı ne zannediyorlar? Müstehab, Cenâb-ı Hakk’ın sevdiği şeydir. Allahu Teâlâ’nın sevdiği bir amelin karşılığında bütün dünya ve âhiret verilse, hiçbir şey verilmemiş demektir. Biz müstehabba o kadar riâyet ederiz ki, yüzümüzü yıkarken bile suyu önce sağ tarafımıza getiririz. Zira işlere sağdan başlamak müstehaptır.”
Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.), Âlemlerin Rabbi’nin Habîbiʼdir. Ümmet-i Muhammed de O’nun sünnetine sarılarak Cenâb-ı Mevlâʼnın sevdikleri mertebesine nâil olurlar. Zira seven, sûret ve sîret bakımından sevdiğine benzeyen diğer insanı / insanları da sever.
Son bir hatırlatma:
Eğer büyükbaş hayvanda ortaklar yediden az ise, bu durumda, her bir ortağın kurbanın yedi hissesinden kaçına ortak olduğu da önceden belirlenmelidir.
Kur’an’dan her gün bir cüz okumayı adamak
Selamün Aleykum
Bir kisi benim filan su isim olursa, günlük bir cüz kuran-i kerim okuyacagim dese, bu adak olur mu? Bunu yapamazsa ne yapmasi lazimdir?
Soru: Tayfur Demirel tarafından yazıldı. Kategori: Soru – Cevap
*******
Ve aleyküm selam.
Sorunuzun kısa cevabı: Fetva yönüyle bu söz, adak hükmünde olmaz; dolayısiyle yapılmadığı takdirde keffaret icap etmez. Takva cihetinden baktığımızda ise, ihtiyaten bu nezrin / adağın yerine getirilmesi gerekir; şayet yerine getirilemezse, keffaretinin ödenmesi lazımdır. Bunun keffareti, aynen yemin keffareti gibidir.
Yemin keffareti nedir?
Bilindiği gibi Müslüman için, verdiği sözde durmak ve ettiği yeminin îcâbını yapmak dînî bir vecibedir, vazifedir. Her mü'min bu vecibeyi yerine getirmekle mükelleftir. O bakımdan herhangi bir Müslüman, yemin eder, daha sonra da bu yeminini bozarsa, keffâret ödemesi gerekir. Kur‘ân-ı Kerim'de şöyle buyrulmuştur:
“Allah sizi, yeminlerinizdeki lağvden (kasıtsız olarak yaptığınız yeminden) ötürü mes‘ûl tutmaz. Fakat bilerek yaptığınız yeminden dolayı, sizi mes‘ûl/sorumlu tutar. Bunun keffâreti (yani cezası), âilenize yedirdiğinizin orta derecesinden on fakiri yedirip doyurmak, yahut onları giydirmek yahut da bir köleyi hürriyete kavuşturmaktır. Bunu bulamayan kimse de, üç gün oruç tutsun. İşte bu, yemin ettiğiniz (ve sonra bozduğunuz) vakit, yeminlerinizin keffâretidir...” [Maide suresi, 89]
Oruç hariç diğer keffâret çeşitleri, sondan başa doğru olur:
Önce köle âzât etmek (bu günümüzde yok), sonra giydirmek, sonra da yedirmektir. Bunlardan hiç birine gücü yetmeyen kişi ise, peşpeşe üç gün oruç tutacaktır. Orucun arası -hayız dahil- hiç bir özür sebebiyle kesilmez, kesilmesi halinde yeniden başlanması gerekir.
***
Meselenin izahı:
İslâm fıkhında nezrin / adağın geçerli olabilmesinin çeşitli şartları vardır.
Bunlardan biri, hatta ilki adanan ibâdetin cinsinden mutlaka bir farz veya vâcibin olması gerekir. Mesela, "Üç gün oruç tutacağım.", "Şu kadar namaz kılacağım", "Kurban keseceğim", diye adamak câizdir ve böyle bir adak sahihtir/geçerlidir. Şart gerçekleşince kişi, nezrini/adağını yerine getirir, yerine getiremediği takdirde keffaretini öder, bu da yemin keffareti gibidir. [Bkz. Bilmen, Ö.N., Büyük İslam İlm., Nevzrin Mahiyeti ve Nevileri, Nezrin şartları]
Yemin keffareti hukukullaha taalluk eder, ödeninceye kadar kişi üzerinde borç olarak kalır. Yani kulun Hz. Allah'a karşı olan borcudur ki, mümkünse hemen yerine getirmek gerekir. Bununla beraber zaruret-mecburiyet halinde keffaret borcu ertelenebilir, en son vakti ölünceye kadardır, ancak bir an evvel yerine getirmekte fayda vardır. Zira ölümün ne zaman geleceği belli olmaz, huzur-i İlahi'ye borçlu gitmemek için imkân bulduğumuz en kısa zamanda ödememiz icap eder. Keffâret miktarları ile ilgili olarak bkz. http://www.halisece.com/islami-makaleler/344-keffaret-nedir-kac-kisma-ayrilir.html
Farz ya da vacip nev’inden olmayan "Filan hastayı ziyâret edeceğim", "Aldığım malları sermayesine satacağım" demek; yine sizin sorunuzda olduğu gibi “şu işim olursa, günlük bir cüz Kur’an-ı Kerim okuyacağım” demek şer’i bakımdan adak olmuyor.
Çünkü ulemadan bazılarına göre, Kur’an-ı Kerim okumayı, hatim indirmeyi adamış kimsenin bunu yerine getirmesi vacip değildir. Zira nezredilen şeyin cinsinden olan farz veya vacip ibadet bizzat kasdedilmiş olmalıdır, başka bir farz veya vacibe vesile olmamalıdır. Buna göre “İki rekât namaz kılayım” diye yapılan bir nezir sahihtir. Fakat, “Nezrim olsun abdest alayım” veya “Tilâvet secdesinde bulunayım” diye yapılacak bir adak geçerli değildir. Çünkü abdest ile tilâvet secdesi, bizzat kasdedilen ibadet değil, bizzat kasdedilen ibadetlere birer vesiledir. Kur’an okumak da bunun gibidir.
Velhasıl şer’an Allah rızası için adanan ibâdetin cinsinden farz ve vâcip olmayan… hattâ İslâm dininde yapılması uygun bulunmayan, İslâm'ın emretmediği kötü geleneklerden ibaret olan şeyleri adamak câiz değildir. Hattâ son kısma giren adaklar haramdır.
Ayrıca dünyalık sağlamak için yapılacak adak makbul değildir. Mesela “Falan işim yoluna girerse, üç gün oruç tutayım, fakire para vereyim” gibi. Böyle dünyaya ait bir maksad için yapılan bir ibadet ve taat, kutsal bir maksada değil, dünyaya ait bir isteğe ve gayeye dayanmış olur. Bu ise, ibadet ve taatlarda aranılan ihlâsa aykırıdır. [Bkz. Büyük İslam İlmihali ilgili md.]
Bazı âlimlere göre ise, söz konusu ettiğiniz kişinin, bu adağını yerine getirmesi lazımdır. Çünkü onlar nazarında, Kur’an-ı Kerim okumak bizzat maksud olan bir ibadettir. Nitekim Kur’an-ı Hakim, “tilâvetiyle taabbud edilen kitap” olarak tarif edilir. Bu görüş İbn Âbidîn’in (rh.) de tercih ettiği görüştür. [Bkz. Reddü’l-Muhtâr, 3, 738]
Bilindiği üzere şartlarına uygun olan adağı yerine getirmek vaciptir. Yapılmaması halinde kişi mes’ul olur. Kur'an-ı Kerim'de "Nezirlerini (adaklarını) edâ etsinler / yerine getirsinler" [Hacc suresi, 29] buyrulmaktadır. Adak yerine getirilmediğinde bela ve musibetlere sebep olabilir, ama başımıza gelen her belayı da ona bağlamak tabii ki doğru olmaz.
S o n u ç
Görüldüğü üzere bahsettiğiniz husus fıkhî şartları bakımdan adak olmaz, kişi bunu yapmazsa şer’î yönden (fetva bakımından) bir şey lazım gelmez. Bununla beraber kişi, meseleye takva penceresinden bakıp, İbn Âbidîn merhumun da iştirak ettiği ikinci görüşe göre ihtiyatla hareket etmeli, ağzından çıkanı kulağı duymalı... Öyle ulu orta konuşmamalı... Söz vermenin ne demek olduğunu unutmamalı, verdiği zaman da mutlaka yerine getirmeye gayret etmelidir. Nitekim Rabbimiz (c.c.) buyuruyor ki:
“Ey iman edenler, niçin yapmayacağınız şeyi söylersiniz? Yapmayacağınızı söylemeniz, Allah yanında şiddetli bir buğza sebep olur (Allah katında büyük gadap/öfke ile karşılanır).” [Saff suresi, 2-3]
Binaenaleyh mü’minler günlük Kur’an okumayı ihmâl etmemeli, zararı büyüktür, her gün bunu kendilerine vird edinmelidirler. Zira manevi kârı, ecir ve sevabı ise çok büyüktür. Bkz. http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1416-kur-an-in-ihmal-ve-malayani-ile-vakitleri-heder-etmek.html
Ayrıca Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.), Kur’an-ı Kerim’in mü’min üzerindeki günlük hakkı 200 ayettir, buyurmuşlardır. Günlük olarak bir cüz okumakla kişi bu hakkı da yerine getirmiş, ödemiş olur. Şayet bunu yapamazsa, günde asgarî 50 İhlâs-ı şerif okumalıdır. İhlâs-ı şerifin ayet adedi 4’tür, 4x50=200 eder. Bu usûlle de Kur’an’ın günlük hakkı ödenmiş olur.
Ayrıca “adak” yazıp sitede bu mevzuda kaleme alınmış diğer yazıları da mutlaka okuyunuz. Bunlardan birinin linki:
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/4468-gunluk-kur-an-okuma-miktari-ve-hatim-suresi.html
Şifa bulmak icin 11 adet kurban kesme usulu var mıdır?
Selamun aleykum
Şifa bulmak icin, 11 adet kurban kesme usulu var midir? Varsa usul nasildir?
Soru: Tayfur Demirel tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
*******
Ve aleyküm selam.
Önceki cevabımızda verdiğimiz linklerde de belirttiğimiz üzere, mutlak manada hastalıklardan şifa için kurban usûlü vardır. Fakat bunu 11’le sınırlamak gerekmez. Zira söz konusu kurban, ibadetlerin nafile kategorisine girer. Nafile ibadetlerde ise sınır yoktur. İster bedenî olsun, ister mâlî olsun… Binaenaleyh gücün neye yetiyorsa o kadar yapabilirsin. Aksi de olur; mesela adak hususunda büyükbaş hayvan adayan kişi, şayet gücü yetmiyorsa onun yerine küçükbaş kesebilir. Bunun tersi şayet imkânın bol, vüs’atin genişse 11 değil, 111 de kesebilirsin. Bir mahzuru olmaz, hatta daha güzel, mükâfatı daha fazla olur. Bkz. http://www.halisece.com/genel-fikhi-konular/2801-nafile-ibadetler-ve-ameller.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/3088-hastalik-ve-sifa.html
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz Veda Haccı'nda 100 deve kurban etmiş, bunlardan 63 tanesini, her yaşına mukabil bir kurban gelmek üzere bizzat kendisi kesmiş, gerisi için Hz. Ali’ye (r.a.) vekâlet verip ona kestirmiştir.
Sadedinde olduğumuz meseleyle ilgisi bakımından lütfen aşağıdaki linklere de bkz.
https://halisece.com/sorulara-cevaplar/4303-her-namazin-arkasindan-okunmasi-tavsiye-edilenler.html